2 Aralık 2005 23:00
Gazetecilere
Ermeni Konferansı davası
"İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" konulu konferansı erteleyen mahkemenin kararına ilişkin yazıları nedeniyle 5 gazeteci hakkında "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" ve "devletin yargı organlarını aşağılama" iddiasıyla dava açıldı.
Bağcılar Cumhuriyet Savcısı Ali Çakır, Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu üyesi avukat Kemal Kerinçsiz ile bir grup avukat tarafından yapılan suç duyurusu üzerine gazeteciler Hasan Kaya Cemal, Mehmet İsmet Berkan, Mehmet Murat Kadri Belge, Haluk Şahin ve Erol Katırcıoğlu hakkında başlattığı soruşturmayı tamamlayarak dava açtı.
Yapıcı eleştiri çizgisi dışında yazmışlar Yazarların davaya konu yazılarına yer verilen iddianamede, "Türk yargı sistemi yapıcı bir eleştiri çizgisi dışında, hususi kast ve hedef alınarak, başta Adalet Bakanlığı ve görev yapan tüm hakim ve savcıları zan altında bırakılacak ifadelerle küçültüldüğü, henüz yargılama aşaması tamamlanmamış ve kesinleşmeyen mahkeme kararı hakkında, tek taraflı ve ön yargılı ifadeler kullanarak kınandığı, karar içeriği ile alakalı haksız yorum ve eleştiriler getirilerek, hukuka olan saygının ötesinde baskıcı bir anlayış sergilendiği, tüm şüpheliler savunma için çağrılmalarına rağmen ifade vermeye de gelmedikleri, böylece atılı suçu işledikleri ilgili gazetelerin içeriğinden ve tüm soruşturma evrakı kapsamı ile anlaşıldığından şüphelilerin yargılamalarının yapılarak, eylemlerini gerektiren sevk maddeleri uyarınca tecziyelerine karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur" denildi.
Dava 7 Şubat'ta İddianamede, 5187 sayılı Yeni Basın Kanunu'nun 11. maddesi delaletiyle yeni TCK'nın "Bir olayla ilgili soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunmak" suçunu düzenleyen 288. maddesi ve yeni TCK'nın "Devletin yargı organlarını alenen aşağılamak" suçunu düzenleyen 301/2. maddesi uyarınca Cemal ve Belge'nin 2'şer kez, Şahin ve Katırcıoğlu'nun da 1'er kez cezalandırılmaları istendi. İsmet Berkan'ın ise TCK'nın 288. maddesinde düzenlenen suçtan cezalandırılması talep edildi. İlgili sevk maddeleri uyarınca 6 ay ile 10 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezalarına çarptırılmaları istenen gazetecilerin Bağcılar 2. Asliye Ceza mahkemesi'nde yargılanmalarına, 7 Şubat 2006 tarihinde başlanacak.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Türkiye sporu nereye gidiyor? - HAZIRLAYANLAR:
Mehmet Özyazanlar-Uğraş Vatandaş Spordaki temel eksiklikler ve altyapı zaafı, yurtdışında yetiştirilmiş, sonradan Türkiye'ye devşirilen sporcuların elde ettiği başarılarla örtülmeye çalışılıyor.
