21 Kasım 2010 00:00

Komşuda gündem de sokaklar da sıcak


Yunanistan’ı içine düştüğü ekonomik krizden kurtarmak adına kurulan Avrupa Birliği (AB), AB Merkez Bankası ve IMF konseyi üçlüsü, halkı, işçi ve emekçileri açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum eden ekonomik reçeteleri yürürlüğe koyarken, sosyalist maskeli Papandreu hükümeti halka fedakarlık çağrıları yapmaya hız verdi.
Papandreu, her fırsatta, ülke ekonomisinin yabancı güçlerce denetim altına alınmasının herkesten çok kendisini üzdüğünü, yurtseverliğin gereği olan fedakarlıkların yapılması ile sorunun üstesinden gelinebileceğini, kendilerinin gelinen noktadan sorumlu tutulamayacağını ve sorumlunun kendilerinden önceki Yeni Demokrasi Partisi iktidarı olduğunu söylüyor. Bu kirli sermaye politikaları, hükümet yanlısı basın, sermaye partileri ve sermaye kuruluşlarınca iyice allanıp pullanarak halka ve işçi ve emekçilere sunuluyor. Neredeyse krizden sorumlu olmayan bir kesim varsa o da sermaye denecek bir noktaya getirilerek ölçünün iyice kaçırılması sağlanmaya çalışılıyor. Almanya’nın düşmanca politikaları manşetlere çıkıyor, Yunan devletine karşı oynanan kirli oyunlara dikkatler çekiliyor, devletin baştan sona yeniden yapılandırılmasına olan ihtiyaca vurgular yapılıyor ve savurgan devlet yöneticilerinin ve kurumlarının gelinen noktada “hizaya getirilmesinin” aciliyeti üzerine ekonomik, politik tahliller sunuluyor ve kafa karıştıran istatistiki bilgilerle de halk ikna edilmek isteniyor: Memur sayısının çok yüksek olduğu, sağlık harcamalarında ileri ülkelerle yarışıldığı, sosyal güvenlik sisteminin yıllardan beri bütçenin önemli bir bölümünü tükettiği vb. vb.!...
Herşeyden önce AB, AB Merkez Bankası ve IMF tarafından dayatılan ekonomik politikaların tamamı işçi ve emekçilere yönelik olarak gündeme getirilmiş, kazanılmış haklar arka arkaya gasp edilmiştir. Emeklilik yaşı 65’e çıkarılmış, ücretler dondurulmakla kalmamış yüzde 20-30 arasında kesintilere gidilmiş, sosyal güvenlik sistemi adeta ortadan kaldırılmış, eğitime ve sağlığa yönelik bütçe payı sıfır denecek bir orana çekilmiş, on binlerce sözleşmeli çalışanın işine son verilmiş, temel ihtiyaç mallarına fahiş zamlar yapılmış, KDV yüze 19’dan, yüzde 23’e çıkarılmış, yatırımlar durdurulmuş, sübvansiyonlarda yüzde 100’lük kesintiler gündeme getirilmiş, vergi oranları yükseltilmekle kalmamış yeni vergiler eklenmiş ve işsizlik oranı 2009 yılında yüzde 8’ken 2010 yılı daha bitmeden gerçekleri ters yüz eden resmi istatistiklerde bile yüzde 12 olarak gösterilmiştir. Gerçek işsizlik oranının yüzde 20 olduğu onlarca araştırmanın ortaya koyduğu bir gerçektir. Kapısına kilit vuran esnaf ve küçük üreticilerin sayısı ise yüz binlere varmıştır.
Hükümet, halkın büyüyen öfkesini yatıştırmak için 2010 yılında başka bir önlem paketi gündeme gelmeyecek açıklaması yapmış ve halkın tepkilerini haklı olarak değerlendirerek 2012’nin rahatlama, 2013 yılının ise kalkınma yılı olacağını söyleyerek yerel seçimler için yatırımda bulunmuştu.
