1 Nisan 2010 01:00

HAYATIN İÇİNDEN


Evrensel tanımı ile üniversiteler, bilimin, tüm insanlığın daha iyi yaşaması için üretildiği, tartışıldığı, teknolojiye dönüşebilmesi için yöntemlerin geliştirildiği kurumlar. Öğretim üyesi, öğrencisi ve idari görevlileri ile, ast üst ilişkilerinin akademik sınırlar içinde belirlendiği ve uygulandığı kurumlar.
Üniversitelerin bu tanım içinde çalışıyor olmaları beklenen ve istenen bir durum. Ancak sermayenin egemen olduğu kapitalist ekonomik sistemler içerisinde üniversitelerin bu evrensel görevlerini yerine getirebilmeleri neredeyse olanaksız. Üniversite içerisinde yer alan ilerici unsurların bireysel ve örgütsüz çabaları da yeterli olamıyor. İşte bu yüzden akademik görevlerini yerine getirirken öğretim üyelerinin temel kaygıları “Madem sisteme ilişkin değişiklik yapma yetkim ve gücüm yok bari ikinci öğretime, yaz okuluna, ek derse yüklenip dünyalığımı arttırayım.” oluyor.
Tüm olumsuz şartlara rağmen yine de üniversitelerin bünyelerinde ülkenin en okumuş, yazmış takımını barındırıyor olmaları, siyasal iktidarların “Aman boş bırakmayalım. Ne olur, ne olmaz” kaygısı ile, üniversiteler üzerindeki baskıyı sürdürmeleri sonucunu doğuruyor.
Bu baskının en kolay yolu, içi boş, tabela üniversiteleri oluşturmak ve yandaş (Her an dönebilecek) yöneticiler marifetiyle, gelişmiş ve görece bağımsız ve güçlü olmayı sürdürebilen üniversitelerin karşısında, üniversitelerarası kurul gibi üst kurullarda oy üstünlüğünü ve karar alma gücünü ele geçirmek.
Son günlerin moda gündemi “Özgürlük” ve “Açılım” her nedense üniversiteye uğramayı bir türlü düşünmüyor. Siyasi iktidar için üniversitede özgürlük “Türban”la sınırlı. Meclis’te her istediği yasayı yapma sayısal gücüne sahip iktidarın aklına en azından 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası’nın cunta döneminden kalma disiplin maddelerini değiştirmek gelmiyor mu?
Özgürlük aşığı (?) devletliler üniversite öğrencileri üzerindeki resmi, sivil güvenlik gücü baskısını, disiplin cezası, atılma, uzaklaştırma terörünü sürdürmeyi ve arttırmayı neden bir özgürlük sorunu olarak görmüyor? Neden her üniversite öğrencisinin kalıptan çıkmış gibi aynı şekilde düşünmesi hedefleniyor? Neden farklı düşüncelerin zenginliği “Bölücü, yıkıcı, solcu” etiketlemesiyle dışlanıyor?
Aslında özgürlük için ilk şart olarak “Türban” ya da “Şapka” çözümlerinin zorlanması, üniversitelerin özgürleşmesi talebinden çok “Yandaş” öğrencilerin özgürlüğü anlamından başka bir anlam taşımıyor.
Akademik kalite, yönetsel özerklik, bilimsel özgürlük gibi temel sorunları ciddi olarak gündeme getirmeden, sadece üniversitelerin tek tip yapılanması için en tepeden en aşağıya kadar tek bir beyin gibi çabalayan siyasal iktidarın, üniversitelerde özgürlükle ilgili bir sorunu çözmek gibi bir hedefinin olmadığı artık kundaktaki bebeklerce bile biliniyor.
Bu görev, örgütlü ve birlikte mücadele yöntemlerini geliştirmesi gereken ilerici üniversite bileşenlerine düşüyor.
ARİF NACAROĞLU

Evrensel'i Takip Et