Yetenekler heba ediliyor Turgay Renklikurt (Spor Yazarı): Meydana gelen sonuçlara bakarak yorum yapmayalım. Sonuçlar olumlu olsa da yine Türk sporunu masaya yatırmamız gerekiyordu. Sportif anlamda, 70 milyon insanın büyük bir organizasyonla kendilerinin ihtiyacına cevap verecek olmadığı görülür. Bugün spor deyince sadece yarışma sporunu algılamamak gerekiyor. Bu sporun sadece küçük bir bölümü. Sporun her şeyden önce insanların sağlığına hizmet etmesi lazım. Vatandaşın gerek zihinsel, gerek ruhsal, gerekse de fiziksel gelişiminin sağlanması gerekiyor. Bunun irdelenmesi gerekiyor. Başarısızlık burada, sporun yanlış algılanmasında. Ülkede en popüler olan futbol alanında bile 300-350 bin arasında lisanslı futbolcumuz var. Bu başarısızlığın en büyük göstergesi. Aynı nüfustaki başka ülkelerde bayan futbolcu sayısının bizim ülkemizdeki erkek futbolcu sayısından 10 misli fazla olduğunu görürüz. Bu küçük örnek çok büyük bir gerçeği yansıtıyor. Vatandaşın sağlıklı bir spor yapabilmesi için yeşil alan İngiltere'de kişi başına 40 metrekare, AB'nin en az yeşil alan bulunan ülkesi Yunanistan'da bile bu, 12-15 metrekare. Bizim metrapollerde ise 2-3 metrakareyi geçmiyor. Okullarda ise ideal anlamın çok çok gerisinde. Birçok okulda spor alanları yok bile. Çocuklar spor alanı ve yeşil alanı olmayan okullarda spor öğretimi görüyor. Bütün bunlar çok ciddi bir anlamda başarısızlık demektir. Yarınki kuşağın temsilicileri gençlerin spor eğitimine tabii tutulmamaları, tahrip olmalarına ve çok erken yaşta devre dışı kalmalarına neden oluyor. Duruş bozukluğu, kas ve eklem rahatsızlığı rekor düzeyde. Dünyada spor yapılmayan üniversiteler herhalde bir tek bizde var.
FELSEFEMİZİ BELİRLEYELIM Çağın gereksinmelerine yanıt verecek yasamız yok ortada doğru düzgün. Uğraşı var sadece. 1918 yılından kalma, sağı solu budanmış bir yasayla spor işleri yürüyor. Ortada kurumsallaşmış bir spor anlayışı ve buna uygun müesseseler yok. Tek tük başarılar geliyor, tesadüfen bir araya gelmiş ve getirilimiş yetenekli sporcular sayesinde. Halterde kadın ve erkek sporcular tesadüfen bir araya gelmiş, atletizmde de öyle. Ya tesadüfen geliyor veya başka ülkelerden ithal ediliyor. Pek çok başarılı sporcunun kendi spor sistemimizin üretimi olmadığını görüyoruz. Diğer spor dallarında da böyle. Futbolda, milli takımın başarı düzeyi yurtdışına giden ailelerin çocuklarının katkısıyla oluyor. Yani bu karanlık bir tablo gibi görülebilir. Böyle bir yapıda başarılar elde edilse bile buna başarı demek mümkün mü? Eğer bugün doping salgın haline gelmişse sebebi çağdışı spor yapımızdır. Eğer bugün spor sahalarında etik dışı davranışlar oluyorsa bunun kaynağı, sporun sağlıksız yapılanmasıdır. Sağlıklı bir denetim düzenimiz de yoktur. Dolayısıyla bu yapı devam ettiği müddetçe başarı değil başarısızlık da devam edecektir. Başarılı olmak için öncelikle doğru bir tespit yapılması gerekiyor. Neyi geliştirmemize karar vermemiz ve felsefemizi belirlememiz gerekiyor. Çünkü bu çok önemli. Nasıl bir spor felsefesi benimseneceğine karar verilip buna uygun yasalar hazırlanarak kurumsallaşmalara gidilebilir. En doğal hak olan yeteneğin tespiti ve geliştirilmesi hakkı yapılamıyor. Buna karar vermek gerekiyor. Kriterlerimiz olmalı ve o kriterleri yerine getirmek için çalışmalıyız. Aynı kriterleri okullardan da istemeliyiz. Okullar sınıflardan oluşuyor. Gençler duruyor orada. Sokaklarda tinerci olarak dolaşan çocuklar belki de rekortmen olacaklardı ya da içlerinde rekortmenler vardı. İmkansızlıklardan dolayı yetenekler heba ediliyor. Çok başarılı sporcu olma potansiyeli taşıyan pek çok çocuk sokaklara salınmış durumda.
