17 Aralık 2010 00:00

Yargıç ve savcı değil ‘Kahraman’ gerekli


Kamuoyunda “Balyoz davası” olarak bilinen, içinde kuvvet komutanı emekli orgenerallerin ve oramirallerin de bulunduğu muvazzaf ve emekli subayın yargılandığı dava herhalde, Türkiye’deki siyasi davaların en ilginçlerinden biri olacak.
Daha ilk gözaltılardan sonra, sanıkların bir heyet tarafından toptan tutuklanıp, başka bir heyet tarafından tümden salıverildiği, bazı tanınmış sanıkların üç kez tutuklanıp üç kez serbest bırakıldığı, heyetler arasında birbirinin zıttı kararlar verilen dava, herbiri kendi başını “Yargı skandalı” olacak kararlarla devam ediyor. Davadaki son “Skandal kararı” ise, HSYK verdi: bugüne kadar binlerce sayfalık ekleriyle birlikte, davaya bakacak olana İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Zafer Başkurt’u mahkemenin başlamasına bir gün kala görevinden alarak, Sakarya’ya “Geçici görevle” tayin etti!
Bu “Tayin”in gerekçesi ise, Başkurt’un hakkında, 2009’da başlayan bir soruşturmanın sonuçlanmasıymış! Gel de inan!
“Hükümetin hoşlanmadığı kararlar alan” bir yargıcın, görevinden alınması elbette vahimdir; ama daha vahimi, böyle kamuoyunun gözünün üstünde olduğu bir davadan davanın başlamasından hemen önce mahkeme heyetinin başkanın görevden alınmasının uyandıracağı duygudur. Bu sadece kamuoyunda yargılamanın adaletli olup olmayacağı konusunda değil bundan da önemlisi yargıçların bağımsız, “Siyasi otorite ne der?” kaygısı olmadan karar verip vermeyeceği sorunudur.
Bugün bu koşullarda kim çıkıp da “Balyoz Davası’ndaki kararın adil, yürürlükteki hukuk ilkelerine uygun bir biçimde sonuçlanacağı”nı söyleyebilir ki?
Ya da hangi mahkeme heyeti; hangi yargıç tahliye isteyen, beraat isteyen sanıkların isteklerini sadece hukuk, adalet ölçütleri ve “Vicdani kanaati” doğrultusunda değerlendirebilir?
Yine, mahkemeler ve yargıyla da ilgili olarak bir baskı odağı da Kayseri’deki “Rüşvet çarkı” tartışmaları etrafında oluşturulmaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun Meclisteki bütçe tartışmalarında gündeme getirdiği; Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanından zamanın Kayseri Valisine (Şimdi İçişleri Bakanlığı Müsteşarı) kadar yerel ve merkezi üst düzey görevlileri kapsayan “Rüşvet çarkı” soruşturmasının Kayseri’de bastırılmış olması ve bundan hükümetin sorumluluğunun sorgulanması; Başbakan ve İçişleri Bakanının öfkeli tepkilerine neden oldu. Daha aynı gün Meclis kürsüsünden Başbakan Erdoğan, bunu bir karalama; iftira olduğunu yargılamanın yapılıp suçlunun cezalandırıldığı, dosyanın kapandığını ilan etti. Son iki gündür ise İçişleri Bakanı Atalay, benzer açıklamalarla, konuyu gündeme getirenlere verdi veriştirdi. Onca şiddetli açıklamalardan sonra da Bakan, “İddia edenler yargıya başvursun!” diye buyurdu!
Elbette sonunda yargıya başvuranlar olacaktır. Ancak tartışma bu boyuta gelip Başbakan, İçişleri Bakanı, hükümet ve yandaş basının, “Böyle bir yolsuzluk yoktur” diye her gün demeçler verip; “Vardır!” diyenlere saldırdığı, hakaretler ettiği bir ortamda hangi savcı; bu davanın yeniden açılması için girişimde bulunabilir?
Hangi savcı; bu davayı açıp şimdi İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olan zatı, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanını, öteki irili ufaklı AKP Kayseri örgütünün önde gelenlerini sorguya çekebilir?
Tıpkı “Balyoz Davası”nda (Tüm öteki benzer davalarda da) mahkeme heyetinin artık; bir kişiyi tahliye ederken bile hukuk, vicdan ötesinde de gerekçeler bulunmak zorunda kalacağı gibi, Kayseri’deki savcılar da bu davayı açmakta çok zorlanırlar.
AKP’nin önde gelenleri için, yerel örgütleri, yerel yönetimler ve bürokrasi içinde yeni yolsuzluk iddialarının artması da göz önüne alındığında AKP’nin yargıyı sindirmek için, HYSK’yı ele geçirmiş olmasının da yetemeyeceği, savcıları ve mahkemeleri baskı altına almak için her vesileyi kullanacağı görülmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, bu yolsuzlukların üstüne gitmek için bundan böyle sadece savcı, yargıç olmak yetmeyecek aynı zamanda “Kahraman” da olmak gerekecek!
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et