23 Aralık 2010 00:00

Hem egemen hem de ‘yandaş’ ideoloji dönemi


Öğrenciler ve eğitimciler Özellikle AKP döneminde eğitimde ‘gericileşmeden’ şikayet ediyor. 8 yıl önce nasıldı da böyle bir şikayet içindeler? Süreci Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Rıfat okçabol ile değerlendirdik.

Sizce ne değişti?
8 yıl önce de iyi bir noktada değildik. 2002 Kasım öncesine gidelim.12 Eylül 1980’ darbesinin üzerinden 23 yıl geçmiş. 12 Eylül denilen şey, Atatürkçülüğün yok edildiği ve yerine Türk İslam sentezinin ikame edildiği bir dönemdir. 12 Eylül sol açılımlar üzerine hışımla giderken dinci yapılanmalara göz yummuştur. Eğitim ve kültür yaşamının Türk-İslam sentezine göre düzenlenmesi AKP’nin değil 12 Eylülün işidir. Türkiye Eğitim Sistemi ve Şaşılacak ne Var adlı kitaplarım AKP öncesi durumu anlatmaktadır ve eğitim sisteminin olabildiğince dincileştiğini göstermektedir. Okullarda cemaatleşme, kızların türbana girmesi, cemaatlerin özel okullar, yurtlar ve dershaneler açması, öğrencileri buralarda ağabeyler/ablalar eliyle(!) eğitmesi o zamanlar yaygınlaşmıştır. Kuran kursları 12 Eylül döneminde hızla artmaya başlamıştır. Bu dönemde imam hatip okullarına inanılmaz kaynaklar aktarılmıştır. İmam hatipte her iki öğrenciden birine yurt/pansiyon olanağı sağlanırken diğer okullarda bu olanaktan 15-20 kişiden bir kişi yararlanabilmiştir. 28 Şubat 1997 MGK kararlarına kadar Türk-İslam sentezciler üniversitelerde yönetici yapılmıştır. Bir bakıma 2003’e gelene kadar, kapitalizmin, sömürünün ve Amerikancılığın yaygınlaşmasını sağlarken buna karşı çıkılmasını önlemek için toplum yeterinden çok İslamlaştırıldı.

Peki AKP eliyle nasıl bir gericileşme oldu?
Geçmişin AKP’den farkı, 2003 yılından önce laiklik ve hatta Atatürkçülük savunuculuğu arkasında dincileşmenin gizliden gizliye ve el altından sürdürülmesidir. AKP her şeyi açıkça yaptı. 60 yılda açılan Kuran kursu sayısı AKP döneminde ikiye katlanmıştır. Kaçak Kuran kurslarına verilen cezalarda yasayla indirime gidilmiştir. 28 Şubat 1997 MGK kararından sonra 70 binlere düşen imam hatip lisesi öğrenci sayısı, AKP’nin yaklaşımı nedeniyle üç kat artmıştır. Şimdi artık kızlarla erkek öğrencilerin ayrı okullarda okuması, okul öncesi öğrencilerine Allah korkusu aşılamak için din dersinin konması, ilköğretime türbanla girilmesi gündemdedir. İlköğretimde 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamasının yerini, o günlere denk gelmese de kutlu doğum haftası kutlamaları almaktadır. Benzeri örnekler saymakla bitmez. Anayasa Mahkemesi bile, AKP’yi laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için cezalandırmıştır.

Eğitimde gericileşme nasıl oluyor
Eğitim, öğrencinin kendini geliştirip gerçekleştirmesine fırsat veren bir süreçtir. İnsan kendini nasıl geliştirir. Önce kendisini ve çevresini tanır, yeteneklerini keşfeder, dünyayı anlamaya çalışır. Bu işi kitap okuyarak, bilimsel konularda dersler alarak, sorgulayarak, eleştirerek, araştırarak ve aklını kullanarak yapar. Eğitimde gericileşme öğrenciye kendini tanıma ve kendini gerçekleştirme (Özgürleşme) fırsatı vermemektir. Gericilik öğrenciyi dar bir kalıp içinde kalacak ve dünyaya tek bir gözle bakacak bir biçimde koşullamaktır. Açıkçası ve kısacası Türk İslam sentezinin hedefidir.