Köklü çözüm şart Mahmut Sert (Spor Yazarı): Yaşananların şaşırtıcı olduğunu düşünmüyorum. Dünyadaki genel yaklaşıma uygun bir gidiş. Dünyada kazanmak çok önemli. Birinci olmak gerekiyor, ikinci olmak önemsenmiyor, kaybetmiş gibi düşünülüyor. Yaşamın her alanında böyle bir düşünce sistemi uygulanınca, spora da böyle yansıyor. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise bunun sonucu başarısızlık oluyor. Gelişmemiş ülkelerde ekonomide olduğu gibi, zenginin daha çok zengin olduğu, fakirin daha çok fakir olduğu sistem sporda da işliyor. Zengin olan ülkeler kazanıyor, bizim gibi ülkeler kazanabilmek için sıradışı ya da kural dışı ilişkilere girebiliyorlar. Örneğin doping kullanımı. Etik olarak da sağlık açısından da yasak. Ama halterde, güreşte, hem de dünya şampiyonlarımızın böyle bir yola girdiğini görüyoruz. Her şeyi kazanmak olarak görünce sporun temel düşüncesinden uzaklaşıyoruz. Milliyetçiliğin alttan alta spor alanı içinde maddi potansiyeli artıyor. Bu yıl harcanan 250 milyar dolardan söz ediliyor sadece futbolda. Bu kadar büyük bir paranın paylaşımında her türlü etken kullanılıyor. Genel sistem içinde yer alan bireyler de kullanabiliyor. Örnek İsviçre maçında yaşadıklarımız. Yenilmemiz, Dünya Kupası'na gidemememiz sıradışı bir şey değil. Futbol tarihimizde iki kez gidebildik zaten. Futbolda her Dünya Kupası'na gidecek kadar güçlü bir ülke değiliz. Ama futbol federasyonu Yanal ve Terim değişikliğiyle birlikte bunu öyle bir havaya getirdi. Dünya Kupası'na gitmek kamuoyunda kariyer sağlıyor. Her futboldan söz edilişinde, 2002'de kazanılan üçüncülüğe vurgu yapılıyor, dünyanın en iyi üçüncü ülkesiymişiz gibi. Aslında biz sadece turnuvada üçüncü olduk. Bu her zaman dikkate alınacak bir ölçü değildi.
Kampanya unutuldu mu? Federasyon açısından çok önemliydi Dünya Kupası'na gitmek. İlk baraj maçını 2-0 kaybettik. Bunu giderebilmek için federasyonun hedef saptırması oldu. Olayın teknik yönü, hatalar bir kenara bırakıldı, rakibin ilk maçta yaptığı saygısızlıklara burada misliyle karşılık verildi. Ulusal marşı ıslıklandı, hakaret edildi. Kışkırtma, "Türk ulusunun değerlerine hakaret var" noktasına çekilip kamuoyu gerildi. Gerginlik İsviçreli futbolcular uçaktan iner inmez kendini belli etti. Körükte pankartlarla karşılandılar, yol boyunca ve otele gelirken yumurta saldırılarının hedefi oldular... İşin ilginç tarafı olayları yorumlayan Bıçakcı, "Daha fazla şiddet göstermeyin" dedi. Bu başlı başına şiddettir. Federasyon, bir yandan "şiddete hayır" kampanyası yürütmeye çalışırken, diğer yandan böyle kışkırtıcı bir tavır alarak çelişkiye düştü. Milli maçlarda bir kenara mı koyacağız şiddet karşıtlığını? Bu da bence federasyonun kurumsal güvenilirliğini zedeledi. Fatih Terim açsından da benzer bir durum söz konusu. Terim göreve geldiği zaman 2008 Avrupa Şampiyonası ve 2010 Dünya Kupası'na katılmak olarak hedefini açıkladı. Sonra ikramiye büyüdü. Bu kadar büyük bir ödül vardı. Bir anda bence yanlış politikalarla uzun vadeli projeler rafa kaldırıldı, kısa yoldan köşeyi dönmeye çalıştılar. Hedef