6 Aralık 2005 23:00

BİHDK'nın 'ibret verici' öyküsü!

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi'nce (İHM) düzenlenen "İnsan Hakları Ulusal Kurumları: Dünya ve Türkiye" konulu konferansa katılan BİHDK eski Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Azınlık Hakları ve Kültürel Hakları Komisyonu eski Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran, kurulun karşılaştığı sorunları anlattılar. Kurulun Ecevit Hükümeti döneminde kurulmaya, AKP Hükümeti döneminde ise kurul hakkındaki yasa ve yönetmeliklerin tamamlanarak çalışmaya başladığını anlatan Prof. Kaboğlu, kurula yılda üç kez olağan toplantı yapma hakkı tanındığı için olağanüstü toplantılar yaparak çalışmalarını sürdürebildiklerini ifade etti. Kaboğlu, yasada, kurulun sekreterya hizmetlerinin BİHDK tarafından gerçekleştirileceği belirtilirken, 2003 yılında bu göreve kurul başkanlığı seçimini kaybeden kişinin getirilmesiyle sekreterya hizmetlerinin de aksamaya başladığını söyledi. Sıkıntıların büyüklüğüne karşın, "bir faks, bir eleman ve bir telefon" olmak üzere asgari taleplerde bulunduklarını ifade eden Kaboğlu, bu talepleri karşılanmadığı gibi, kurulun Devlet Konukevi'nden Başbakanlık binasına taşındığını, bunun bir bakan tarafından da "darbe" olarak nitelendirildiğini hatırlattı.

'Fas kadar olunamadı' Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu hakkında "Biz istemedik, resmi değildir" denildiğini hatırlatan Kaboğlu, "Hükümet bizden rapor istemedi, bu kurulun yasasını çıkaran parlamento istedi. Yasadaki yetkilerimize dayandık" dedi. "Basına açıklamak usulsüzlüktür" denildiğini de belirten Kaboğlu, rapor üzerine çok fazla tartışma yürütüldüğü için Başbakanlık binasında bir basın toplantısı yapmak istediklerini, ancak bu toplantının da devletin bir memuru tarafından askıya alındığını söyledi. Raporun oylanmasında usulsüzlük olduğu iddialarının da asılsız olduğunu söyleyen Kaboğlu, en muhalif üyenin bile oylamalarda teşekkür ettiğine dikkat çekti. Kaboğlu, "Sivas katliamında sanıkları savunan avukatın kurula atandığı", "kurula atanan yeni üyeleri bakandan değil gazetelerden öğrendikleri", "30 üyenin randevu talebiyle yazdığı mektuplara yanıt verilmediği", "İnsan haklarının tartışıldığı Berlin Konferansı'na gitme talebine yanıt verilmediği, bütçe yetersizliği var denilirken devletin bir memurunun konferansa gönderildiği" gibi olayları da sıraladı. Kaboğlu, istifa etmelerinin ardından, kurulun da işlevsiz hale geldiğini söyledi.

'Yarısını tava, yarısını ızgara mı yapalım!' Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu hakkında bilgi veren Prof. Oran ise rapora ilişkin eleştirilerin ve haklarında devletin kurumlarını aşağılamak ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek iddiasıyla açılan davanın çelişkilerine dikkat çekti. Oran, devleti bölmek istedikleri iddialarına ise, "Federalizmle ilgili tek bir sözcük yoktu, üniter devletin nasıl güçleneceğine dair öneride bulunduk" yanıtını verdi. Türkiyelilik kavramının başbakanlar tarafından dahi dile getirildiğine dikkat çeken Oran, "Bu, ülkede kendine Türk diyemeyenlerle ilgili bir sorun. Ne yapacağız bunları? Yarısını tava, yarısını ızgara mı yapacağız" dedi. "Raporu yırtan şahıs değil, biz mahkeme önündeyiz" diyen Oran, iddianamede, "Anayasa Mahkemesi'nin aşağılandığı" iddiası olduğunu belirterek, "Ben aynı konferansı Anayasa Mahkemesi salonunda verdim, kimse aşağılama olarak algılamadı" dedi.




'İnsan hakları kurumları bağımsız olmalı' Konferansın açılışında konuşan SBF İHM Başkanı Prof. Dr. Gencay Saylan, Türkiye'deki ulusal insan hakları kurumları deneyimini kritik bir gözle değerlendirmeyi ve dünya uygulamasının çeşitli kesitlerini tartışma konusu yapmayı amaçladıklarını belirtti. Heinrich Böll Stiftung Derneği'nden Ekrem Eddie Güzeldere ise Türkiye'de kimi kurumların kurulması yoluyla olumlu gelişmelerin sağlandığını belirtti. Güzeldere, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nu örnek göstererek, bu tür kurumların siyasi ve finansal bağımsızlığının önemli olduğunu söyledi. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ulusal Kurumlar Dairesi Koordinatörü Orest Nowosad, ulusal insan hakları kurumlarının isimlerinin değil, ürettikleri sonucun doğru ve somut olmasının önemli olduğunu ifade etti. Devletin yardım etmemesi durumunda bu kurumların geçerliliğinin kalmayacağını ifade eden Nowosad, uluslararası ilkelerin uygulanmamasının da, uluslararası platformda tanınmama sorunu yaratacağını dile getirdi.

'Bağımsızlık ses getirir' Kişilerin tek tek ekonomik, siyasal ve kültürel haklara erişmesi için de kurumların çaba göstermesi gerektiğine işaret eden Nowosad, Türkiye için "özelleştirmenin bireylerin haklarına ulaşmasında yaratacağı güçlükler"i örnek verdi. Hakları hem korumak, hem artırmak için çalışılması gerektiğini belirten Nowosad, "Ben bir konu ile ilgili bu kurula gelmişsem ve eve gittiğimde hiçbir şey elde etmemişsem, bu kurum geçersizdir" diye konuştu. İnsan hakları kurumlarında çalışanların bağımlı ya da baskı altında olması durumunda uygulamada yardım edemeyeceklerini ifade eden Nowosad, bu kurumların yasal olarak tanınmalarını, Anayasa'da bu tür kurumlara yer açılmasını önerdi. Ekonomik bağımsızlığın da önemini vurgulayan Nowosad, devletin bu kurumları finanse etmemesi durumunda, dış kaynaklara yönelineceğine, bunun da "hibe alınan yerler tarafından yönetilme" durumunu ortaya çıkaracağına işaret etti.

Evrensel'i Takip Et