21 Şubat 2004 23:00

Camcılık soylu bir meslektir

Cam, kaba çizgileriyle söylersek, özel kum ve kaya cinslerinin yoğun ısıyla ergitilip soğutulmasıyla yapılır. İnsanoğlunun başlangıçtan beri şaşkınlık ve hayranlıkla karşıladığı bir iştir camın oluşumu. Bu yüzden ateşin karşısında demir eriten nasıl kutsallık kazanmışsa, ateşin karşısında camı oluşturan da insanların gözünde onur ve soyluluk kazanmıştır. Ansiklopediler bu mesleğin eskiden beri "çok şerefli" bir meslek sayıldığını vurgularken, Mısır'da bu işle uğraşanların özel bir rahip kastı oluşu yanında, Avrupa tarihinden bir olayı da kanıt gösterirler: "14. yüzyılda Venedik'te, camcılığın soylu bir sanat olduğu, bu işle uğraşanların soylu kişilerle eşit sayılacağı ve aristokrat ailelerle evlenme yapabilecekleri bir bildiriyle açıklandı." (Meydan Larousse) Sınıflar arasındaki engelleri aşacak nitelikte görünen camcılık işinin Venedik'i oluşturan adalardan Murano'da özel bir ustalıkla yapıldığını, bu adın bir marka durumunu ve seçkinliğini kazandığını ekleyelim.

İlk cam İlk cam, söylencelere göre, Fenike kıyılarında tüccarların yemek pişirmek için yaktıkları ateşte tencerenin oturduğu güherçile topaklarının erirken kumla karışması sonucu oluşmuş. İsa'dan 4 bin yıl öncesinden beri Doğu'da cam bilinmektedir. Cam üfleme tekniğiyse ilk kez Suriye'de uygulanmış. Bize gelince, Selçukluların kandil benzeri çeşitli cam eşya yaptıkları, Artuklular ve Selçuklular dönemi medrese ve camilerinde şemsiye (güneşlik) denilen cam türünün yapıldığı biliniyor. Osmanlılarda, İstanbul'un fethinden sonra, cam endüstrisinin geliştiği söylenegelmişse de elimizde bu dönemle ilgili bir eşya, dolayısıyla kanıt yok. O dönemde İstanbul ve Türk zevkine göre Venedik'e sofra eşyası, ayna, renkli cam ve kandil sipariş edildiği biliniyor. Günümüzde çok değerli antika sayılan nadir örnekleri olan bu tür eşya için gereken hammadde Osmanlı İmparatorluğu topraklarından gidiyordu. Gümrük kayıtlarında bu hammadde "cam için kül" adıyla yer alır. Osmanlı İmparatorluğunda cam "imal ve satışı"nın ciddi biçimde düzenlenmesi 17. yüzyıldadır. Çırak ve kalfaların yetiştirilmesi, haklarının korunması, yaşlanıp ya da sakatlanıp çalışamayacak duruma gelenlerin korunup bakılabilmesi için gerekli kurallar konulmuş, bunların giderleri için gerekli vakıflar kurulmuştur. Kanuni'nin torunu olan II. Murad devrine ait bir Surname'de esnaf geçitinde yer alan camcıları gösteren bir minyatür vardır. Bu minyatürde cam ustaları bir arabaya yerleştirilen bir ocak çevresinde cam üflemektedirler. 17.-18 yüzyıl döneminde, İstanbul Türk camcılığının merkezi olmuş, camcılar Eğrikapı ve Tekfur Sarayı yöresinde toplanmış, Bakırköy'de Baruthane-i Amire yakınlarında büyük ve gösterişli "çarh ve dibekler", güherçile kazan ve ocakları, camhaneler ve perdah yerleri kurulmuştu. Zamanla Tekfur Sarayı ateş fırınları ile çalışan yapım yerlerinin toplandığı bir semt kimliği kazanmış, camcıların yanı sıra kuyumcu potacıları, rastık ve süleğenciler, çini ve fağfur yapımcılar hatta çanak, çömlek ve tuğlacılar da burada devletten yer kiralamaya başlamışlardı. III. Mustafa'nın padişahlığı döneminde başka yerde cam ve şişe yapımı yasaklanmıştır. Bu dönemde cam yapımında kullanılan kum, Kumboğazı'ndan getirilmektedir. Cam ve şişeci esnafının nâzırları, kethudaları, yiğitbaşıları, duacıları ve yapımyeri sahibi ustaları vardı. Nâzır ve kethudalar saraya bağlı bir eğitim kurumu olan Enderun-ı Hümayun'dan kimselere verilip maaşları devletçe ödenirdi. Yiğitbaşı ve duacıları esnaf seçerdi. Cam işleri ile uğraşanlar ürettikleri mal türüne göre (cam, şişe, ayna, sırça) göre ayrı örgütlere ve kurallara bağlanırdı. Topkapı Sarayı'nda yer alan kırk beş kadar sanatçı arasındaki cam yapımcılar "camgeran" adıyla anılırlar. Ancak İstanbul'daki cam atölyelerinin çoğu yabancı mallarla rekabet edemediklerinden kapanır. Ve Beykoz... 19. yüzyıl başlarında Türk camcılığında atılımlar görülür, Beykoz da bir cam yapımyeri kurulur. Bu atölye sonradan "Beykoz işi" adıyla anılan ve kırmızı ışık yansıtan cam eşyaları, mavi cam beyaz fayans karışımı çeşmi bülbülleri ile tanınır. Burada yapılan ve aralarında kristallere de raslanan eşya bir dönemde "Eseri İstanbul" adını almıştır. 1851 yılında Londra'da açılan sanayı sergisinde bir Türk cam eser mansiyon kazanmıştır. Bu eserin yapımyeri olarak İncirköy Fabrikası kaydedilmiş. Beykoz ve çubuklu arasındaki bir mahallenin adı olan İncirköy belki de yöredeki tek fabrikanın adıdır. 1899 yılından başlayarak aynı semtte camcılığı canlandırmaya çalışan Paul Modino, 1902'de fabrikayı 500 kişinin çalıştığı bir işletme durumuna getirirse de bir süre sonra kapanmak zorunda kalır.

