17 Şubat 2011 05:11

OSTİM’DE PATLAYAN NEYDİ? 1

SUNUAnkara OSTİM ve İvedik Sanayi Bölgesi’nde aynı gün meydana gelen iki ayrı patlamada 20 işçi hayatını kaybetti. Patlamanın hemen ardından, hükümet yetkilileri, yerel  yöneticiler, sanayi bölgelerinin yöneticileri patlama yerlerine akın ettiler. Her kazadan sonra alışık olduğumuz; “Sorumlular bulunacak, hayatını kay

OSTİM’DE  PATLAYAN NEYDİ? 1
Paylaş

Ferhat Güzelgün

SUNU
Ankara OSTİM ve İvedik Sanayi Bölgesi’nde aynı gün meydana gelen iki ayrı patlamada 20 işçi hayatını kaybetti. Patlamanın hemen ardından, hükümet yetkilileri, yerel  yöneticiler, sanayi bölgelerinin yöneticileri patlama yerlerine akın ettiler. Her kazadan sonra alışık olduğumuz; “Sorumlular bulunacak, hayatını kaybedenlerin yakınlarının mağdur olmaması için ne gerekiyorsa yapılacak” açıklamaları geldi. Hemen ardından da; “Suçu hemen patronlara, hükümete, bakanlığa atmayalım, gerçek neden için araştırmaların bitmesini bekleyelim” açıklamaları geldi. Bir süre sonra ise suçlu bulundu: Oksijen tüpleri. Sanki oksijen tüpü patlayınca ölümlerin olması normalmiş gibi anlattılar 20 işçinin ölmesini. Ne patronlar, ne de hükümet ve bakanlıklarının hiç suçu yokmuş gibi. Patlamaların nedeni 20 yıllık oksijen tüpleri olsa bile, bunların satışını, işyerlerinde kullanılmasını denetlemeyenler, 20 yıllık tüpleri bile bile işçilere kullandıranların hiç suçu yokmuş gibi. OSTİM’de yaşananların acısı bitmeden, Antalya, Sakarya ve Elbistan’dan gelen iş cinayetleri haberleri bir kez daha kâr uğruna işçilerin canlarının hiçe sayıldığını gözler önüne serdi. Elbistan’da 4 gün arayla meydana gelen iki göçüğün sorumluluğu ise peş peşe olan depremlere bağlanmak isteniyor. Eğer sebep o olsa bile, küçük bir depremin ardından nasıl oluyor da böyle bir göçük meydana geliyor sorusunu kimse sormuyor. Kimse, bir yıldır önlem alınmadığı için göçüğün geliyorum dediğini, daha fazla kâr için taşeronların yarıştırıldığını, iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını sorgulamıyor.
OSTİM ve İvedik OSB’de gerçekte neler yaşandığını anlattığımız dosyamızda, patronların ve onları denetlemesi gereken devlet kurumlarının işçilerin canını nasıl hiçe saydıklarını göreceksiniz. 

OSTİM ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde meydana gelen iki patlamada 20 işçi hayatını kaybetti. Arama kurtarma ekiplerinin, patlama sonucunda çöken işyerinin enkaz yığını altında işçilere ulaşmaya çalıştığı esnada, kaza yerinde hükümet ve devletin yetkili makamları boy gösterdiler. Hemen yanı başlarındaki harabe haline gelmiş işyerinin görüntüsüne kör, yıkıntıların altındaki yakınlarından haber bekleyen ailelerin çığlıklarına sağır kesilmişçesine, “OSTİM bizim, Türkiye’nin gözbebeğidir. Buradaki gelişmeyi gölgeleyemeyiz” diye basına açıklama yapıyorlardı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, “büyük üzüntü” içinde TV kanallarında kazada ölenlerle ilgili açıklamalar yaptığı saatlerde, kendisine bağlı bulunan kolluk güçleri de aynı şehrin merkezinde “Esnek, güvencesiz ve kuralsız çalışmaya hayır” diye haykıran emekçilerin kafalarında cop kırmak ve onları gaza boğmakla meşgullerdi.

DEVLET CİNAYETE  ‘KÖR-SAĞIR

Henüz patlamanın üzerinden 8.5 saat geçmişti ki, ilk patlamanın geçekleştiği yerden 700-800 metre ötede ikinci bir patlama gerçekleşti. Ve “ülkenin gözbebeği” olan “modern” sanayi bölgesindeki başka bir atölyede, 12 işçi yanarak hayatını kaybetti. Ankara’da bir gün içerisinde yaşanılanlar, sermayenin sanayi sitelerindeki ucuz emek sömürüsünü, sağlıksız, iş güvenliği önlemleri alınmayan atölyelerde yaşamları pamuktan bir ipliğe bağlanmış işçilerin çalışma koşullarını bir kez daha üstü karartılmayacak bir biçimde ortaya çıkardı. Bu gerçekliği yaratanların Kızılay’da eylem yapan emekçilere, “aslan”, iş cinayetlerine de “kör-sağır” kesilen iki yüzlü emek düşmanı tutumu da bir kez daha görüldü.