saptırmaların nedeni aslında ikinci maçta kamuoyu baskısıyla maçı bir şekilde kazanmaktı. Milli takımın Psikolojik Danışmanı Acar Baltaş, yaptığı açıklamada milli takımın çok gergin olduğunu söyledi. "Bütün milli maçlarda olduğu gibi vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapmadık. Yaptığımız planda maçın bir oyun olduğunu söyledik ve üzerlerine düşen rolü yapın dedik. Haklı olduğunuzu düşünüyorsanız hakeme hep beraber itiraz edin. Arkadaşlarınızı yalnız bırakmayın" diye öğüt verdiklerini anlatan Baltaş'ın hesap etmediği şey ise futbolcuların 40 bin kişinin önüne çıktıklarıydı. Maç bitiyor, ama normal bir şekilde soyunma odasına gidemezler. Duygu bombardımanı altındalar. Maç bitti yardımcı antrenör çıkış tüneline koşan rakip oyunculardan birine çelme taktı. Çelme takılıyorsa, tekme atılıyorsa oyun devam ediyordur oyuncular içinde. Futbolcuları belki bir şekilde kontrol ettiler, ama teknik adamları unutmuşlar. Kışkırtıcı konumda onlar teknik adamlar. Federasyonun gönderdiği görüntülerde Terim kışkırmayın diyor, ama keman yayı gibi olmuş gerginlikten.
Spor polİtİkasI şart Temelde kazanmak için her şey kural dışı da olsa her türlü çaba geçerlidir, mübahtır, zihniyeti uygulamaya sokuldu. Terim ilk kez bir yenilgi sonrası hakemi ve olayları gündeme getirdi. Bu tabii insanların kafasında soru işareti bıraktı. Panik içindeki görüntüleri düşündürttü. Daha önceki Terim imajında yenmeyi ve yenilmeyi olgunlukla karşılayan kabul eden insan, bir anda tedirgin, sudan nedenlere sıradan olaylara sığınan bir insan haline geldi. Terim'e övgüler yağdıranlar bugün istifasını istiyorlar. Kredisini bu kadar çabuk tüketti. Ben bu konuda Acar Baltaş'ın önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Psikolojik etkileri uzman olarak fark etmesi gerekirdi. Müdahale edip önlemeliydi, uyarması gerekirdi. Diğer yandan federasyonun uyarması gerekiyordu. Herkes görevini ve sorumluluklarını kendi sınırları içinde yapacaktı. Ama Terim'e teslim olmuş gözüküyorlar. Terim en önde, diğerleri pasif kalmış durumda. Türk sporu hep böyle saman alevi gibi küçük başarılarla avunarak geçiriyor. Sebep spor politikasının olmaması. Mesela iktidarda bulunan AKP'nin programında spor politikası bir paragrafı geçmez. Artık bu dönemlerin geçmesi gerekiyor. Her şeyden önce sağlıklı bir spor politikası belirlemek şart. Okullardan başlayarak, yaz kamplarını, eğitim alanlarını, çok yönlü ele almak gerekiyor. Bizim en büyük eksikliklerimizden birisi, tutarlı, gerçekçi, altyapısı sağlam, ileriye dönük bir spor politikası olmaması. Kısa dönemde parlak başarılarla kendimizi kandırıyoruz. Bütün bu sorunlar sadece spor alanıyla sınırlı değil. Bütün yaşamsal alanlarda var olan, sürekli olarak kendini hissettiren sorunlar. Ülkenin genel politikalarında spora yönelik sağlam bir bakış açısı geliştirilmeli ve bu bakış açısının ışığında spor değerlendirilip sorunlara köklü çözümler getirilmelidir. Gelişme olacaksa uzun soluklu politikalar sonucu olabilir. Günü birlik ve küçük kazanımlara sevinmek, bunlarla avunmak, bizi ilerletmez.