Bir de ekonomik gericilik var sanırım…
Evet bu süreç de değişik boyutlarda işliyor. Ekonomik sistemde anamalcılık pekiştirilerek insanın emeği sömürülüyor, insanın değeri kalmıyor, insan üretim aracına-para makinesine dönüşüyor. Gerici eğitim sistemiyle, bir yandan anamalcılığın ve ABD/AB’ye bağımlılığın eleştirilmesi engelleniyor; kolayca sömürülen insanlar yetiştiriliyor. Öte yandan sınavlarla, dershanelerle ve paralı eğitimle yoksulların önü kesiliyor. Önü kesilen yoksulun eğitim için cemaatlere sığınmasına yol açılıyor. Cemaatleşen genç hiçbir sömürüye karşı çıkmayan, ABD’nin Afganistan ve Irak gibi ülkelerde Müslümanları öldürmesine bile aldırmayan ılımlı-İslam’a dönüşüyor. Bir gericileşme de kadınlar üzerinden üretiliyor. Eşini türbana sokanlar en büyük demokratlar (!) oluyor. En az üç çocuk isteniyor; AKP’li bir belediye nikah sırasında, evlenen çiftlerden en az üç çocuk yapma sözü alıyor. Üç çocuğu olan kadın ne yapacak, toplumsal yaşamdan uzaklaşacak, evine kapanacak. Üç çocuk yapan eşinden bıkacak ikincisini, üçüncüsünü alacak, birkaç eşliler için ayrı mahalleler kurulacak.
Sınav sistemi varlıklı aile çocuklarının önünü kesmek için getirilmiyor. Varlıklı aile çocuğunu, dershaneye yolluyor, özel hocayı evine getiriyor; sınavda başaramazsa da özel okula yolluyor ya da yurt dışına. Sınav, dershaneye gidemeyecekler için yapılıyor; yoksulun önünü kesmeye yarıyor. Sınavda yabancı dil sorusu sorarak yoksulun, din kültürü ve ahlak bilgisi sorusu sorarak da Sünni-Hanefi olmayanların önü kesiliyor. Dini anlamdaki gericileşmede çocuklara çağdaş değerler üzerinden değil de, inançlar üzerinden yaşamlarını sürdürmeleri telkinleri yapılıyor; Osmanlı yüceltilip kulluk pekiştirilirken cumhuriyetin değerleri göz ardı edilip yurttaşlık anlamsızlaştırılıyor.

YÖK eliyle gericileşme nasıl oluyor?
YÖK başkanları AKP öncesinde de genelde de sistemle bağdaşıktı. Bugünden temel bir fark vardı YÖK üyeleri içinde zaman zaman muhalifler de oluyordu ve en önemlisi hükümetin, cumhurbaşkanının ve üniversitelerarası kurulun, günümüzde olduğu gibi aynı telden çaldığı bir dönem hiç olmamıştı. Evren zamanında hükümette ANAP, Özal zamanında hükümette DYP koalisyonu vardı. Demirel zamanında hükümette DYP koalisyonu vardı ve anımsarsınız Demirel en büyük kazığı 28 Şubat 1997 sonrası DYP’ye atmış, (Askerler değil Demirel) post-modern darbe yaparak DYP’nin Erbakan ile koalisyon yapmasını engellemişti. Sezer zamanında hükümette DSP koalisyonu ve sonrasında da AKP vardı. 2007’ de Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün seçtiği 7 kişi ile hükümetin seçtiği 7 kişinin dünya görüşü açısından birbirinden farkı var mı? Üniversitelerarası kurul da yedi kişi seçiyor. Bu kurul da YÖK’ün ve cumhurbaşkanının seçtiği rektörler ile bu rektörlerin ve YÖK’ün seçtiği dekanların hakim olduğu senato temsilcilerinden oluşuyor. Bu nedenle bu kurul da AKP adaylarından ya da yandaşlarından üye seçince YÖK bir AKP organına dönüşmüş oluyor.
YÖK laikliği ve bilimselliği öne çıkaranları değil, yaşamın inançlara göre düzenlenmesini isteyen ya da buna ses çıkarmayanlarla üniversitelerde kadrolaşıyor. Bu kadrolaşma hem inançları öne çıkararak hem de anamalcı gelişimleri benimseyerek üniversitede gericileşmenin kapılarını açıyor.
Yarın: Eğitimde
istihdam ve bütçe!



TIPÇI DA MÜHENDİS DE İMAM HATİPLİ OLSUN


Zorunlu eğitime yönelik girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
1997’de yaşanan kesintili mi kesintisiz mi kavgası ... Kesintili 8 yılı savunanlar (İlkokul ve ortaokul ayrı olsun diyenler), çocuk 5’nci sınıftan sonra istediği yere gitsin (Derken aslında imam hatibe gitsin) diyorlar. 1972’de olduğu gibi imam hatip ortaokulları kapanınca imam hatip lisesine gideceklerin sayısının çok azalacağını biliyorlar.
8 yıl kesintisiz oldu, 2000’de katsayı getirildi ne oldu? Hukuk, öğretmenlik ve siyasal bilgiler gibi farklı alanlara giden imam hatipli azalınca cemaatler Anadolu liseleri ve fen liseleri gibi yatılı liselere daha fazla el atmaya, özel okullara, yurtlara ve dershanelere daha fazla yatırım yapmaya başladı. Şimdi de zaten yapabilirlerse zorunlu eğitimi 13 yıla çıkarırken kesintili yapacaklar. Amaç imam hatipli tıpçı, mühendis, öğretmen üretmek, ileri sürülen diğer gerekçeler işin bahanesi...
Oysa zorunlu eğitim bütün yurttaşlara eşdeğer bir eğitim vermek demek. Biri imam biri bilgisayarcı olmak için okurken bu eğitim zorunlu denebilir mi. Devlet zorunlu olarak birilerine sen şunu sen bunu oku diyebilir mi? Eğitim adına yapılacak olan zorunlu eğitim sonunda insanların meslek seçmesine izin vermektir.