YETKİLİLER ‘YETKİSİZ’ Mİ?

Yetkililer, yaşanılanlar karşısında sorumluluklarını gizleme telaşı içerisinde topu bir başkasına atma derdindeydi. Belediyeler, “denetim yetkisi bizde değil” deyip, sorumluğu sanayi bölgesi yönetimine yıkıyor, sanayi bölgesi yönetimi de “iş yeri belgelerini biz vermiyoruz” açıklaması yaparak belediyeye havale ediyor, Çalışma ve Sanayi Bakanları ise denetimsizliği, uygulanmayan iş güvenliği yönetmeliklerini ve iş yasalarını hemen tartışma dışı bırakmaya çalışıyorlar. Patron gazetelerinin tümünün pazar sayfalarında, ölen işçilerin dramatik hayat hikayeleri vardı. Bir de patlamalara neden olarak üzerinde en çok durulan  “katil” oksijen tüpleri ile ilgili haberler. Yetkili makamlar altını çizerek vurguluyor “sorumlu suçlu olanlar varsa, mutlaka ortaya çıkarılacaktır.”

DENETİMSİZLİĞİN SORUMLUSU DA MI TÜPLER?

Aslında katilin, suçlunun, suçun kim yada ne olduğunu açık seçik biliyor, “Kazaları açığa çıkartma iddiasında olanlar.” Neden sorulmuyor, gerçek nedenleri açığa çıkartacak sorular? Neden iş kazalarında ölümlerde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncüyüz? OSTİM, Sincan ve İkitelli gibi sanayi bölgelerinde her yıl yüzlerce işçi ölmesine rağmen, neden işyerleri denetlenmiyor? İş yerlerindeki çalışma ortamını ve iş yeri güvenliğini kim sağlayacak, kim denetleyecek? Kendileri de işletme sahibi patronlar olan sanayi bölgesi yönetimleri mi? Yoksa binlerce kaza ve ölüme rağmen iş müfettişi ve denetmenlerinin sayısını istikrarlı bir biçimde azaltan iktidar mı?

HAYATTAKİLERİN ÖYKÜSÜ DE AYNI

Ne yazıyor gazeteler ölen işçiler hakkında: “2 gün önce asgari ücretle işe başladı, emekliydi, oğlunu okutmak için işe girdi, öğrenciydi, ailesine bakmak için oklunu bıraktı, belediyede işten atıldı hayatından oldu...” Türkiye’nin dört bir tarafındaki sanayi sitelerinde çalışan milyonlarca işçinin hikayeleri farklı mı peki? Asgari ücretle 10-12 saat sağlıksız, izbe atölyelerde güvencesiz, örgütsüz çalışan işçinin nasıl farklı bir hikayesi olacak? Neresinden tutsanız yoksulluk, ucuz emek sömürüsü dökülüyor. Gencecik yaşında hayatını kaybeden Hüseyin Yıldız’ın ailesine bakmak için okulunu bırakma nedenlerini neden kimse sormuyor? 50 yaşındaki Abdullah Karakulak’ın oğlunu okutmak için emekli olduktan sonra hâlâ çalışmak zorunda kalması neden?  Peki belediyede işten atılıp OSTİM’de işe başlayan Abdulkadir Kurt ? Bu hayat hikâyelerini OSTİM’de buluşturan tek şey emeğin en ucuz yoldan sömürüsü? İş güvencesi yok, sendika yok, denetim ve kontrol yok, uygulanan iş yasası yok. 10-12 hatta bazen 14 saat asgari ücretle çalışmak var, iş “kazalarında” ölmek var, meslek hastalığı var.

İŞÇİNİN KADERİ ÖLMEK Mİ?

İkinci patlamada ölen Aydın ve Aydemir Çapraz kardeşlerin mesailerinin kaçıncı saatinde olduğunu soran var mı? Mesailerinin 11’inci saatinden sonra patlama olmasaydı, belki de 13-14 saati bulacaktı mesai? Neden bu kadar uzun süre çalıştıklarını, hayatlarına mal olan bu çalışma sonucunda ne kadar ücret aldıklarını soran var mı? OSTİM yönetimi, Belediye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ya da Sanayi Bakanlığı mı? Hangisi verir bunların yanıtını? Patlayan oksijen tüpünün,”ihmalkar” davrandığı iddia edilen işçinin suçu var, ama onu 12-14 saat çalıştıran sömürü çarkının suçu yok, patronların suçu yok, buna göz yuman devletin ve onun “yetkili” organlarının suçu yok. Her şey kader, “takdiri ilahi.”  

