15 Eylül 2009 00:00

Bienal Marksizm'i evcilleştiriliyor


Koç’un ana sponsorluğunda gerçekleştirilen Bienal’in bu sene Marksist söylemler geliştirmesi herkesi şaşırttı. Bienal, başlığını Bertolt Brecht’in 1928 yılında Elisabeth Hauptmann ve Kurt Weill ile birlikte yazdığı ‘‘Üç Kuruşluk Opera’’ adlı oyunun ikinci perdesinin kapanış parçası olan ‘‘İnsan Neyle Yaşar?’’ adlı şarkıdan alıyor. İstanbul, Brecht’in “Banka kurmanın yanında banka soymak nedir ki?” ve”Önce Ekmek sonra Ahlak Gelir” sözleri yazılı Bienal afişleriyle donatıldı. Bu afişlerin altına Koç’un logosunu koymaktan kaçınılmış olsa da bu, orta yerde duran koca çelişkiyi gizleyemiyordu. Daha çok, liberal söylemlerin geliştirilmesine alışkın olunan Bienal’in 2 sene önceki teması “Küresel Savaş Çağında İyimserlik”ti. ABD’nin Irak’ı işgaline tüm dünya tepki gösterir, savaş karşıtı eylemler hız kazanırken Bienal, sanatçılara bu şartlar altında iyimser olmalarını öneriyordu.
Ne olmuştu da bu sene neredeyse muhalefete söz bırakmayacak keskinlikte bir sol söylemle sunulmuştu Bienal? Derinleşen kriz nedeniyle uzun süredir bahsedilen Marx’ın dönüşü ve hayaletinin, Bienalin böylesine sert bir dönüş yapmasına neden olduğunu söyleyenlerin yanında Bienal’in “eleştiri çaldığını” düşünenler de var. Bienal’in basın toplantısında Bienal’i hazırlayan Dört Hırvat Küratör, Brecht’in “Her suçlu bir burjuva her burjuva bir suçludur” saptamasının ya da Rosa Luxemburg’un “Sosyalizm ya da barbarlık” ikileminin bugün her zamankinden daha gerçek ve geçerli olduğunu tespit etmelerinin az evvelinde aynı masada oturdukları Mustafa Koç, holdinglerinin sanata ve ülke tanıtımına yaptıkları “katkıları” özetliyordu.
“Sol söylemli Bienal”e Koç Holding’in sponsor olmasının bir çelişki olup olmadığını yönelttiğimiz festival küratörleri sanatın her koşulda serbest piyasanın içinde olduğunu, önemli olanın verdikleri mesaj ve bu konuda gösterdikleri çaba olduğunu söylüyor. Sanat Eleştirmeni Necmi Sönmez ise Marksist ve devrimci bir söylemin ön plana çıkartılmasının bu ideolojiyi evcilleştirmek amacıyla yapıldığını belirtiyor.
‘PARA KİRLİDİR; PARA BİZİMDİR’
Bienal Küratörlerinden Nataşa İliç söylem ve sponsor çelişkisinin farkında olduklarını söylüyor ve insanlar ne düşünürlerse düşünsünler gösterdikleri çabanın değerli olduğuna inanıyor. İliç, dünya çapında itibar gören sergi organizasyonlarının da bu şartlar altında çalıştığını ifade ediyor. Nataşa İliç sözlerine şöyle devam ediyor; “Tüm bu koşullar altında mevcut farklı kanallardan sesimizi duyurmak ve mesajımızı vermek, kültürün siyasileştirilmesi, adil, eşit ve dayanışmacı bir dünya ve özgürlük fikri içinde bulunduğumuz, kendimizi ayrı tutamayacağımız sistem içinde takdire değer bir çabadır. Bu çelişkiden ötürü insanların bienal sergilerine ve sanat işlerine bir şans tanımamasını doğru bulmuyorum. Büyük şirketlerle çalışmak karşısında sivil toplum kuruluşlarını tercih etmek bu çelişkiyi aşmamaktadır. Bu şekilde de yine serbest piyasanın içindesinizdir, tek farkı daha farklı koşullar altında çalışıyor oluşunuzdur. Birinde tamamen doğrudan kapitalist kurumlarla irtibat halindesinizdir, ancak aynı zamanda farklı örgütlerle de irtibat halinde olmak zorundasınızdır.”
Kendilerine sık sık bu sorunun sorulduğunu gizlemeyen Bienal Küratörlerinden Nataşa İliç bu soruyla karşılaştıklarında her zaman iki noktayı belirttiklerini söylüyor; “İlki, vermek istediğimiz mesaj tehlike altına girmedikçe kurduğumuz irtibatı koparmamak ve diğeri, ünlü bir sanatçının söylediği gibi “All the Money is dirty, all the Money is ours” (Bütün para kirlidir, bütün para bizimdir)
