18 Aralık 2010 00:00
Egenin barışık tarihinin belgeselleri
GÜNÜN YAZILARI
İzmirde yaşayan Belgesel Yönetmeni Tahsin İşbilen, yaptığı tarihi belgesellerde, gelmiş-geçmiş iktidarların eseri düşmanlıkların köklü olmadığını, bu topraklarda asıl barışın ayaklarını yere sağlam bastığını anlatıyor. Belgesel sinema yapmayı seçtiğini, çünkü derdi olan, toplumsal sorunlara eğilen, sosyalist-gerçekçi bir sinema olduğunu da ekliyor.
Bizim gibi hafızası her fırsatta silinip başa alınan toplumlarda hatırlamak bugünü doğru yorumlamanın ipuçlarını sunar. Belgesel sinema bütün bu yapıp etmelerden kalan verilerin sanki tek potada eritilip belleğimize not düşülmesi işini en güzel beceren sanat dallarından biridir. İzmirde yaşayan belgesel yönetmeni Tahsin İşbilen de bu alanı toplumsal sorunlara eğilen, sosyalist edalı ve kesinlikle Taraflı olarak tanımlıyor.
Benim Giritli Limon Ağacım, Kıyıya Vuran Tahta Valiz, İzmirin Kayıkları, Maşatlıktan Kurtuluşa, Harp Olurken... İşbilenin hayat televizyonu ekranlarından sizinle paylaşacağı belgeselleri. Bu belgesellerden, Kıyıya Vuran Tahta Valiz bu akşam saat 21.00de hayat televizyonunda yayınlanacak. Bu müjdeyi de verip yönetmenle biraz sohbet edelim ki, filmleri daha fazla merak ediniz...
BELGESEL SİNEMA TARAFGİRDİR
Yaşamınızda belgesel yolculuğu nasıl başladı? Siz nasıl tarif edersiniz bu türü?
Belgeselle, sinemayla ilgilenmek her şeyden önce bir seçim. Fakat hani belgesel, böyle tarihe, göçe merak duyarak, ne olduğuna, ne zaman, nasıl yaşandığına dair sorular sorarak oluyor. Sivil bir kültürün oluşumunda belgesel sinemanın katkısının önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle Yarını tasarlayamaz hale gelen, bizim gibi balık hafızalı toplumlarda. Belgesel sinema gerçeklikle kurduğu ilişki dolayısıyla bir kere tarafgir ve sosyalist edalıdır. Her yönetmenin, bilinçli olmasa da ait olduğu sınıf, etnik grup ve ulus, yaptığı işlerin baş aktörüdür. Taraf olduğu yerin gerçeği onun için ilk çıkış noktasıdır.
Egeden genellikle Göç odaklı konuları anlatıyor filmleriniz. Neler gördünüz bu coğrafyada?
Egenin çok eski bir tarihi var, yani yaşanmışlık, insan izleri. Mesela bakıyorsunuz 1912 yılında İzmirde konuşulan dil sayısının 22 olduğu söyleniyor. Böyle bir bilginin üzerinde oturuyorsunuz. Sınırdasınız, Akdenizdesiniz İç tarafa doğru bir dönüyorsunuz antik dönemden bugüne kadar bir sürü yerleşim biriminden kalanlar var. Çan, ezan seslerinin aynı anda duyulduğu, sinagog, cami ve kilise üçlüsünü birlikte görebileceğiniz ender yerlerden birisi burası.
Oldukça girift konuları var filmlerinizin. Nasıl buluyorsunuz, çok kolay ulaşılabilir tarih bilgileri değil anlatılanlar.
2006 yılında Benim Giritli Limon Ağacım diye bir filme başladık. Bu bir mübadele filmiydi. O filmin çekimleri sırasında Asya Minör Yenidenin konusunu duyduk, onu yapalım dedik. Onu çekerken mültecileri görüyorduk karşıda. İçimiz kıyılarak baktığımız yaşamlardı. Mültecilerle ilgili proje için kendimizi hazır hissetmedik ve uzun süre bekledik. Bizim için en sarsıcı ve zor projelerdendi. Bunları yaparken bir sürü ilişki yakalıyorsunuz, bir sürü bilgi topluyorsunuz. 2007 yılında bana bir e-posta geldi: Merhaba biz Karaburunluyuz. Karaburundan göç etmiş Rumların torunlarıyız. Sizinle görüşmek istiyoruz dediler. Onları karşılamaya gittik. Şimdi onlarla ilgili Mimasın Çocukları diye bir film yapıyoruz. İnsan hareketleri ve göç olgusunun birçok konuda belirleyici olduğuna inanıyoruz. Biraz da yüzümüzü doğuya dönelim diyoruz ama bir dönebilsek yapacağız oraları da. Fakat işte bir yumak gibi düşünün, ipin ucunu bir yakalıyorsunuz, şunun sonunu bulayım demeye başlıyorsunuz, ömrünüz vefa etmiyor zaten.
TÜM HALKLAR İÇİN GEÇERLİ
Özellikle Türk ve Yunan halklarının tarihsel süreçlerini konu ettiğiniz belgesellerinizde anlatmak istediğiniz neydi?
Toplumların ve dünyanın fotoğrafını görmek dünyayı anlamaya yetmez. Çok yüksek bir yere çıkın, objektifinizi geçmişe odaklayın ve bugüne gelin, bakın o zaman her şey ne kadar farklı görünecek demek için yaptık. İki halkın tarihinin salt düşmanlıklarla örülmediğini, örülemeyeceğini, zor günlerde dayanışmanın ne kadar önemli olabileceğini göstermek ve tüm halklar için bunun geçerli olduğunu anlatmak için yaptık.
Devam eden projeler var mı?
Birisi Mimasın Çocukları işte, diğeri Smirneika. Onlar için çalışıyoruz. Sanıyoruz bu filmler de iki seneye kadar biter.
Smirneika?
Kelime anlamı ile İzmire ait demekmiş. 1900lü yıllarda Rum, Ermeni, Türk ve Çingene müziğinin karışımından ortaya çıkan yeni bir tür. İzmir şehir şarkıları. Bir tür, bir tavır. Rembetikonun ana damarını oluşturduğuna dair tezler de var. Şu an İzmirde (Türkiyede) yok olmuş vaziyette, sadece Yunanistanda devam ediyor. Ancak onlar da bir Yunan müziği olarak tanımlıyor, oysa o tarihte İzmirde yaşamış bütün halkların müziği.
(İzmir/EVRENSEL)
Ayşen Güven
Evrensel'i Takip Et