SEÇİMDE VERİLEN MESAJLAR
Yunanistan ekonomik darboğazla boğuşurken, yerel seçimlerin ilk turu 7 Kasımda ikinci turu ise 14 Kasımda yapıldı. PASOK hükümeti, krizden tek çıkış yolu olarak baskı ve gasp politikalarını dayatırken yerel seçimlerin politikleştirilmesi, hükümet ve IMF karşıtı bir karaktere büründürülmesi durumunda erken seçime gidileceğini açıklayarak işçi ve emekçileri tehdit etti. Seçim sonuçları başta hükümet partisi ve diğer sermaye partilerinin beklentilerinden çok uzak olmasına rağmen bu güçler tarafından “zafer” olarak değerlendirildi. PASOK, 24 yıldan beridir kaybettiği Atina ve Selanik şehirlerinde belediyeleri, ülke genelinde ise 13 valilikten 7’sini kazanarak halktan güven oyu aldığı propagandasına ağırlık verdi. Ana muhalefetin açıklamaları da aynı yöndeydi.
PASOK, milletvekili seçimlerinde yüzde 42, Yeni Demokrasi Partisi (ND) yüzde 32, Yunanistan Komünist Partisi (KKE) yüzde 7.5 oy almışlardı. Yerel seçimlerde ise PASOK yüzde 34, ND yüzde 32, KKE ise (oylarını önemli oranda artırarak) yüzde11 oy aldı. Kuşkusuz bu oranlar kullanılan oylar gözönüne alınarak şekillendi.
Oy kullanma oranı, 1974 yılında albaylar cuntasının yıkılmasından bu yana en düşük seviyeye ulaştı. Seçimlerin ilk turunda yüzde 45’lere varan oy kullanma oranı ikinci turda yüzde 35’lerde kaldı. Yüz bin nüfuslu ilçelerde yeni belediyeler yüzde 21’lik oy kullanma oranlarıyla “seçim zaferlerini” ilan ettiler.
Halkın ezici çoğunluğu, sermaye partilerine, IMF ve AB kaynaklı politikalara ve temsilcilerine sırtını döndü. En ateşli IMF, AB ve AB Merkez Bankası yanlısı basın ve yetkililer bile halkın izlenen politikalar nedeniyle güçlü bir mesaj ilettiğini kabul ettiler. AB, IMF ve hükümet karşıtlığı kazandı demek zorunda kaldılar.
Seçim süreci boyunca halka, hükümet, AB ve IMF politikalarına karşı mücadele çağrısı yaparak “halkın birliği” sloganı etrafında seçimlere giren KKE, ikinci turda katılamadığı bütün seçim bölgelerinde yoğun olarak çekimser ya da geçersiz oy verilmesi taktiğini izledi. İçinde Yeni Sol Hareket’in (NAR) de yer aldığı ve değişik sol örgütlerin katıldığı bir platform olarak bilinen ANDARSİYA ise başkent Atina’da yüzde 3, ülke genelinde yüzde 2 oy aldı.
Yerel seçimlerden kısaca şu sonuçları çıkarmak mümkün: Öncelikle politik dengelerde ciddi bir değişiklik ortaya çıkmaktadır. On yıllardan beri, oyların ezici bir çoğunluğunu alan iki parti ciddi oranda bir gerileme sürecine girmiştir. Yani iki büyük parti ciddi bir taban kaybı yaşamaktadır. AB, IMF ve hükümetin halka dayattığı sermaye politikaları halkın geniş tepkisini toplarken bu tepkiler bir diğer sermaye partisine (ND) gitmemiş, geçersiz oy ya da hiç oy vermeyerek sermaye partilerine karşı protestoya dönüşmüştür. Gerici ve faşist bir örgütlenme olan LAOS partisi “vatan, millet” propagandasına özel bir önem vermesine rağmen beklediği sonucu alamamış, tersine oy kaybına uğramıştır. Kuşkusuz çekimser ve geçersiz oylar değişik nedenlere dayansa da halkın sermaye partilerine karşı güvensizliğini ortaya koymakta ve izlenen politikalara karşı ciddi bir hoşnutsuzluk ve tepkiyi ifade etmektedir. Sermaye partilerinden bir uzaklaşmayı göstermektedir. Bir sermaye partisinin kaybettiği oyların bir başka sermaye partisine akmamış olması bu partilere karşı alınan tutumu ortaya koymaktadır.
