12 Aralık 2010 00:00

GELİN, DÜĞÜN, DİYET


Sürkiye sinemasının yükselişte olduğu neredeyse herkesin ortak fikri. Son yıllarda yapılan filmler, özellikle genç yönetmenlerin başarılı filmleri bunun en açık kanıtı. Ama unutmamak lazım, bu “yükseliş” 1980 sonrası yaşanan “büyük kriz”in ardından anlamlı. Yoksa, Türkiye sinemasının altın yıllarındaki filmler henüz aşılabilmiş, onların biçim ve konu derinliğine ulaşılabilmiş değil. Bu yüzden ara ara hatırlamakta sonsuz fayda var.
“Sinemacı kuşağı”n ilk temsilcisi Lütfi Ömer Akad mesela. “Gelin”, “Düğün”, “Diyet” üçlemesi, “Kızılırmak Karakoyun”, “Vesikalı Yarim” ve diğerleri... Kendi kişisel tarihlerimizde de yeri olan, hemen hepimizin izlediği mühim filmler. Ve elbette “Yeşilçam” deyince bir çırpıda sayıvereceğimiz oyuncular da bu filmlerle büyüdü.
1916 doğumlu Akad, ilk filmini 1947’de çekti ve uzun yıllar üretken bir yönetmen olarak çok sayıda filme imza attı. “Vurun Kahpeye”yi 1948’de çektikten sonra, halk masalları uyarlamalarından komediye, polisiyeden belgesellere kadar hemen her türde filmler çekti. Bu zenginlik içinde sinema dilini geliştirmeyi ihmal etmedi; Türk sinemasından ondan önce gelen yönetmenlerin aksine sinema tekniği ile yeni bir anlayış getirdi. Tiyatrocu kökenli sinemacıların yerine “sinemacı” bir kuşağın doğuran isim oldu.
1973’te başyapıtı olan üçlemeyi çektiğinde artık “Türk sineması”nın altın çağını yaşadığı bir dönemdi. “Gelin” (1973), “Düğün” (1974) ve “Diyet” (1975); göçü, işçilerin hayatını, kapitalizmi, yoksulluğu, ailelerin yaşadığı çözülmeyi anlatıyordu. Özellikle ilk ikisinde “göç” olgusu baskın iken, “Diyet”te tamamen işçilerin hayatını anlatıyordu.
Şimdi geriye dönüp bu üçlemeyi izlendiğinizde, aklınıza ister istemez şu soru takılıyor: “Ne çok işçi varmış Türkiye’de”... Karakterler fabrikalarda çalışıyor, çarklar dönüyor. Konu aşk da olsa, komedi de olsa, aile filmi de olsa, karakterlerin yolu mutlaka “fabrika”ya düşüyor. Sadece Akad filmlerini söylemiyorum; hemen hemen bütün filmlerde “işçi” figürü, hayatta kapladığı yere yakın bir ağırlıkta kendini hissettiriyor. Ne bileyim, “Neşeli Aile”nin “Yaşar Ustası” gibi işte. Onun damadı, oğulları gibi... Doğrudan işçi sınıfına dair bir film olmasa da, işçi sınıfı filmin içinde yerini alıyor mutlaka.
Yükselen sinema demiştik ya, yazının başında. Burada henüz işçiler yok. Çok özel bir iki örnek dışında, başka hayatlar baskın.
Neyse efendim, biz Lütfi Ömer Akad’a dönelim. “Göç üçlemesi”nin üç filmini şiddetle önerirken, “Diyet”e özel bir yer de ayıralım. Hepsini uzun uzun anlatmak, mümkün değil ne yazık ki. 1974’de çekilen üçlemenin sonuncu filmi “Diyet”, sıklıkla Ömer Seyfettin’in öyküsüyle karıştırılır. Akad, bu öyküden bir TV filmi yapmıştır, ama sinema filmi olan “Diyet”in Ömer Seyfettin ile ilgisi yoktur. Bazı sahnelerde Ömer Seyfettin’i anımsatır, ama çok farklıdır. Akad, kendisi yazar ve yönetir. Hülya Koçyiğit, Hakan Balamir, Erol Günaydın, Erol Taş gibi isimleri bir araya getiren “Diyet”, bir makinenin işçileri yaralayıp sakatlamasına dair bir öyküdür. İçinde iş kazası vardır, sendikalaşma çabası vardır. Ola ki izlemeyen vardır, fazla tüyo vermeyelim, ama Hülya Koçyiğit’in makinanın kaptığı kolu alıp, patronların önüne “Alın diyetinizi” diye fırlattığı sahne için bile izlenir bu film. Bir balyoz gibi kullanıp makinaya vurmasını da ekleyelim.
Yazıyı Lütfi Ömer Akad’ın üçleme hakkında söyledikleri ile bitirelim. “O göçü yapıp gelip İstanbul’da tutunmak kolay iş değildir. Bu göçten önce de Anadolu’dan İstanbul’a göç olmuştu ama çoğu yenilip geri dönmüştü. Fakat bunlar tutundu ve ben bu konuyu bazı filmlerime aldım. Bu filmlerde tarihi gerçekler vardır. Dokunmadığım veya dokunamadığım bazı hususlar da oldu. İnsanlar o yıllarda çok masumdu, çok saftı. Şimdi ise çok kirlendi. Arada çok büyük farklılıklar var.”
Mustafa Kara

Evrensel'i Takip Et