Bir değişim gerektiğine işaret eden İliç, “Nasıl bir değişim sorusunu sormalıyız. Sanat bu soruyu cevaplayabilir. Çünkü sanat bize yeni bilgi kazandırır ve yeni yollar gösterir. Bu bağlamda sanata ve sanatçılara bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.”
‘TOPLUMSAL SORUNLAR HÂL HAYATİ’
Bienal’in dört Hırvat küratörden oluşan WHW isimli küratör grubunun bir başka Üyesi Sabina Saboloviç hepimizin kapitalist dünyada yaşadığını ve sanat dünyasının sistem kaynaklı çelişkilerle kuşatılmış olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Ancak bu çelişkilerin göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Tam tersine bu durumun üzerine gitmeli ve bunu analiz etmeliyiz. Bunun yanında aynı zamanda öz eleştirel ve toplumun yorum ve tepkilerine duyarlı olmalıyız.”
Sabovoliç “Üç Kuruşluk Opera”nın sunuma hazırlandığı ve oynandığı sırada da dünyanın ekonomik buhran yaşamakta olduğunu belirtiyor ve bu başlığı seçmelerinin nedenleri arasında o zaman ve bugün halen yaşadığımız toplumsal sorunların olduğunu söylüyor. Sabovoliç; “Sanat sergilerinde siyasi soruları sormamızın nedeni uğraştığımız sorunsal bağlamında sanatın bize bilginin kaynağına ulaşmamız doğrultusunda son derece önemli modeller sunmasıdır” diyor.
Bienal bizim kendi yaşamımızda, toplumda, gündelik realitemizde nasıl bir değişikliğe yol açacak sorusunu yanıtlayan Saboviç “Burada bizi en çok zorlayan noktalardan biri Türk toplumunun çok-kültürlü ve kompleks oluşuydu. Sanat aracılığıyla sosyal değişimler konusunda somut teşhisler koymak elbette çok zor. Yerel izleyici tarafından aldığımız tepkiden anlaşılıyor ki, bizim kültürün siyasileştirilmesi projemiz İstanbul’da gerçekleştirilmesi hedeflenen diyalogsal bir projeydi.”
‘ÇİZGİYİ AŞAN BİR ÇALIŞMA YOK’
‘60lı, 70li ve 80li yıllarda yapılmış oldukça fazla eserin gösterilmesini dikkat çekici bulan Sanat Eleştirmeni ve Küratör Necmi Sönmez bunun diğer uluslararası bienallerde karşılaşılan bir tavır olmadığını söylüyor. Bienal’in çağdaş sanata ve günümüz sanatına yoğunlaşmak zorunda olduğunu söyleyen Sönmez, “Eski işleri de entegre ederek belki de yeni bir yorum getirmeye çalışıyorlar” diyor.
Basın konferansında yapılan konuşmada oldukça iddialı politik-eleştirel bir söylem ortaya konmaya çalışıldığını söyleyen Necmi Sönmez, “Ancak ben şimdilik sergide “çizgiyi aşan” bir çalışma görmedim. Burada sergilenen işler kabul edilebilir eleştiri düzeyinde ve bunun altında, yani “acıtmayan eleştiri” çizgisinde. Politik sorgulama olarak yorumlayabileceğimiz bir çalışmayı ben şu an görmedim” diyor.
İstanbul Bienali’nin çok fazla politik sergilerin yapılmadığı bir bienal olduğunu söyleyen Sönmez, bunun bienali finanse eden, düzenleyen kurumlarla da bağlantılı olduğunu, bu tip şirketlerle işbirliği yapan ve kendisinin de şirketvari bir işleyiş biçimine sahip bienallerde -İstanbul örneğinde olduğu gibi- Marksist ve devrimci bir söylemin ön plana çıkartılmasının bu ideolojiyi evcilleştirmek amacıyla yapıldığını belirtiyor. Gündemde olan bir konunun salon sosyalistliği veya salon komünistliği dilinde işlenmesinin oldukça tuttuğunu ifade eden Sönmez, “Bu ideoloji salon içinde sınırlı olduğu sürece denetim altında tutuluyor. Bunun ötesine geçilememesini sorgulamak gerek. Ama bunun bugünkü koşullar ve baskıcı ortamda mümkün olduğunu hiç sanmıyorum. Gerçek politik eleştiri ve söylemin bu koşullar altında gündeme gelebileceğine inanmıyorum.” (İstanbul/EVRENSEL)
Kaan Kangal

Evrensel'i Takip Et