DEMOKRASİ VE AKP


Başbakan bir salonda konuşurken öğrenci bahçede dayak yiyor, coplanıyor, biber gazı soluyor. Zaten kimi liberallerden başka AKP’ye demokrat bir parti diyen var mı? İki üç kişinin tüm milletvekillerini, tüm belediye başkanlarını, cumhurbaşkanını belirlediği bir partide demokrasi olur mu? ABD ve AB’ye bağımlı olanlara, ABD/AB’yi eleştirenlere ve sömürüye karşı çıkanlara terörist diyenlere, AKP’yi eleştirenleri ideolojik olmakla suçlayanlara, türbanlı öğrenci paşa paşa gösteri yaparken diğerlerinin her gösterisini polisle bastıranlara demokrat denebilir mi?



SESSİZLİĞE TARİHSEL DERS


Hal böyle… Daha da kötüye gidişatın olduğunu söylüyorsunuz. Eğitimin bileşenleri sessiz değil mi?
Birkaç milyon yüksek öğretim öğrencisi var, duyarlı davranan ve ülkesine dolayısıyla kendisine ve toplumuna sahip çıkmaya çalışanlar bir avuç insan. Yumurta atmayı savunmuyorum ama, insan olmanın anlamı ve özü eleştirmek; daima daha iyisini aramak. ‘Yanlış oluyor mu’ diye düşünme potansiyeli olan öğrenci olması gerekli. Böyle olmasında herkesin sorumluluk payı var. Akademisyenler sessiz, sokağa çıkmayı bırak, kendi kurullarımızda, kurumlarımızda bile sessiziz. Düşünün 700 oy verdiğiniz kişi değil de 300 oy alan atanıyor. Üniversite kuzu kuzu oturuyor. 700 oy veren 300 oy verenin peşine gidiyor. Oy özgürlüktür. Burada Aydınlara da iş düşmektedir. Örgütlenmek gerekir.
Örgütler var, ne yapıyorlar dersen, orada da aklı kullanmak ve toplumsal olmak gerekir. Bencilliğin sonu yok… Hitler dönemiyle ilgili bilinen ve yaklaşık olarak şöyle bir anlatım vardır. Bir Alman, “Arkadaşımı tutuklamaya geldiler. Sesimi çıkarmadım, solcuydu. Sonra diğer arkadaşımı tutuklamaya geldiler sesimi çıkarmadım, Yahudi’ydi. Öbürü şöyleydi, bu böyleydi… Sonra beni tutuklamaya geldiler, arkama bir baktım kimse kalmamış.” Bu söylemden ders çıkarması gerekenler öncelikle aydınlar, öğrenciler…



İDEOLOJİK OLACAK AMA...



Peki bundan sonra üniversitelerde neler olur?
Bologna süreci giderek yaygınlaşıyor. Bu süreç, ABD ile ekonomik alanda rekabet edecek yükseköğretim alanı oluşturmaya çalışıyor. Bu kısaca, insanların ve emeğin sömürülmesini kolaylaştıracak, üniversiteleri girişimci üniversiteye dönüştürerek ticarileştirecek ve bilimi toplumun hizmetinden alıp sermayenin hizmetine vermek anlamına geliyor. İş adamları köşeyi dönecek, işsizler sömürülecek. Üniversite yönetimlerinde işadamların olacak.
Şimdi YÖK Yasası’nı değiştireceğiz diyorlar. Yasayı YÖK ve rektörlerle değiştireceklerini söylüyorlar. Zaten rektörü de kendileri seçiyor. Başbakan, geçen haftalarda rektörlerle yaptığı toplantıda muhalefeti eleştiriyor; üniversiteye siyaseti sokmamış oluyor; AKP’nin yaptıklarını eleştirenler siyaset yapıyor ve ideolojik davranıyor! Bu anlayışla ve seçtikleri türbancı, İslamcı ve piyasacı rektörlerle değiştirilecek yasa ne mene şey olacak düşünün. Şimdi ne olacak 1981’de ‘YÖK Yasası’ denilen yasayı çıkardılar. Arkasından 1402’liklerle muhalif akademisyenler okullardan atıldı. Bir YÖK yasası daha gelecek, bu gidişle sistemdeki “ideolojik olanlar ve siyaset yapanlar!” atılacak. Dinciyse, Amerikancıysa, anamalcıysa, sömürülmekten ve sömürmekten yanaysa ideolojik olmayacak, ama karşıysa, laikse, bilimselse, yurtseverse ideolojik olacak.
Peki neden böyle? Çünkü aklı kullanmıyoruz. Akıllı olmak demek emeğe, bilime, saygılı olmak demektir. Akıllı olmak demek, ‘Ulemaya soralım’ demek değil.

Evrensel'i Takip Et