23 Eylül 2009 00:00

GERÇEK


Hükümetin önümüzdeki üç yılı kapsayan Orta Vadeli Programı (OVP) yayınlandı.
Bu programda açıkça sermayenin isteklerini yerine getirmek için işsizlik, düşük ücret ve emekçilere yönelik hizmetlerin piyasalaştırılıp paralı hale getirilmesi için adımlar atılacağı merkezli olmasına karşın sendikalardan, emek örgütlerinden bir ses çıkmadı. Patronlar ve onların her yerdeki temsilcileri ise, OVP’yi gerçekçi, ve gerekli bir program olarak alkışladılar.
Bu programın en önemli kabullerinden birisi olan, “İşsizliğin önümüzdeki üç yıl boyunca da yüzde 14’ün üstünde (Bu kentlerde resmi işsizliğin yüzde 19-20 olması demektir) seyredeceği” ilan edildiği halde, sendikalar ve emek örgütleri cephesinden, sanki işsizlik onları hiç ilgilendirmiyormuş gibi, “Ne oluyoruz, neden bu programda işsizliği azaltacak önlemler yok” diye bir itiraz bile gelmedi.
Yetmedi; bu programın yayınlanmasının üstünden 2 gün geçmeden hükümet, bu OVP’de sözü edilen uygulamaları başlattığını gösteren bir tebliği ile sağlık hizmetlerinde emekçilerden aldığı bazı “katkı paylarını” artırdı ama sendikalardan ve emek örgütlerinden yine bir ses bir nefes çıkmadı.
Eğitim, halkı soymanın diğer bir alanı ve eğitim-öğretim yılı da bütün sorunlarıyla şu günlerde başladı. Ama sendikalar ve emek cephesinin öteki odaklarından “Parasız ve demokratik eğitim” talebinin sıkça lafı edilmesine karşın bu alanda da ciddi bir adım yok.
“Sendikalar için varsa yoksa üyeleri” denebilir ama; sonuçta sendikaların, emek örgütlerinin üyeleri de sağlığın, eğitimin piyasalaşmasından, işsizlikten zarar görüyorlar. Demek ki, sendikalar kendi üyelerini koruyacak önlemler için bile parmaklarını kıpırdatmıyorlar ya da kıpırdatamaz hale gelmişler. Ki, ikisi de birbirinden kötü!
Krizle birlikte şu da açıkça herkesçe görülür hale gelmiştir. Egemen güç odakları ve onların hükümetleri; “reformlarını”, “düzenlemelerini” ve emekçileri sindirmeyi üç alan üstünden gerçekleştirmek istemektedirler: İşsizlik, sağlık sistemi ve eğitim alanı!*
Sermaye güçleri, işsizliği yüksekte tutarak çalışan işçilerin, emekçilerin ücret ve öteki hak taleplerini “işsizlik baskısı” altına almayı amaçlayan, sağlık ve eğitim alanını da her sınıftan emekçiyi soymanın, onların ellerindeki son kuruşu da bu yoldan sermayeye aktarmanın alanı olarak kullanmak istemektedirler.
Sendikalar ve emek örgütleri bu gerçeği görerek, bu üç alanı merkez alan, sermaye saldırısını püskürtecek ortak bir strateji geliştiremezlerse, bırakalım başka şeyleri kendi ayakları üstünde durmalarını sağlayacak bir zemin bile bulamazlar.
Şu da açıkça görülmüştür: Sendikalar, sadece kendi üyelerinin çıkarını gözeten bir anlayışta kaldıkları sürece kendi üyelerinin çıkarlarını bile savunamazlar. Tersine patronların oyuncağı olurlar. Kriz süreci boyunca bu da açıkça görülmüştür. Kendi üyesinin çıkarını savunmak iddiasıyla “mücadeleye” giren sendikalar, sonunda patronun çözümlerine mahkum oldular; patronların “işletmeyi kurtarma” planlarının dolgu maddesine dönüştüler.
Bu nedenlerledir ki sendikaların sınıf sendikacılığı mevzisine (Sadece üyesine değil tüm sınıfa, tüm halka yönelen saldırılara karşı çıkmayı kendi sorumluluğu olarak gören sendikacılık mevzisi) girmeleri; kendi üyelerinin ve sınıfın, (Dolayısıyla tüm emekçilerin) çıkarlarının sözcüsü ve savunucusu olmalarının da artık ilk koşuludur.
Sorun bu kadar açık hale gelmiştir. Çeşitli gerekçelerle böyle bir mücadele hattında birleşmekten kaçanlar ise sermayenin emekçilerle oynamasının bir aleti durumuna düşerler.
Gerçek bu kadara acı ve açıktır!

(*) Elbette sadece bu alanlarda saldırmıyor sermaye. Zamlar, vergiler vb. yolla her sektörde emekçilerin birikimlerini sermayeye aktarmanın yollarını arıyor. Ama bu üç temel alanda sermaye püskürtülemezse, diğer alanlarda attığı geri adımları, arkadan dolanıp yeni bir başarıya dönüştürür.
İ. Sabri Durmaz

Evrensel'i Takip Et