-BİTTİ-
Yapıcı eleştiri çizgisi dışında yazmışlar Yazarların davaya konu yazılarına yer verilen iddianamede, "Türk yargı sistemi yapıcı bir eleştiri çizgisi dışında, hususi kast ve hedef alınarak, başta Adalet Bakanlığı ve görev yapan tüm hakim ve savcıları zan altında bırakılacak ifadelerle küçültüldüğü, henüz yargılama aşaması tamamlanmamış ve kesinleşmeyen mahkeme kararı hakkında, tek taraflı ve ön yargılı ifadeler kullanarak kınandığı, karar içeriği ile alakalı haksız yorum ve eleştiriler getirilerek, hukuka olan saygının ötesinde baskıcı bir anlayış sergilendiği, tüm şüpheliler savunma için çağrılmalarına rağmen ifade vermeye de gelmedikleri, böylece atılı suçu işledikleri ilgili gazetelerin içeriğinden ve tüm soruşturma evrakı kapsamı ile anlaşıldığından şüphelilerin yargılamalarının yapılarak, eylemlerini gerektiren sevk maddeleri uyarınca tecziyelerine karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur" denildi.
Dava 7 Şubat'ta İddianamede, 5187 sayılı Yeni Basın Kanunu'nun 11. maddesi delaletiyle yeni TCK'nın "Bir olayla ilgili soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunmak" suçunu düzenleyen 288. maddesi ve yeni TCK'nın "Devletin yargı organlarını alenen aşağılamak" suçunu düzenleyen 301/2. maddesi uyarınca Cemal ve Belge'nin 2'şer kez, Şahin ve Katırcıoğlu'nun da 1'er kez cezalandırılmaları istendi. İsmet Berkan'ın ise TCK'nın 288. maddesinde düzenlenen suçtan cezalandırılması talep edildi. İlgili sevk maddeleri uyarınca 6 ay ile 10 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezalarına çarptırılmaları istenen gazetecilerin Bağcılar 2. Asliye Ceza mahkemesi'nde yargılanmalarına, 7 Şubat 2006 tarihinde başlanacak.
src=/resim/b1.gif width=5>



Türkiye sporu nereye gidiyor? - HAZIRLAYANLAR:
Mehmet Özyazanlar-Uğraş Vatandaş Spordaki temel eksiklikler ve altyapı zaafı, yurtdışında yetiştirilmiş, sonradan Türkiye'ye devşirilen sporcuların elde ettiği başarılarla örtülmeye çalışılıyor.
