24 Ekim 2010 00:00
NOT
KCK davası adıyla başlayan dava, hiç kuşkusuz ki, Kürt davasıdır.
Siyasidir
Yasal mevzuatın sınırları içerisinde anlamlandırılamayacak, o çerçeveye sığmayacak bir siyasi boyutla şekillendiği çok açık. Zaten aksi olsaydı, iddianamede isnat edilen suçlar ve deliller, mevcut anti-demokratik yasalar açısından bile, bu kadar keyfi ve yasa dışı olmazdı. Yoksa, mesela, Hasankeyfi kurtarmak için imza toplanmasını gerillaların yolu oradan geçtiği için yapıldı şeklinde suça dönüştürmek, en zihni sinir hukukçunun bile aklına gelebilir miydi! Ama sorun, siyaseti, (nasıl edeyim de Kürdün çanına ot tıkayayım siyasetini) hukuk kılığına sokmak olduktan sonra, Osmanlıda oyun mu yok!
Evet, ortada tek bir çakı bile yokken, Kürt siyasetçilerin silahlı örgütün üyesi ve yöneticisi olmakla yargılandığı bir dava, tabii ki siyasidir ve bir siyasi tutumu yani devletin (ve onun hükümetinin) Kürt meselesine yaklaşımını ifade eder. Zaten bu davaya kaynaklık eden KCK operasyonları da siyasi bir stratejinin gereği değil miydi? Yerel seçimlerde, AKPyi Bölgede hüsrana uğratan seçim zaferinin kadrolarıydı hapsedilenler. Amaç, ovadaki legal hareketin omurgasını kırmak, böylece dağdakini de tecrit etmekti. Sonuç? Bölgedeki referandum sonuçları ortada işte.
Devlet bu, amacının hasıl olmadığını bilmez mi?
İmralıda başlatılan ve kesilen müzakere seansı biraz da bu fiyaskonun devlet politikasında yarattığı dalgalanmanın sonucuydu. Şimdi PKK yetkililerinin açıklamalarından anlıyoruz ki, Kürt siyasetçilerinin bırakılacağına dair söz verilmiş. Peki sorun ne? Sorun, PKK güçlerinin, 99daki gibi, kayıtsız koşulsuz sınır ötesine çıkarılması beklentisinin Öcalan tarafından karşılıksız bırakılması oldu herhalde. PKK cephesinden buna dönük olumlu işaretler gelseydi, Diyarbakırdaki dava da farklı gelişecekti muhtemelen. Yani dava, devlet açısından bir tür rehin politikasının da unsuru durumunda.
Görülüyor ki, devlet, hala çözümsüzlük girdabında. Giderek sıkışıyor. Bunun da farkında. Böyle gitmez eğilimi uç veriyor ama çözüm adına atılan her adım, yapılan hamleler, bir süre sonra ayağına dolanıyor. Çünkü, demokratik çözüm değil kafa yorulan. Hep tasfiye amaçlanıyor ve tasfiye ile demokratik çözümün ise aynı denklemin unsurları olmaları mümkün değil zaten.
Şimdi, devlet aklınca, çözüm adına girişilmiş bir operasyonun davası da ayağa dolanmış durumda. Yargılananların, davayı, kendilerinin KCKli olmadıklarını kanıtlamak üzere değil de, anadilde savunma da dahil, Kürt siyasi meşruiyetinin tanınması mücadelesine dönüştürmeleri, açmazı daha da derinleştirmektedir. Yargılayanların yargılandığı bir dava artık bu. Kanun, kitap ne diyor?, sorusu hükmünü yitirmiştir. Kürt sorununa nasıl bir çözüm öneriyorsun, aslolan budur. Kim KCKli, kim değil?, Kim PKKli, kim değil? vs..vs.. sorularına, iddianameciler gibi, sözde siyaset yapıyorlar ama bakın PKKyle aynı şeyleri söylüyorlar şeklindeki akıl yürütmelerle yanıt aramak artık manasızdır. Elbette ki aynı şeyleri söylüyorlar. Kürt hareketinin bütün kolları aynı şeyleri söylüyor zaten. Aynı çözümü, aynı yol haritalarını öneriyorlar. Fark, kullanılan araçlardadır; silah veya legal siyaset. İşte sorun da gelip devletin bu açıdan bir tercih yapmasına dayanmış durumdadır:
Ya siyasi kanalları sonuna kadar açacaksınız, ya da savaşa devam diyeceksiniz.
Ya silahlı PKKyle savaşmaya devam edeceksiniz, ya da silahsız PKKye razı olacaksınız!
Durum budur, görmezden, bilmezden, duymazdan gelinmemeli artık. Silahlı PKKnin yine silahla silahsızlandırılması mümkün görünmüyor artık. Ama, PKKnin siyasallaşması, silahları bırakıp siyasi bir hareket haline gelmesi mümkün. Bunun yol haritasını devlet bizden daha iyi de biliyor zaten!
Açık-legal alanın koordinatları mevcut mevzuata göre bellidir demek siyasete çağrı anlamına gelmiyor. Zaten sorunların kaynağı olan bir mevzuat çerçevesinde siyasete razı etmeye çalışmak, mevcut Kürt meşruiyetinin çok çok gerisinde kalmış, boş bir beklentidir. Şunlarla ilişkinizi kesin, öyle siyaset yapın önermesi, ortada, siyasi alanda da vücut bulmuş, her biçimde kurumsallaşmış bütünlüklü bir realite olduğunu görmezden gelmektedir.
Kürt hareketinin bir ben var benden içeri diye özetlenebilecek profilini bir türlü kabul etmezden gelmek, zaman tüketmektir.
Tüketilen zaman memleket siyasetini tekrardan türban jokerine dolamakla doldurulabilir belki.
Ama bu, gerçek siyasetten kaçmaktır.
Kaçmak, ötelemek, ertelemek
Nereye kadar?
Her şeye karşın, biriken çözümden kaçamazsınız
Zira çözümsüzlüğün olanakları tükeniyor giderek
Boşuna mı denmiş:
Örgütlü halk ye-nil-mez!
VEDAT İLBEYOĞLU
Evrensel'i Takip Et