‘EMEK SÖMÜRÜ LABORATUAR’

OSTİM Organize Bölgesi Yönetiminin resmi İnternet sayfasında OSTİM şöyle anlatılıyor: “Kaliteli üretim ve kurumsallaşmaya yönelik tüm destek birimlerine sahip olan OSTİM, çağdaş üretim teknolojisini yakalamış dev bir fabrikadır. Bu fabrika küçük ve orta ölçekli işletmelerin evrensel bir laboratuarı niteliğini taşırken, Türkiye’nin en önemli istihdam alanlarından biri olmayı da başarmıştır.” OSTİM patronlarının böyle gördüğü OSTİM, işçilerin tarafından bakınca da evrensel bir “Emek Sömürü” laboratuarı. “Çağdaş” bir üretim var,  ama 100 bin civarında işçinin çalıştığı bir bölgede meslek hastalıkları ile ilgili hiç bir kurum, sağlık merkezi yok. “Kaliteli” üretim var ama iş güvenliği, 8 saatlik işgünü, sigorta ve sendika yok.

ÖLENLER İÇİN DEĞİL, ÖLMEMEK İÇİN BİRLEŞMELİYİZ

Yüzlerce sanayi sitesinde üç kuruşluk asgari ücrete yitip giden işçi kardeşler, daha susacak mıyız? Haber kanallarında yarın adları geçecek olanların, bizler olmamasını kim önleyecek? Belki de yarın bizim işyerimizin önünde ailelerimizin ardımızdan yaktığı ağıtlar yükselecek? Nasıl duracak bu azgın kâr hırsı uğruna yaşanılan vahşi ölümler? Biz durduracağız bu ölümleri, biz karşı duracağız. Patlamanın hemen ardından olay yerine    3-4 bin kişi nasıl koştuysak, öyle yan yana geleceğiz işte. Yalnız ölenler için değil ama başka ölümler olmasın diye yan yana geleceğiz. Bu ucuz emek sömürüsüne karşı birleşeceğiz, yan yana örgütleneceğiz. Bizi hep susar, hep unutur zannedenler yanılıyor? OSTİM sokakları da bir gün Mısır’ın Tunus’un şehir meydanlarına dönerse, nereye kaçacak bakalım, bugün ölülerin ardından timsah göz yaşları döken emek hırsızları, emek düşmanları. (Yarın: OSTİM işçileri : ne denetim var ne eğitim) *OSTİM İşçisi


İŞ GÜVENLİĞİ LEVHALARDA KALIYOR
Resmi belgelerde iş güvenliği şöyle tanımlanıyor: “İşyerlerinde işin yürütülmesi ile ilgili olarak oluşan tehlikelerden, sağlığa zarar verebilecek şartlardan korunmak ve daha insani bir iş ortamı meydana getirmek için yapılan metotlu çalışmalar. İşyerinde çalışan işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamayı, bir başka ifadeyle, işyerinde doğabilecek, iş kazası ve meslek hastalıkları gibi her türlü riske karşı gerekli tedbirleri almayı, bu husustaki şartları yerine getirmeyi, bu hedefleri yerine getirmeye yardımcı olabilecek araç-gereçlerin noksansız bulundurulması.”  
Bu tanımı OSTİM ya da başka bir sanayi sitesiyle karşılaştırsanız her yerinden tel tel dökülür. Atölyenizde oksijen tüpü mü var? Asarsınız üstüne “Ateşle yaklaşma” levhasını, patronun ve devletin sorumluğu orada biter. Buna rağmen olanlar ya işçinin ihmalidir ya da takdiri ilahi.
Neden onlarca işçi patlayıcı maddeler ile kucak kucağa çalışır? Patlayıcı madde bulunan iş yerleri neden bu riskli durumu göz önünde tutularak inşa edilmez. Birinci patlamanın olduğu yerin yaklaşık 40-50 metre ötesinde bir LPG istasyonu bulunuyor, onun hemen bitişiğinde de 50’den fazla çalışanı olan bir iş makineleri servisi. İkinci patlamanın olduğu yerin hemen bitişiğinde bir boya imalathanesi bulunuyor.
Görüldüğü gibi, OSTİM ya da İVOGSAN  söz konusu olduğunda “çağdaş ve modern üretim” kağıt üstü kalıyor. Ne işyerleri içerisinde bu tür iş cinayetlerine karşı bir tedbir alınıyor, ne yerleşim planlaması riskler gözetilerek yapılıyor, ne de devlet buraları denetleyip hesap soruyor. Peki neden patronlar kazalara karşı tedbir almıyor? Problem maliyet mi? İş güvenliği için harcanacak paralar mı, azalacak karlar mı? Zaten harcanması gerekli olanı da, o patlamada hayatını kaybeden işçi yaratmıyor mu alın teriyle?


