12 Nisan 2010 00:00

‘Eleni ve Gül’ memleketleri İstanbul’da

Amsterdam’dan Tiyatro Rast’ın “Eleni ve Gül” oyunu, İstanbul’da sahnelendi. Oyunun yönetmeni Şaban Ol ile oyunu, eski İstanbul’u, 6-7 Eylül’ü, halkların kardeşliğini konuştuk.

Paylaş

Amsterdam’dan Tiyatro Rast’ın “Eleni ve Gül” oyunu, İstanbul’da sahnelendi. Oyunun yönetmeni Şaban Ol ile oyunu, eski İstanbul’u, 6-7 Eylül’ü, halkların kardeşliğini konuştuk.
Önceki akşam Tiyatro Z Sahnesi’nde gösterime giren, Tiyatro Rast’ın multimedya kullanarak hazırladığı oyun “Eleni ve Gül”, 1955 olaylarını yaşamış iki yaşlı kadın; Eleni ile Gül’ün, sürekli değişmekte olan İstanbul’da arkadaşlarını, yalnızlıklarını ve paylaştıkları geçmişi sorgulayan konuları ele alıyor. “Buralardan gitmeliyim” diyor Eleni, “Gitmemiz gerek” diyor Rose, yani Gül... “Alnımıza vurulmuş, kırmızı hacı görmüyor musun” diye, üzgün soruyor Eleni.
Takvimden bir yaprak kopartarak başlıyor oyun, ardından başlıyorlar uzun ve keyifli bir sohbete, kavga etmeye, birlikte dans ederek şarkılar söylemeye. “Cehennemin dibindeyim, başımda da bir zebani bekliyor” diyor Eleni, başında dikilen Rose’a. Rose ise kızıveriyor hemencecik: “Annen, baban, kocan, kızın, oğlun, arkadaşların hepsi gitmiş, sen yoğurtçunun artık gelmemesini mi söylüyorsun?”
İstanbul’un tarihi bir semtinde oturan, çocukluk arkadaşları ve eski varyete sanatçısı olan Eleni ve Gül, evlerini satmaya zorlanırlar. 1955’te, Rumlara karşı yapılan saldırılar ve talan olaylarından sonra ailesi Yunanistan’a göç eden Eleni, direnerek İstanbul’da kalmıştır ve ata yadigarı evi satmaya niyeti yoktur. Gül ise eski evi satıp geçmişi geride bırakarak, başka bir yerde yeni bir yaşam kurmayı düşlemektedir. İki kadın, içinde yaşadıkları şehir hızla değişirken aşk, ötenazi, erkekler ve seks üzerine koyu bir tartışmaya, sohbete koyulurlar. Betonlaşan şehir, uzaklara giden akrabalar arkadaşlar, geçmişe özlem, mektuplar, kaybolan meslekler ve giderek çoğalan süpermarketler, ellerindeki sopalarla “Bugün malını, yarın canını” diye bağıran Neandertaller, erkekler, yağmalar, dayaklar, yardım isteyen insanlara polisin sadece durup bakması gibi pek çok olay ve konu, oyunda yer alıyor. Geçmişte yaşananlar ön plana çıkmaya başlayınca, iki yaşlı kadının olaylara ilişkin yaklaşımlarında farklılıklar ve çelişkiler baş gösterir. Eleni ve Gül, değişen İstanbul’da, geçmişiyle hesaplaşan iki yalnız kadın arasında geçen, mizahi, melankolik bir oyun.
OYNADIKLARI DEKORUN İÇİNE GİRDİLER
Oyunu arkadaşlık üzerine kuran Yönetmen Şaban Ol, iki oyuncusuyla arkadaş olduğunu, Eleni’yi oynayan oyuncuyu 20 yıldır tanıdığını söylüyor. Gerçek hayatta da çok iyi arkadaş olan iki kadın oyuncu sahnede harikalar yaratıyor, müthiş performanslarıyla izleyenleri kendilerine hayran bırakıyorlar. Öyle ki, oyun bitiminde dakikalarca ayakta alkış alıyorlar.
1986-1987 yıllarında üç ay İstanbul’da kalan oyunun yönetmeni ve yazarı Şaban Ol, o zamanlar yönetmenlik bölümünde okurken Cihangir’de yaşlı bir kadının evinde kalır. Bu yaşlı kadının arkadaşıyla, hizmetçisi ya da bakıcısıyla garip bir ilişkisi vardır ve aralarında ilginç diyaloglar oluşur. Öğrencilik heyecanıyla birlikte biraz da hayranlıkla Şaban Ol, bazı diyalogları not eder. Ev sahibi olan yaşlı kadın, “Tanrım al benim canımı” diyerek geceleri yalvarmaktadır. Oyundaki Eleni gibi, yaşlı kadının da yurtdışında, gelip gitmeyen, kendisini aramayan iki çocuğu vardır.
Şaban Ol ilk önce, bu kadınların hikayesini, ötenaziyi, yalnızlığı, aşkı anlatan küçük bir oyun yazar. Fakat yazdıktan sonra bir şeyleri eksik hisseder, oyunu yeterli bulmaz. Oyundaki karakterlerin aynı zamanda bir sıcaklığa ihtiyacı olduğunu düşünür. İki yıl önce 1955 olaylarına dair bazı kitaplar okur, oyundaki kadın karakterlerden birisini Rum yapar ve oyun, başka boyut kazanarak bambaşka bir dram olur. Oyunu tekrar yazar. Rum kadın İstanbul’da bir Türke aşık olur ve Türkiye’de kalır. Olaylardan sonra bütün ailesi Yunanistan’a göç eder. Okullardaki ırk ayrımından dolayı kızı ve oğlu da yurtdışına gider. Yabancılık duygusunu biraz daha ön plana çıkarmak için oynayan oyuncuların da iki kültürlü, iki dilli, iki pasaportlu olmasına karar verir.
İstanbul, 2010 Kültür Başkenti seçilince, oyunla bir katkısı olsun ister. Oyunun ‘70-80-90’lı yıllarda geçtiğini, sahneye çok yaşlı kadın koymak istemediğini söyleyen Yönetmen Şaban Ol, “Oyundaki iki karakter de varyete sanatçısı, olaylar ortaya çıkınca ve varyete kültürü de yok olunca, evlerinde kendi köşelerine çekilmişler” diye anlatıyor; “İstanbul değiştikçe, bu kadınların eski kültürü de eski arkadaşları da yok oluyor. Artık şarkı söylemekten de vazgeçmişler, geçmişin hatıralarıyla yaşıyorlar, canları sıkıldıkça kendi kendilerine söylüyorlar, birbirlerini didikliyorlar...”
Aksaray’da doğan, Bursa’da büyüyen, 16 yaşından beri Hollanda’da yaşayan yönetmen, İstanbul’u çok sevdiğinden bahsediyor. Özellikle Beyoğlu’nu seçtiğini, Boğaz’ı, 1955 olaylarının geçtiği sokakları, eski varyete tiyatrosunun olduğu yerleri görmenin, oyuncularda farklı bir psikolojik etti yarattığını anlatıyor ve “Birden oynadıkları dekorun içinde girdiler” diye ekliyor.
ARKADAŞLIK VE SEVGİ ÖN PLANDA
Günümüzde bazı mesleklerin yok olduğunu; kalaycısından bozacısına, yoğurtçusundan sütçüsüne her şeyin yavaş yavaş yok olduğunu, her şeyin süpermarkete dönüştüğünü, kapitalizmin insanları yalnızlaştırdığını, bazı değerleri yok ettiğini söylüyor yönetmen: “Kapitalizm bunu isteyerek mi yapıyor bilmiyorum ama bu olay günlük insani ilişkilere yabancılaştırıyor. O anlamda yabancılaşıyorsun artık, bir şey istemiyorsun; sepete koyup, hiç konuşmadan alıp çıkabiliyorsun. Ama eskiden öyle değildi, ‘İki kilo elma ver’ denirdi, yukarıdan bağırılırdı, nasılsınız diye hal hatır sorulurdu, ‘Hastalığınız vardı, geçti mi?’ gibi az çok sohbet edilirdi. Bütün bu insani ilişkiler yok oldu, gittikçe de yok oluyor. Dünyanın her yerinde olan bir şey bu.”
1955 olaylarıyla ilgili araştırmalar yapan, olayın tanıklarıyla görüşen yazar, “Artık eskisi gibi değil, Türkiye’de bazı şeyler konuşulup yazılabiliyor” diyor, “Bazı şeyleri birleştirdim, bazı şeyleri ayırdım” diyerek devam ediyor: “Polise verilen emirde cana zarar gelirse müdahale edin, mala zarar gelirse hiç dokunmayın deniyor. Ama bazı yerlerde dükkan sahipleri dövülüyor. Oyunda geçen papazın kızına tecavüz edilmesi ve sakallarından sokaklarda sürüklenerek dövülmesi, yaşanmış gerçek bir olaydır, şahitler var. 4 binin üzerinde dükkan, 70 tane kilise, birçok okul, manastır yakılmış, yağmalanmış. Olaylar fonda var ama ben arkadaşlığı ve sevgiyi ön plana çıkarmak istedim.”
(İstanbul/EVRENSEL)