Yetenekler heba ediliyor Turgay Renklikurt (Spor Yazarı): Meydana gelen sonuçlara bakarak yorum yapmayalım. Sonuçlar olumlu olsa da yine Türk sporunu masaya yatırmamız gerekiyordu. Sportif anlamda, 70 milyon insanın büyük bir organizasyonla kendilerinin ihtiyacına cevap verecek olmadığı görülür. Bugün spor deyince sadece yarışma sporunu algılamamak gerekiyor. Bu sporun sadece küçük bir bölümü. Sporun her şeyden önce insanların sağlığına hizmet etmesi lazım. Vatandaşın gerek zihinsel, gerek ruhsal, gerekse de fiziksel gelişiminin sağlanması gerekiyor. Bunun irdelenmesi gerekiyor. Başarısızlık burada, sporun yanlış algılanmasında. Ülkede en popüler olan futbol alanında bile 300-350 bin arasında lisanslı futbolcumuz var. Bu başarısızlığın en büyük göstergesi. Aynı nüfustaki başka ülkelerde bayan futbolcu sayısının bizim ülkemizdeki erkek futbolcu sayısından 10 misli fazla olduğunu görürüz. Bu küçük örnek çok büyük bir gerçeği yansıtıyor. Vatandaşın sağlıklı bir spor yapabilmesi için yeşil alan İngiltere'de kişi başına 40 metrekare, AB'nin en az yeşil alan bulunan ülkesi Yunanistan'da bile bu, 12-15 metrekare. Bizim metrapollerde ise 2-3 metrakareyi geçmiyor. Okullarda ise ideal anlamın çok çok gerisinde. Birçok okulda spor alanları yok bile. Çocuklar spor alanı ve yeşil alanı olmayan okullarda spor öğretimi görüyor. Bütün bunlar çok ciddi bir anlamda başarısızlık demektir. Yarınki kuşağın temsilicileri gençlerin spor eğitimine tabii tutulmamaları, tahrip olmalarına ve çok erken yaşta devre dışı kalmalarına neden oluyor. Duruş bozukluğu, kas ve eklem rahatsızlığı rekor düzeyde. Dünyada spor yapılmayan üniversiteler herhalde bir tek bizde var.
FELSEFEMİZİ BELİRLEYELIM Çağın gereksinmelerine yanıt verecek yasamız yok ortada doğru düzgün. Uğraşı var sadece. 1918 yılından kalma, sağı solu budanmış bir yasayla spor işleri yürüyor. Ortada kurumsallaşmış bir spor anlayışı ve buna uygun müesseseler yok. Tek tük başarılar geliyor, tesadüfen bir araya gelmiş ve getirilimiş yetenekli sporcular sayesinde. Halterde kadın ve erkek sporcular tesadüfen bir araya gelmiş, atletizmde de öyle. Ya tesadüfen geliyor veya başka ülkelerden ithal ediliyor. Pek çok başarılı sporcunun kendi spor sistemimizin üretimi olmadığını görüyoruz. Diğer spor dallarında da böyle. Futbolda, milli takımın başarı düzeyi yurtdışına giden ailelerin çocuklarının katkısıyla oluyor. Yani bu karanlık bir tablo gibi görülebilir. Böyle bir yapıda başarılar elde edilse bile buna başarı demek mümkün mü? Eğer bugün doping salgın haline gelmişse sebebi çağdışı spor yapımızdır. Eğer bugün spor sahalarında etik dışı davranışlar oluyorsa bunun kaynağı, sporun sağlıksız yapılanmasıdır. Sağlıklı bir denetim düzenimiz de yoktur. Dolayısıyla bu yapı devam ettiği müddetçe başarı değil başarısızlık da devam edecektir. Başarılı olmak için öncelikle doğru bir tespit yapılması gerekiyor. Neyi geliştirmemize karar vermemiz ve felsefemizi belirlememiz gerekiyor. Çünkü bu çok önemli. Nasıl bir spor felsefesi benimseneceğine karar verilip buna uygun yasalar hazırlanarak kurumsallaşmalara gidilebilir. En doğal hak olan yeteneğin tespiti ve geliştirilmesi hakkı yapılamıyor. Buna karar vermek gerekiyor. Kriterlerimiz olmalı ve o kriterleri yerine getirmek için çalışmalıyız. Aynı kriterleri okullardan da istemeliyiz. Okullar sınıflardan oluşuyor. Gençler duruyor orada. Sokaklarda tinerci olarak dolaşan çocuklar belki de rekortmen olacaklardı ya da içlerinde rekortmenler vardı. İmkansızlıklardan dolayı yetenekler heba ediliyor. Çok başarılı sporcu olma potansiyeli taşıyan pek çok çocuk sokaklara salınmış durumda.
