2 Mayıs 2010 01:00

Minervanın Baykuşu


Biz geçen hafta Pervari’de okullu küçük kızlara tecavüzü konuşuyorduk. O yoksul kızların, yerel eşraf tabakasından adamlar tarafından birkaç şekere kandırılarak, nasıl defalarca ırzına geçildiğini tüylerimiz diken diken olarak okuduk/izledik. Bir kasabanın ileri gelenlerinin; 23 Nisan törenlerinde protokolde oturabilecek kadar merkezi iktidarı az çok temsil edebilecek nitelikteki adamların, küçük kızlara böyle bir vahşet yaşatabilmesi için orada nasıl gizli bir ortaklık kurmuş olduklarını, bu günahta nasıl mutabakat haline girdiklerini gördük. Bir tecavüz ötekini kovalamış, kızların ırzına ilk geçenler diğerlerine haber vermiş ve bu böyle sürmüş gitmiş. Bizim bu olaydan kanımız donmuş iken, geçen yıl olmuş ama yeni öğrendiğimiz olay ve hafta boyu süren tartışmalar, olayın üstüne tuz biber ekti.
Duyduk ki, bir kız çocuğu, kendisini taciz eden ve sonra fotoğrafla şantaj yapan yine kendi yaşındaki çocuklara, tecavüz etsinler diye iki küçük yeğenini kendi elleriyle götürüp vermiş. Çocuklardan biri tecavüz sonrasında ölmüş, diğeri yaşıyor. Yan yana evlerde oturan kardeş ailelerden birine mensup 14 yaşındaki kız çocuğunun, doğumlarına tanık olduğu, onlarla oynadığı, belki sürekli kucağında dolaştırdığı küçücük yeğenlerini, başlarına ne geleceğini bile bile götürüp tecavüzcülerine teslim etmesini anlamak, bizim “normal” dünyamızda zor. Bebek yaştaki çocukların başlarına gelenden sonra ne sağ kalan mağdurun ne de o kızın travmasız bir hayat yaşayabilmesi imkansız. Bebeklere tecavüz eden delikanlıların hissiyatını da yine biz o “normal” dünyamızın kavramlarıyla anlamakta zorluk çekiyoruz.
Fakat, sevdiğine kaçıp evlendiği için hamileyken “Beni en iyi anlayan odur” dediği erkek kardeşi tarafından öldürülen bir genç kadının, bu hafta ekrana yansıyan hikayesi gibi hikayeler bitmediği sürece, yeğenlerini elleriyle teslim eden kız çocuklarının trajedilerinin hiç bitmeyeceğini tahmin etmek zor değil. Yoldan ve sözden çıkmanın bedelinin kadına çok ağır ödettirildiği feodal bir dünya bu. Kardeşler canlarından çok sevdikleri ablalarını öldürebilir, kız çocukları bir töre cinayetine maruz kalmaktan korkarak bebek yeğenlerini azrailin kucağına atabilir, erkek çocuklar bebeklere tecavüz edebilir. Namusun ve ahlakın bekçisi töre, namusu korurken kullandığı şiddet yüzünden namussuzluğa yataklık eder; ahlaksızlıkla iş birliği yapar.
Bu, Türkiye’nin eskiden beri süren bir yarası. Şimdiye kadar hiçbir iktidar bu yarayı sağaltmayı gündemine almadı. Tersine, durumu görmezden geldikleri, böylece örtülü bir destek verdikleri bile söylenebilir. Kız çocuklarını öldüren kararların çıktığı aile meclisleri orada ayrı bir hukukun borusunun ötmesini sağlarken, töre cinayetleri failleri “töre indirimi” denen bir garabetten yararlandılar. Kızını öldürenin yanına, elindeki kan kâr kaldı.
O yüzden kimse, yeğenlerini elleriyle tecavüzcülerine götüren o kız çocuğunu ve tecavüzcü çocukları psikolojik rehabilitasyondan geçirmekle meselenin çözüleceğini sanmasın. Çünkü Pervari’ler bitmeyecek. Zaten şimdiye kadar başka kaç tane Pervari olayı olduğunu ve onların da üstünün nasıl başarıyla örtüldüğünü de merak ediyor insan.
Daha ilginci, geçen yıl olmuş bu olayın ortaya çıkarılmasından yerel eşrafın da merkezi iktidarın da aynı biçimde tedirgin olması. Başbakan Erdoğan’ın yenilir yutulur kabilinden olmayan sözlerle olayı ortaya çıkaran medyaya çatması, geçen yıl yaşanmış bir olayın şimdi gündeme getirilmesinde bir gazetecilik başarısı görmemesiyle Pervari Belediye Başkanı İsmail Bilen’in kızgınlığı birbiriyle benzer nitelikte. Başkanın “Hepimiz akrabayız. Olayı kapattık gitti kendi aramızda” deyip bunu kaymakamla, savcıyla ve emniyetle iş birliği halinde yaptığını itiraf etmesi, merkezi iktidarla yerel eşraf arasındaki kan bağını apaçık gösteriyor.
Beklenmedik bir şey değil bu benzerlik aslında. Hem geçen haftaki tecavüz vukuatında fail olarak hem de geçen yılki olayda müdahil olarak yerel yöneticiler, birbirini tamamlayan refleksler gösterdiler. Başbakan da üstüne tüy dikmiş oldu. Tablo tamamlandı. Küçük kızlara tecavüzün hukuki seyrinin böyle organize bir biçimde şekillendirilmiş olması utanç verici.
Bu iki olay, “Modern Türkiye”de yerel eşraf, merkezi iktidar ve toplumsal yapı arasındaki ilişkilerin nasıl kurulduğunun ve feodal kültürel değerlerden beslenen toplumsal yapının böyle bir siyasi ilişkiyi mümkün kılacak biçimde nasıl şekillendiğinin somut göstergesi. Ve bu gösterge, ne yazık ki böyle bir sosyopolitik ilişkiyi şimdi, tecavüz gibi en pespaye biçiminde ortaya çıkardı.
Bir süredir töre cinayetleri üzerinden tartıştığımız feodal geriliği biz şimdi bebek tecavüzleri üzerinden konuşuyorsak, bu soruna hukuki ve siyasi bir çözüm bulunmadıkça yakın gelecekte neyin üzerinden konuşacağımızı -evet konuşmak zorunda kalacağız- tahmin etmek zor. Bebek tecavüzünden daha öte bir dejenerasyon yok çünkü. Ama dibin daha ötesi olabileceği iması can yakıyor.
O çocuklar, onlara tecavüz eden öteki çocuklar bölgede yaşanmış büyük acıların ortasına doğdular. Gözlerinin önünde kendilerine ve sevdiklerine kötülük yapılmış insanların, hiç iyilikle karşılaşmamış çocukların kötülüğü içselleştirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bölgede yaşanan şiddetin bir parçası olan tecavüzün, çocuklardan da birer tecavüzcü çıkarmasına şaşmamak gerekiyor; çocuklar, rol modellerine bakarak biçim alırlar.
Siyasi iktidarın baş yetkilisi, olayı ortaya çıkardığı ve son zamanlarda sevilen bir deyimle “kasabanın bir yıllık sırrı”nı faş ettiği için basına kızacağına; çocukların tecavüze uğramadığı, kız çocuklarının kendi elleriyle yeğenlerini azraile taşımadığı bir ülke nasıl yapılır, Pervarilerin olması nasıl önlenir ve yerel eşraf, çocukların ırzına geçmeye nasıl özendirilmez, ona kafa yorsa…çok daha iyi olacak!..
Nuray Sancar

Evrensel'i Takip Et