31 Ekim 2010 00:00

Ölüler konuşmaz


Gündüz vakti her kaya arkası…
Her ağaç gövdesinin görünmeyen öte yüzü…
Yamaçların ya da dağın her tepesi ya da, upuzun uzanan düzlüğü…
Çalı diplerinden fırlayan bir çalıkuşunun kanat vuruşu…
Ya da gecenin karanlıklarla örtüşen korkunç sessizliği…
Fark etmez hangisi olduğu…
Hepsinde sırttadır ölümün soğuk nefesi…
Bilemez kimse hangi ağacın ardından ne fırlayacak…
Kim nerede…
Hangi zamanda…
Nasıl pusuya yatacak…
Hangi kayanın çatlağından soğuk bir namlu sinsice öne doğru uzanacak…
Ve bitmeyen bir kinle ateş kusacak…
Namlular kızaracak…
Günün bir vakti orta yerinden tutuşacak…
Gencecik insanlar hayatlarının baharı olması gereken yaşlarda yanıp kavrulacak…
Ama o dağlarda bahar nedir ki?
Taşın toprağın arasından fırlayan kır çiçeklerinin kokusu…
Sarılı pembeli renklerin ihtişamlı duruşu…
Üstlerinde dolanan arıların vızıltıları…
Ağaç dallarında seken kuşlar korosunun güzellikler muştulayan melodileri…
Başka bir yerde olsa insan bütün o güzellikleri içine çeker.
Yaşamı…
Doğayı doya doya emer.
Uzanmak mesela o kır çiçeklerinin arasına…
Gözlerini dikmek uçsuz bucaksız gökyüzüne…
Hayal etmek sevdiklerini…
Olabilecek güzel günleri.
Ve ya, gece yıldızları saymak...
Kaymasını seyretmek yerine yıldızlardan kaymak.
Kutup yıldızının ütünden kutuplara atlamak…
Fakat hiçbirisi değil.
Ne çiçekleri koklamak…
Ne yıldızlardan atlamak…
Ne de hayallere dalmak.
Çünkü o kayaların ardından bir ceylan değil belki de pusuda bekleyen bir namlu çıkacak.
Kuşların cıvıltısı yerine tüfekler çatırdayacak.
Arılar yerine kurşunlar vızıldayacak
Delikanlılar vurulacak.
Belki bir orman…
Belki bir ev yanacak…
Geride çığlık çığlığa insanlar kalacak…
Ateş düştüğü yeri yakacak…
Ortalık gözyaşına boğulacak.
***
Öbür tarafta…
Mesela bilmem ne köşkünde…
Bilmem hangi konutun önünde birileri duygulu açıklamalar yapacak;
“Onlar vatan için öldüler”
“Vatan en kıymetli hazinedir”
Ama daha ertesi gün mesela bilmem hangim liman özelleştirme tarafından satılığa sunulmuştur.
Kaç para?
Liman, vatan değil midir?
Ya da başka bir yerde şehrin merkezi pazara açılmıştır.
Üstelik “yabancı yatırımcılar” gelmiş, aferin her şeyinizi böyle satın demiştir.
Satılmıştır.
Kent merkezleri satılmıştır.
Sonra köprüler satılmıştır.
Sonra sahiller…
Ormanlar…
Peki, vatan satılacak bir şey midir?
Asla!
O zaman o satılanlar vatandan sayılmamakta mıdır?
Ah! Ne kadar da ikiyüzlüce her şey!
Hepsi “yabancı yağmacının” dilini konuşmaya çalışır.
Konuşmayan ayıplanır.
Orada kendi dilini konuşmak yasaklanır!
Delikanlılar vuruşturulur.
Yatıyorlar işte yerde.
Bir kaya dibinde…
Bir karakol penceresinde…
Paramparça ve kanlar içinde…
Belki normal bir zamanda, aynı mahallede olsalar arkadaş olacaklardı.
Belki birbirlerine dertlerini anlatacaklardı.
Belki sağdıç olacaklardı.
Belki biri doktor biri hasta olacak…
Birbirlerini canlarını emanet edeceklerdi.
Şimdi vuruştular.
Kanlar içinde kaya diplerine uzandılar…
Kır çiçeklerini gençliklerini kana boyadılar.
Şimdi sessiz her taraf…
Dil yasağına da gerek yok.
Hal oldu mu mesele?
Sustular.
Konuşan yok işte!

Yücel Sarpdere

Evrensel'i Takip Et