150 BİN İŞÇİ ÇALIŞIYOR
Ankara’nın Yenimahalle ilçesindeki sanayi havzasında iki organize sanayi bölgesi bulunuyor. Bunlardan biri temeli 1975 yılında atılan OSTİM, diğeri de 1987 inşasına başlanan ancak resmi açılışı 2003 yılını bulan İvedik Organize Sanayi Bölgesi. Bu iki sanayi bölgesi, yaşanan büyüme nedeniyle artık iç içe geçmiş durumda. OSTİM’de 5000 işletmede yaklaşık 50 bin çalışanın olduğu belirtiliyor. İvedik OSB’de 7000’e yakın resmi işletme bulunuyor. Çalışan sayısının 100 bini aştığı tahmin ediliyor.

OSTiM ve İVEDİK OSB İŞÇİLERİNİN TALEPLERİ
*  İş cinayetlerine neden olanlar açığa çıkarılmalı ve yargılanmalı.
*  Ağır işkolu bulunan sanayi sitelerinde çalışma günde 8 saat olarak sınırlandırılmalı, zorunlu mesai uygulamaları yasaklanmalı.
*  Başta iş güvenliği olmak üzere bütün iş yasaları hayat bulmalı, denetlenmeli, yönetmeliği ve yasaları ihlal edenler cezalandırılmalı.
*  İş yaşamı ve güvenliği yalnızca devletin ve patronların insafına bırakılamaz. Aralarında işçilerin ve mesleki kurumlar bulunduğu denetim mekanizmaları kurulmalı.
*   OSTİM ve İvedik Sanayi bölgelerine kapsamlı bir meslek hastalıkları hastanesi yapılmalı.
*   İsçi sayısının elliyi aşmasına bakılmadan, işin ağırlığı ve tehlikeli mahiyeti dikkate alınarak  işletmelerde revir (işyeri sağlık birimleri) ve ambulans bulundurulması sağlanmalı.


BAKANLAR BÖYLE DERSE…
Bakın Çalışma Bakanı Ömer Çelik nasıl da açıklık kazandırıyor meseleye: “Bir maliyet meselesi değil, işletme olarak rekabet gücümüzü azaltan bir mesele değil. Tam aksine kalitemizi artıran, maliyetlerimizi düşüren ve uzun vadede işletmenin gücünü artıran bir meseledir. 200 milyon TL’lik tedbir alsaydık, 4 milyar TL’lik maliyetimiz olmayacaktı. 2009’da 200 milyon TL’lik tedbir almadığımız için tam 4 milyar TL maliyetimiz oldu.”
Maliyet meselesi değil diye belirtip de, konuya sadece rekabet ve kârlılık olarak bakan bir hükümet üyesinin, başka işçi ölmesin diye tedbir politikaları almasını beklemek ne kadar mantıklıdır ki? Bakanın açıklamalarına patronların ekleyeceği tek şey herhalde “Kriz var, rekabet var, kâr etmiyoruz, maliyet düşürmeliyiz” demektir.
Sahip olduklarını yaratan biricik kaynağa, yani emeğe ve işçiye üretim hesaplarında sadece makine, hammadde gibi, sadece bir girdi kalem olarak bakanlar ve onların hükümetlerinden aksini düşünmek  ne kadarda ahmakça olur.
Onlara göre işleyen sistem doğru, sadece “İhmal var, kayıt dışı çürük elmalar” var. Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan hem bir patron, hem de bir iktidar bakanı olarak nasıl da savunuyor sistemini: “Sanki burada işverenlerin gereken tedbirleri almadığı veya böyle bir altyapı hazırladığı gibi bir yanlış kanaat var, bunu düzeltmek istiyorum. Türkiye’de onlarca, yüzlerce organize sanayi bölgesi bulunuyor. Bunlar şimdiye kadar yönetildiler. Bir yerde bu sorun çıktı, bir kaza oldu diye baştan sona yönetim modelimizi tartışmamalıyız ve bunu sorgulamaya kalkmamalıyız. Problemin niçin ortaya çıktığını, sorumlusunun ne olduğunu görmeliyiz.”     
Modelinizi tartışmak için daha kaç işçinin yanarak, ezilerek, parçalanarak, ayrılarak ölmesi lazım? Yetmiyor mu bunca ölüm? Yoksa siz de sizden öncekiler gibi “bunlardan daha çok var” diye mi düşünüyorsunuz?

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Hukuksuzluk patenti!

SONRAKİ HABER

Balyoz sancısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...