Köklü çözüm şart Mahmut Sert (Spor Yazarı): Yaşananların şaşırtıcı olduğunu düşünmüyorum. Dünyadaki genel yaklaşıma uygun bir gidiş. Dünyada kazanmak çok önemli. Birinci olmak gerekiyor, ikinci olmak önemsenmiyor, kaybetmiş gibi düşünülüyor. Yaşamın her alanında böyle bir düşünce sistemi uygulanınca, spora da böyle yansıyor. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise bunun sonucu başarısızlık oluyor. Gelişmemiş ülkelerde ekonomide olduğu gibi, zenginin daha çok zengin olduğu, fakirin daha çok fakir olduğu sistem sporda da işliyor. Zengin olan ülkeler kazanıyor, bizim gibi ülkeler kazanabilmek için sıradışı ya da kural dışı ilişkilere girebiliyorlar. Örneğin doping kullanımı. Etik olarak da sağlık açısından da yasak. Ama halterde, güreşte, hem de dünya şampiyonlarımızın böyle bir yola girdiğini görüyoruz. Her şeyi kazanmak olarak görünce sporun temel düşüncesinden uzaklaşıyoruz. Milliyetçiliğin alttan alta spor alanı içinde maddi potansiyeli artıyor. Bu yıl harcanan 250 milyar dolardan söz ediliyor sadece futbolda. Bu kadar büyük bir paranın paylaşımında her türlü etken kullanılıyor. Genel sistem içinde yer alan bireyler de kullanabiliyor. Örnek İsviçre maçında yaşadıklarımız. Yenilmemiz, Dünya Kupası'na gidemememiz sıradışı bir şey değil. Futbol tarihimizde iki kez gidebildik zaten. Futbolda her Dünya Kupası'na gidecek kadar güçlü bir ülke değiliz. Ama futbol federasyonu Yanal ve Terim değişikliğiyle birlikte bunu öyle bir havaya getirdi. Dünya Kupası'na gitmek kamuoyunda kariyer sağlıyor. Her futboldan söz edilişinde, 2002'de kazanılan üçüncülüğe vurgu yapılıyor, dünyanın en iyi üçüncü ülkesiymişiz gibi. Aslında biz sadece turnuvada üçüncü olduk. Bu her zaman dikkate alınacak bir ölçü değildi.
Kampanya unutuldu mu? Federasyon açısından çok önemliydi Dünya Kupası'na gitmek. İlk baraj maçını 2-0 kaybettik. Bunu giderebilmek için federasyonun hedef saptırması oldu. Olayın teknik yönü, hatalar bir kenara bırakıldı, rakibin ilk maçta yaptığı saygısızlıklara burada misliyle karşılık verildi. Ulusal marşı ıslıklandı, hakaret edildi. Kışkırtma, "Türk ulusunun değerlerine hakaret var" noktasına çekilip kamuoyu gerildi. Gerginlik İsviçreli futbolcular uçaktan iner inmez kendini belli etti. Körükte pankartlarla karşılandılar, yol boyunca ve otele gelirken yumurta saldırılarının hedefi oldular... İşin ilginç tarafı olayları yorumlayan Bıçakcı, "Daha fazla şiddet göstermeyin" dedi. Bu başlı başına şiddettir. Federasyon, bir yandan "şiddete hayır" kampanyası yürütmeye çalışırken, diğer yandan böyle kışkırtıcı bir tavır alarak çelişkiye düştü. Milli maçlarda bir kenara mı koyacağız şiddet karşıtlığını? Bu da bence federasyonun kurumsal güvenilirliğini zedeledi. Fatih Terim açsından da benzer bir durum söz konusu. Terim göreve geldiği zaman 2008 Avrupa Şampiyonası ve 2010 Dünya Kupası'na katılmak olarak hedefini açıkladı. Sonra ikramiye büyüdü. Bu kadar büyük bir ödül vardı. Bir anda bence yanlış politikalarla uzun vadeli projeler rafa kaldırıldı, kısa yoldan köşeyi dönmeye çalıştılar. Hedef saptırmaların