21 Eylül 2009 00:00

GÖZLEM


Sendika seçimlerinde yaşanan olumsuz gelişmeler, sendikaların işçiler ve sendikacılar açısından farklı algılanan kurumlar haline geldiğini gösteriyor. Son yıllarda özellikle işçi sendikalarının içinde bulunduğu durumdan rahatsızlık duyan işçiler, kendi aralarında birleşerek sendika yönetimlerine aday olmaya başladılar. Bu gelişme, işçiler arasında heyecan yarattığı kadar, ‘sendikacılık’ mesleğini icra eden kimi sendika yöneticilerini fazlasıyla tedirgin etmeye yetti.
Lastik-İş Kocaeli Şubesi’nde işyerlerinde delege seçimleri öncesinden başlayan gelişmeler, Evrensel gazetesinde başından sonuna yer aldı. Mevcut sendika yönetiminden rahatsız olan işçiler, kendi aralarında birleşerek seçimlerde delege olmak istemelerinin hemen ardından işten atıldılar. İşçiler, mahkeme kararıyla sendikacıların tüm engellemelere rağmen delege adayı oldular. Ancak geçtiğimiz hafta yapılan delege seçimlerinde işçileri baskı altına almak için öylesine yöntemler kullanılmış ki, bu durumdan haberdar olanlar çıkıp, söz konusu sendikanın işçilerin örgütü değil sendikacıların örgütü haline geldiğini söyleseler, kimse onları suçlayamaz.
Sendikalar, elbette işçilerin örgütüdür. Dolayısıyla sendika yönetimlerine işyerinde sorunları bizzat yaşayan ve çözüm arayan işçilerin aday olması kadar doğal bir şey yoktur. Ancak doğal olmayan, son yıllarda benzer örneklerine sıkça rastlandığı gibi, işçilerin kendi örgütlerini yönetmeye talip olduklarında mevcut yönetimler tarafından akıl almaz yöntemlerle tasfiye edilmek istenmeleridir.
1989 Bahar Eylemleri’nden sonraki dönemde de sendika bürokrasileri işi baştan sıkı tutmuş, delege seçimlerinden itibaren bütün süreçlerin bilgisine sahip olarak seçilecek yönetimleri merkezin ‘bilgisi dahilinde’ belirlemeyi benimsemişti. Böylece genel merkezlerin politikaları ile çelişen ve geniş işçi kitlelerini etkileme potansiyeline sahip işçi önderlerinin belli dönemlerde fiilen tasfiye edilmesi sağlandı. Bugüne kadar bu şekilde sayısız örnek yaşandı. Dolayısıyla Kocaeli Lastik-İş’te yaşananlar ne ilk, ne de son olacak. Burada yeni olan, işçilerin sendika yönetimlerini sadece eleştirmekten, sendikacılardan yakınmanın ötesine gitmeleri, işçilerin öz örgütleri olan sendikaları yönetmeye bizzat talip olmaya başlamaları.
Sendika seçimleri sürecinde bu tür örneklerin son yıllarda artmaya başlaması, muhalif işçilerin sendika bürokrasisi tarafından sindirilmesi gibi olumsuzluklar içerse de, kesinlikle ‘hayırlı’ bir durumdur. Henüz şube seçimleriyle sınırlı olsa da, bazı sendika şubelerinde işçilerin, tüm riskleri (işten atılma, tehdit vb.) göze alarak mevcut yönetimlere alternatif listeler çıkarması, işçilerin sendika yöneticilerini daha fazla sorgulamaya yönelmesi, sendikal politikalarda bugüne kadar hep eksik kalan işçi denetiminin etkisinin artması açısından önemli. İşçilerin örgütlerine daha fazla sahip çıkması, her düzeydeki sendika yöneticilerinin keyfi davranmasını engelleyecek, şubelere kadar inen sendikal bürokrasinin gücünü sınırlayacak.
Sendikal mücadele sadece ‘sendika yöneticilerine’, çeşitli adlar altındaki ‘danışman’ ya da ‘uzmanlara’ bırakılamayacak kadar önemli. Bu anlamda işçiler ne kadar çok sendika yönetimlerine aday olur ve yönetimleri zorlarsa, o kadar iyidir. Bunu gerçekleştirmek elbette söylendiği kadar kolay değil. Bunun için mevcut bürokratik, çürümüş sendikal anlayışlara karşı mücadele eden ve sendikaları gerçek birer sınıf örgütü haline getirmeyi hedefleyen sınıf sendikacılığı fikri etrafında birleşmek, sendikaların gerçekten işçilerin örgütü olmasını sağlayabilmenin tek yolu.
ERKAN AYDOĞANOĞLU

Evrensel'i Takip Et