17 Aralık 2010 00:00

Mücadeleci bir sendikal anlayış için; haydi yeniden yapılanmaya



12 Eylülden sonra üretimde yaşanan dönüşüm, sınıfı kendi içinde parçalamıştır. İşşizliğin artması esnek çalışmanın yaygınlaşması, özelleştirme, taşeronlaştırma sendikal örgütlenmeyi zorlaştırmıştır. Bu süreçte yaşanan dönüşüm, işçi sayısının azalması, küçük atölyelerden oluşan sanayi havzalarının ortaya çıkması, iş gücünün bir bölümünü oluşturan örgütsüz taşeron işçilerin sayısının sürekli artması, üretimden vazgeçilerek, siparişe göre üretim buna bağlı olarak da ücretsiz izin uygulamaları başlamıştır. Emek sürecinin dönüşümünden kamu da payını almış; esnek, güvencesiz çalışma uygulamaları başlamıştır. Bundan dolayı kamu-özel ayrımı ortadan kalkmış, kamu yararı ortadan kaldırılarak, serbest piyasa mantığı ön plana çıkarılmıştır. Özelleştirmeler sonucu devlet kamu hizmetlerinden elini çekmiş, kamu işletmelerinde ciddi istihdam azalmaları yaşanmıştır.
Artan işşizlik nedeniyle yedek işçi ordusu büyümüş, kamuda örgütlü olan sendikalar üye kaybetmişlerdir. Kapitalist sömürüyü kısmen de olsa kısıtlayan iki kutuplu dünyadan, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla tek kutuplu dünyaya dönülünce işçi sınıfının kazanılmış haklarının geri alınmasını düzenleyen uygulamalar hızlanmış, bu sendikaları da etkilemiştir. Sendikalarda çoğunlukla, sendika bürokrasisinin yerleştirildiği bürolarla sınırlı bir çalışma yürütülmüş, sendikalar sınıfın sorunlarından hareket etmek yerine sermayenin sömürüyü artırma politikalarının peşine takılmışlardır. Aynı zamanda üyesini örgütsüzleştirip, kendilerini destekleyen ‘Azınlıklar’ örgütlemişlerdir. Sınıfın örgütü olması gereken yerleri ‘Sendika büro örgütleri’ haline getirmişlerdir. Böyle olunca sıradan işçinin en çok dillendirdiği sözler; ‘Sendika bizim için ne yapıyor’ oluyor.
Emekçiler; sendikalar sınıf çıkarları için mücadele ettikleri, orada birleşip güçlerini hissettikleri oranda bir araya gelir örgütlenir. Bu olmadığı zaman umutsuzluğa kapılmaları geri durmaları olağandır. Sendika üyesi emekçilerin ekonomik bilinçleri kendiliğinden sınıf bilincine dönüşmez. Sınıf bilincine dönüşmeyen bilinç ise zaman zaman yanar, ancak yeniden söner.
Sermayenin saldırıları işçileri rahatsız etmekte, sendikaların çoğu zaman sergiledikleri duyarsızlık, işbirlikçi tutum yer yer, çeşitli düzeylerde işçilerin tepkisini çekmekte. Ama bu tepkiler, sendika seçimlerinde mevcut yönetime muhalif olma, yeni listeyi destekleme ve genel kurullardaki yönetim değişiklikleri koltuk kavgası düzeyini aşmamakta. Hatta bazen sendika yöneticileri o kadar ileri gitmektedirler ki, koltuk hırsı gözlerini öyle kör etmektedir ki, işyerlerinin arazi satışlarından, özelleştirmelerden, daha sayamadığımız bir çok saldırıda hiçbir çalışma yapmayıp, temsilcilik kurumları ellerinde değilmiş gibi davranmakta, bolca konuşmanın adına muhaliflik deyip, koltuk için pay kapmayı sınıf adına mücadele sayıp ortalıkta gezinip durmaktadırlar.
Aslında temel sorun bir işçi gibi düşünmemeleridir. Mevcut yönetimler sendikal hareketin sorunlarına, bu sorunları aşmanın yollarının ne olduğuna, işçilerin birliğine, ulusal, dinsel farklılıklara rağmen işçilerin kardeşliğine, ortak mücadelesinin sağlanmasına kafa yormamaktadır. Tüm bunların bir tarafa bırakılması ve sendikaların çoğunlukla sendikal bürokrasinin denetiminde olması, az sayıda örgütlü bulunan işçi kitlesinin de örgütsüz milyonlar karşısında ‘Sendikalı azınlık’ durumuna düşmesine sebep olmaktadır. Ama buna rağmen işçiler kendi örgütlerine sırtını dönmemekte, mücadeleci yanlarını destek olmakta, her hangi bir eylem çağrısı olursa buna katılarak, koşulları değiştirmek için çaba harcamaktadırlar.
Var olan durumu değiştirmek için bugüne kadar uygulanan sözümona ‘Mücadele’ anlayışını reddederek, işçilerin gücüne ve mücadele birikimine dayanan yeni bir mücadele anlayışını örgütlemek gerekmektedir. İşçi sınıfının ve sendikaların olanaklarını sermayeye karşı kullanmayan sendikal hareket, bugün ki mücadele anlayışıyla, bu etkisiz yapısı ve işleyişi ile ancak bugüne değin aldığı kadar yol alır. Sınıf sendikacılığı öncelikle işyerinde ortak çıkarlar için dayanışmayı her gün ve yeniden örgütlemektir. Sendikal çalışma iş yerlerinde ve hergün örgütlenen bir çalışma olarak ele alınmadığı sürece sendikaların mücadele örgütlerine dönüşmesi olanaklı olmaz. Mücadele bugün ele alındığı gibi; bir miting olduğunda ya da sendika seçimleri yaklaştığında yoğunlaşan bir faaliyet değildir.
Sendikal bürokrasi, ‘Mücadeleyi (Bu mücadelenin nasıl bir mücadele olduğu ortadadır) sendika yöneticilerinin işi’ haline getiren, aldıkları her kararları şubelere onaylatan, yandaş yönetimler yaratan anlayışı sendikalara yerleştirmiştir. İşte bu tabloyu ortadan kaldırmak ve mücadeleci, sınıf sendikacılığını yaratmak için ileri, sınıfına bağlı işçiler sendika yönetimlerine aday gösterilmeli ve desteklenmelidir. Sendikaların gerçek birer işçi örgütü haline gelebilmesi, işçi sınıfının kültürüyle ve yüzlerce yıllık mücadele birikimiyle gelişen, şekillenen sendikalar yaratmak ancak böyle mümkün olacaktır. Gelişen mücadele sürecinde işçi sınıfı ve patronar, sermaye arasında şiddetlenen hesaplaşmaya doğru giden süreç ancak sendikaların gerçek sahibi işçilerin yönetimlere gelmesiyle başarıya ulaşacaktır.
Sendikal mücadelenin öncelikli talepleri, işçi sınıfının tamamının, işkolu ve işyerlerindeki bütün işçilerin beklenti ve ihtiyaçlarını içerecek talepler olmalıdır.
Sermayenin saldırıları karşısında ulaşmak istediğimiz hedefe varmak, işçi sınıfının birleşme ve mücadele merkezleri olmak, sınıfına sımsıkı bağlarla bağlı, mücadeleci bir sendikal anlayışla mümkün olacaktır.
HAMDİ GÖKDENİZ

Evrensel'i Takip Et