Bir diğer gerçek de AB’ye ve dayattığı politikalara karşı tutarlı bir tutum almayan SİNASPİSMOS ve benzeri partilerin oylarını artırmak bir yana oy kaybetmeleridir. Tersine AB’ye, IMF’ye ve genel olarak işçi ve emekçi karşıtı politika izleyen ya da destek veren partilere karşı açık ve net bir tutum alan güçlere doğru bir yönelim olduğu gözlenmektedir. Halkta ve geniş işçi ve emekçi yığınları arasında AB’ye karşı ciddi bir tepki oluşmuş bulunmaktadır.
Ancak her şeye rağmen çok geniş bir sermaye cephesi tarafından yürütülen “acı reçeteleri kabul etmekten başka bir çıkış yolu yok” propagandası taban bulabilmektedir. Yapılan araştırmalar, halkın yüzde 87’sinin ülkeyi yönetenin hükümet değil AB, AB Merkez Bankası ve IMF olduğunu söylediğini göstermektedir. Gerçek böyle olmasına rağmen saldırı paketlerini kaçınılmaz olarak değerlendirenlerin sayısı da az değildir ve bu durum, yapılan propagandaların hedef şaşırtmada hâlâ etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
İzlenen politikalara karşı tek tek sektörlerde özellikle kamu sektörlerinde tepki ve direnişler gündeme geldi. Ancak PASOK tarafından yedeklenmiş olan ve boyun eğmekten başka bir çıkış yolu göstermeyen uzlaşmacı sendikal konfederasyonlar mücadeleye büyük zarar vermeye devam etmektedir. Diğer yandan cuntanın yıkılmasından sonraki yıllarda hükümete gelmiş ve sosyal demokrat politikalara imza atmış olan PASOK hala kendini halktan ve işçi emekçi çıkarlarından yana göstermeye gayret etmektedir. Başbakan “izlemek zorunda kaldığımız politikalar bizim de kabul etmediğimiz politikalar ama başka bir seçeneğimiz yok” derken kaba bir biçimde halkı ve işçi ve emekçileri aldatmaktadır.
Önümüzdeki süreçte var olan tepkilerin maddi bir güç olarak sokaklara dökülmesini, kendisini grev ve direnişlerle ifade etmesini beklemek gerekir. PASOK hükümeti AB ve IMF politikalarını hiç bir tepki göstermeden uygulayacağına dair teminatları vermiş ve dayatılan tüm sözleşmelere imza atmıştır.
Seçimlerden hemen sonra yapılan açıklamalarda 2010 bütçesindeki açıkların 2009 yılı bütçesinden büyük olduğu kabul edilmiştir. Bu durum, alınan tüm önlemlere ek olarak IMF’nin yeni yaptırımları gündeme getirmesine neden olmaktadır. Yeni ücret kesintilerine gidileceği, kamuda çalışan 60 bin sözleşmeli personelin daha işten atılacağı, sağlık alanındaki tüm sübvansiyonların kesileceği, mesai ücretlerinin ve tüm primlerin ortadan kaldırılacağı, işsizlik parasında yarı yarıya varan kesintilere gidileceği, KDV oranının yeniden artırılacağı, temel tüketim mallarına, ulaşım ve haberleşmeye yeni zamlar yapılacağı vb. gerek başbakan gerekse de bakanlar tarafından defalarca dile getirildi.
Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, kamu çalışanlarının işten atılmasını önleyecek bir yolun bulunması gerektiğini açıklarken aslında dilinin altında bulunan baklayı da çıkarmaktadır. “Önümüzdeki günlerde toplu işten çıkarmaların olmasını istemiyorsanız o zaman aylıkların yarı yarıya düşmesini kabul etmek zorundasınız” şeklindeki bir dayatmayı gündeme getirecektir Papandreu.
2011 bütçesi hiç bir kalkınma programını ve üretimi öngörmezken ağır sömürüleri dayatmaktadır. Kısacası işsizliğe, açlık ve yoksulluğa mahkum eden bir bütçe tasarısıdır.
Egemen sınıflar, toplumsal patlamaların olabileceği korkusunu her fırsatta gündeme getiriyorlar. Ciddi bir mücadele ve direniş geleneğine sahip olan Yunanistan halkı ve işçi ve emekçileri dayatılan sömürüleri kabul etmeyecektir. Şimdilik değişik sektörlerle ve alanlarla sınırlı kalan işçi ve emekçi direnişini daha ileri mevzilere taşıyacak nesnel şartlar giderek daha çok olgunlaşmaktadır.
Seyit Aldoğan

Evrensel'i Takip Et