OYUN BİR SÜRE İSTANBUL’DA

Sivas ‘93 (2007), Arındırma (2005), Babamın Gölgesinde (2003) adlı oyunlarında olduğu gibi bu oyununda da Şaban Ol, tarihsel verileri, güncel olaylar ve hayal gücüyle birleştirerek yeni bir boyut kazandırıyor. Oyun 13-14 Nisan’da Kartal Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenecek.
Ardından Amsterdam yolculuğuna çıkacak. Oyuncular: Palulette Smit, Manoushka Zeegelaar Breeveld. Metin ve reji: Şaban Ol. Uyarlayan ve çeviren: Ergun Şimşek, Şaban Ol. Oyunun müzikleri, 1950’li yılların kanto, tango ve İstanbul rebetlerinden esinlenen Selim Doğru’ya ait. Dekor ve grafik tasarımı: Bülent Evren. Işık tasarımı: Dirk Blom. Giysi tasarımı: Yukie Hashimoto. Fotoğraf: Jean van Lingen. Reji asistanı: Nina Slagter. Teknik: Jordy Stuurman. Halkla ilişkiler: Yuen Kwan Lo. İdari menajer: Gert de Boer.
Cihan Bilgen
ÖNCEKİ HABER

Yönetmen Noé festivalde

SONRAKİ HABER

YAŞAMA KÜLTÜRÜ

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa