13 Nisan 2010 01:00
ALBATROS
GÜNÜN YAZILARI
Sevgili Evrim Alataş, dün Diyarbakırdaki evinde yaşamını yitirdi. Ölüm yine yaptı kalleşliğini ve çekip aldı onu aramızdan. O zalim hastalık yakasını bırakmadı. Ama sonuna dek dik durdu. Ruhu asla teslim olmadı. Onun Kumkapıdaki Özgür Gündem binasında gazeteciliğe başladığı günleri hatırlıyorum. 18inde, en gençlerimizdendi Daha o sırada bir yandan kirli savaşı genç bir gazeteci olarak izlerken, bir yandan da kanseri alt etmesini biliyordu. Malatyanın Akçadağından, Gölpınar köyünden... Direngen bir coğrafyanın çocuğu Yaşama ve sisteme alayla bakmasını bilen, asla eziklik hissetmeyenlerden, kendimize de ayna tutmaktan kaçınmayan Kısacık ama dopdolu ömrüne ne çok gazete ve dergi sıkıştırdı. Renk ve müzik savaşlarını anlattı bize, Mayoz Bölünme Öykülerinde kara mizah diliyle. Mehmed Uzun ve Ece Ayhan gibi son derece farklı karakterleri anlattı. Her Dağın Gölgesi Denize Düşerken, o da belleğimize sözcüklerini, sesinin tınısını ve gülümsemesini bıraktı; sevgili Ayşe, Sema ve Gurbetelli ile buluşmaya giderken En son Min Dît filminde, Kürtlerin yitik dünyasını ve çocuklarını anlattı bizlere. Mehmet Gülerin Bir Çocuk Hangi Maksatla Tutsak Edilir? başlıklı yazısını okuyordum tam.
Filistinde İntifadada, Arafatın Generallerim dediği çocuklar işgalci militarizmi taşladığında, bütün dünya taçlandırdı onları. Ama Kürtlerin çocukları kurşunlandığında, zindanlara konduğunda, dünyanın kulakları sağır ne yazık ki. Onlar, Evrimin de çocukları idi, yüreğinde hep taşıdığı
Genç Kürt Yazarı N. Mehmet Güler, Olmayan bir halkın çocuğu olarak doğmak, kendin olmaktan ve öyle kalmaktan ölesiye korkmak, nasıl bir duygudur diye soruyor. Ve devam ediyor: Öldürülmüş annesinin etrafında emekleyerek dönen, cansız memesinden hayat emmeye çalışan çocuğu, süngünün ucuna takarak fırlatmak nasıl bir hissin, hırsın, düşmanlığın motive ettiği ruh halidir, Dersimde?.. Ölüm, deneyimi olmayan tek olaydır belki de ama insanın ölüm eşiğini aştığı ve yine de hayatta kaldığı anlar vardır, üstelik asla binlerce defa ölmeyi tercih edeceği anlar kadar acı duymadan! İnkar edilmek, yok sayılmak ölümün ötesinde duygulardandır
Sizce ölüm nedir? Kaç nevi vardır ölümün? Sadece mayınlar, kurşunlar, havanlar mı öldürür çocukları? Çocuğunuzun öldürülmesini düşündünüz mü hiç? Ya da sizi öldürenlerce alındığını ve kendilerine benzetilmek üzere insanlık suçu işleyen yuvalarda devşirildiğini? Empati yapmak için bu sorular bile hafif kalıyor biliyorum. Bir çocuk boğazlanırken en kutsal sözün bile anlamını yitirdiğini de!.. Binlerce çığlık, sessizlik duvarını yıkmaya yetmiyor, çocuklarımızın vurulmasına susarak onay veren vicdanların perdesini yırtamıyor ne çare.
Tutsaklık nedir bilir misiniz? Ben biliyorum. Yaşamadan zindanda olmayı anlamak imkansızdır. İnsanın icat ettiği en korkunç yöntemdir. Diri diri betona gömmek tabiri bile karşılık gelmiyor. İnsanın tabiatına en ters uygulamadır tutsaklık.
Bir çocuk hangi maksatla tutsak edilir? Çocuklarımıza günahlarımızın ceremesini ödeten mantık, korktuğu yarınların gelmesini, çocukları öldürerek engellemeye çalışıyor Taş atmak suç muş! Belki binde birini yazamadığım suçlar karşısında olabilecek en masum davranıştır. Bir ifade biçimidir. Sizin hiçbir yasanız, hatta devletiniz bile bir çocuk yaşamı kadar değerli olamaz. Kin biriktiriyorsunuz, nefret biriktiriyorsunuz, bu toplumun bütün bir geleceğini çılgınca yok etmeye çalışıyorsunuz. Yapmayın! Çocuklarımızı gözlerimizin önünde kurşunlamayın! Tutsak etmeyin!
Çocuklar neden taş atıyor? Normal oldukları için. İnsanlık adına bu konuda sevinmemiz gerekir. Çocuklar taş atmasın istiyorsak, onlara çocukluklarını, yani geleceğimizi geri vermek zorundasınız.
Çocuklar yaşasın... Çocuk yaşayacak ama haklarıyla, doğalarına uygun, özgürce... Anne ve babasıyla kendi dilinde konuşacak, kendi dilinde ninnilerle büyüyecek. Kürtçe masal dinleyecek, Kürtçe çizgi film izleyecek. Kürtçe kreşe gidecek, Kürtçe anaokuluna Bunlar Kürt çocuklarının bir asırdır gasp edilmiş haklarıdır. Kim verecek hesabını?..
RAGIP ZARAKOLU
Evrensel'i Takip Et