1 Aralık 2010 00:00

Ne yapsan da unutturamazsın


‘38 Dersim katliamını müjdeleyen gazete manşetleri… “...eski Dersim bugün ülkenin en asayişli yeri olmuştur...” ‘İlk kadın pilotumuz’ olmasıyla övünülen Sabiha Gökçen’in görevini layıkıyla yerine getirmenin guruyla verdiği pozlar süslüyor dönemin gazetelerini.
Dersimin kızları geçiyor perdeden; kimi küçük, kimi en fazla on yaşında, ellerini yüzlerini saklamışlar, gözler de şaşkınlık, aç, sefil, perişan. Arkalarında askerler...
“İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları” filmi Ankara Büyülü Fener Sineması’nda gösterime girdi. İlk seansın izleyicilerinden biri de ben oldum. Kısa bir tarihi bilgi olarak dönemin gazete manşetleri ve fotoğrafları perdeden hızlı bir şekilde aktıktan sonra, karşımıza ablalarını arayan bir aile çıkıyor. Anneleri ölene kadar göğsündeki çıkında saklamış, öldükten sonra çocukları ağlayarak çıkını açıyor; biri sarı, biri siyah iki tutam saç. Kayıp ablalarının saçları; “Annemizden bize kalan emanet. Biz ölürken kime emanet edeceğiz...”
Sırayla Fatma ve Huriye teyze çıkıyor karşımıza, yıllardır susuz kalmış, yüzeyinde çatlamayan hiçbir yeri kalmamış toprak gibi yüzler. Gözleri bütün bir tarihi anlatıyor insana; acıyı, kini, boynu büküklüğü, direnmeyi...
Anlatıyorlar; “Beni aldılar, ilk önce saçlarımı tıraş ettiler, iyice bir yıkadılar, sonra bir kağıt üstüne bastırıp ayaklarımı çevresinden çizdiler. Ben bilmiyorum, anlamıyorum. Türkçe bilmiyorum, çocuğum.” Ayak ölçüleri alınıyor, giydiriliyor ve ailelerini kaybetmiş veya aileleri bulunamayan kızlar, çeşitli illerdeki subaylara veriliyor. Onlar yaşadıklarını anlatırken, o gözlerin, yüzlerin, o ağızların anlattığı her bir acının karşısında nutkun tutuluyor, silmeye yetişemediğin gözyaşların sicim gibi iniyor. Fatma teyze evine verildiği asker tarafından eş alınıyor, ondan ayrılıyor, başka biri çıkıyor karşısına onunla evleniyor, kimdir nedir hiçbir zaman söylemiyor. Fakat zamanla çocuklarının ‘bizim dayımız, teyzemiz yok mu’ baskılarıyla hatırında kalan “Ovacık” lafı ediyor, bunun üzerine Ovacık’a geliniyor. Bir kahvede durum anlatılıyor, yılların ortak acısı kayıplar... Kahvedekiler “belki bizim kaybımızdır” diye dışarı çıkıyorlar, zamanla erkek kardeş bulunuyor. “Abla ben Aleviyim...” İlk sözü bu oluyor erkek kardeşin. “Eh o zaman ben de Aleviyim” diyor Fatma Teyze; “Zaten namaz kılmıyordum, ondan sonra da hiç namaz kılmadım onların yanında...” Fatma teyzenin sözleri acıların ve Dersim katliamının, kimlik üzerinde ne kadar “başarı” sağladığının da göstergesi oluyor. Ama ne yapılırsa yapılsın asırlar geçse de insanın özünden, kimliğinden koparılamayacağını da.
Huriye teyze verildiği yüzbaşının evinde yaşadıklarını anlatırken, gözlerindeki acıyı ondan alıp bir an “O” oluyorsun. “Hanım evindeki askere bağırırdı ‘bulaşıklarımızı o Kürt kızının bulaşıklarıyla yıkamayasın sakın’, yalvardım Hızır’a, ölmek istedim, ne olur al canımı...” Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bugüne kadar reddettiği Kürt Alevileri, Aleviler ve Kürtler üzerindeki imha ve inkar politikaları bütün canlılığıyla karşımızda duruyor.
Ankaralılara, özellikle gençliğe buradan bir çağrı yapmayı gerekli görüyorum. ‘Tarihini bilmeyen geleceğini bilemez’, mutlak ama mutlak bu kısa belgeseli herkes izlemeli. İyi seyirler.

Selmane Ertekin/ANKARA

Evrensel'i Takip Et