nedeni aslında ikinci maçta kamuoyu baskısıyla maçı bir şekilde kazanmaktı. Milli takımın Psikolojik Danışmanı Acar Baltaş, yaptığı açıklamada milli takımın çok gergin olduğunu söyledi. "Bütün milli maçlarda olduğu gibi vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapmadık. Yaptığımız planda maçın bir oyun olduğunu söyledik ve üzerlerine düşen rolü yapın dedik. Haklı olduğunuzu düşünüyorsanız hakeme hep beraber itiraz edin. Arkadaşlarınızı yalnız bırakmayın" diye öğüt verdiklerini anlatan Baltaş'ın hesap etmediği şey ise futbolcuların 40 bin kişinin önüne çıktıklarıydı. Maç bitiyor, ama normal bir şekilde soyunma odasına gidemezler. Duygu bombardımanı altındalar. Maç bitti yardımcı antrenör çıkış tüneline koşan rakip oyunculardan birine çelme taktı. Çelme takılıyorsa, tekme atılıyorsa oyun devam ediyordur oyuncular içinde. Futbolcuları belki bir şekilde kontrol ettiler, ama teknik adamları unutmuşlar. Kışkırtıcı konumda onlar teknik adamlar. Federasyonun gönderdiği görüntülerde Terim kışkırmayın diyor, ama keman yayı gibi olmuş gerginlikten.
Spor polİtİkasI şart Temelde kazanmak için her şey kural dışı da olsa her türlü çaba geçerlidir, mübahtır, zihniyeti uygulamaya sokuldu. Terim ilk kez bir yenilgi sonrası hakemi ve olayları gündeme getirdi. Bu tabii insanların kafasında soru işareti bıraktı. Panik içindeki görüntüleri düşündürttü. Daha önceki Terim imajında yenmeyi ve yenilmeyi olgunlukla karşılayan kabul eden insan, bir anda tedirgin, sudan nedenlere sıradan olaylara sığınan bir insan haline geldi. Terim'e övgüler yağdıranlar bugün istifasını istiyorlar. Kredisini bu kadar çabuk tüketti. Ben bu konuda Acar Baltaş'ın önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Psikolojik etkileri uzman olarak fark etmesi gerekirdi. Müdahale edip önlemeliydi, uyarması gerekirdi. Diğer yandan federasyonun uyarması gerekiyordu. Herkes görevini ve sorumluluklarını kendi sınırları içinde yapacaktı. Ama Terim'e teslim olmuş gözüküyorlar. Terim en önde, diğerleri pasif kalmış durumda. Türk sporu hep böyle saman alevi gibi küçük başarılarla avunarak geçiriyor. Sebep spor politikasının olmaması. Mesela iktidarda bulunan AKP'nin programında spor politikası bir paragrafı geçmez. Artık bu dönemlerin geçmesi gerekiyor. Her şeyden önce sağlıklı bir spor politikası belirlemek şart. Okullardan başlayarak, yaz kamplarını, eğitim alanlarını, çok yönlü ele almak gerekiyor. Bizim en büyük eksikliklerimizden birisi, tutarlı, gerçekçi, altyapısı sağlam, ileriye dönük bir spor politikası olmaması. Kısa dönemde parlak başarılarla kendimizi kandırıyoruz. Bütün bu sorunlar sadece spor alanıyla sınırlı değil. Bütün yaşamsal alanlarda var olan, sürekli olarak kendini hissettiren sorunlar. Ülkenin genel politikalarında spora yönelik sağlam bir bakış açısı geliştirilmeli ve bu bakış açısının ışığında spor değerlendirilip sorunlara köklü çözümler getirilmelidir. Gelişme olacaksa uzun soluklu politikalar sonucu olabilir. Günü birlik ve küçük kazanımlara sevinmek, bunlarla avunmak, bizi ilerletmez.
-BİTTİ-
Evrensel'i Takip Et