Paşabahçe Fabrikası Türkiye'de çağdaş anlamda ilk cam fabrikası 1933-1938 yıllarını kapsayan ilk beş yıllık plan çerçevesinde Bakanlar Kurulunun 17.2.1934 tarih ve 2/126 sayılı kararı ile Türkiye İş Bankası tarafından 1 milyon lira sermaye ile Paşabahçe'de kuruldu. Türkiye İş Bankası'na 25 yıl için ayrıcalık tanınmıştı. Böylece bu dalda tekel durumunda olan Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ., 1960'lardan başlayarak Kocaeli, Kırklareli, Bursa ve Sinop illerinde yeni cam tesisleri kurmuş, yatay ve dikey birleşmelerle 17 sanayi ve 4 ticaret şirketinin yer aldığı bir topluluk oluşturmuştur. Topluluk cam eşyadan otomobil camına cam üretimi yapan tesisler yanında cam sanayiinde kullanılan maden, makine ve kalıpları hazırlayan, şişe kapağı üreten tesisler, cam üretiminde kullanılan kum, kalker, kaolin , barit vb. madenlerin üretimi için maden ocakları, cam eşya üretimi için gerekli maden kalıplar, makine ve yedek parçaları ve porselen sanayiini de kapsar.

Şaban oğlu Selim Cam işçileri ateş karşısında emek vermenin alışkanlığıyla olmalı, emeklerini de savunurlar. Nâzım Hikmet sonradan "Dört Hapisaneden" adlı derlemede yer alan "Şaban Oğlu Selim" adlı uzun şiirinde Paşabahçe cam fabrikasında bir işçinin aydınlanma ve örgütlenme dönemini anlatır. 40 yapraklık bir kitaptan öğrendiklerini anlatmaya çalışan Selim'i şiirin son bölümünde Sultanahmet Cezaevi'nde ayakları üstüne basamaz durumda görürüz. 1963 yılında yürürlüğe giren Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun 21. maddesi "memleket sağlığı" ve "milli güvenlik" gerekçesiyle sendikalarca alınan grev kararları ve uygulamalarının hükümetçe önce 30 sonra 60 gün olmak üzere toplam 90 gün ertelenebilmesine olanak tanımaktaydı. 1963-1980 yılları arasında ertelenen grevler listesinde cam işçileriyle ilgili şu notlara raslıyoruz: Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikaları işyerlerinde, Türkiye Şişe Cam ve Kristal Sanayii İşçileri Sendikası ve Hürcam-İş Sendikasına bağlı işçilerce değişik tarihlerde yapılan 2 grev. Anadolu Cam Sanayii AŞ, Topkapı Şişe Sanayiii Aş, Teknik Cam Sanayii A.Ş., H.Gökyiğitoğulları Ticaret ve Sanayi Limited. Şirketi, Çayırova Cam Sanayii A.Ş., Cam Elyaf Sanayii A.Ş. ve Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.'ye bağlı işletmelerde, Hürcam-İş Sendikasına bağlı işçilerin grevi. (30 gün süreyle, Kaynak Yurt Ansiklopedisi)

İşçilerin bildirisi Bu günlerde ertelemeler, engellemelerle cam işçileri yine gündemde. Onlarla ilgili haberleri her okuduğumda önce Nâzım Hikmet'in şiiri, sonra Adnan Özyalçıner'in "Grev Bildirisi" adlı öyküsü düşüyor aklıma. Grev Bildirisi'nde Özyalçıner, 1966 yılındaki Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası grevinde İstanbul halkına dağıtılan bir bildiriye de yer verir. Cam işçilerinin bu bildirisi camda usta olanın sözde de usta olduğunu gösterir: "Biz işçiyiz. Paşabahçe'deki bir fabrika şişe ve cam yapar, orada çalışırız. Beyoğlu'nda süslü bir mağazası var. Tabaklar, bardaklar görürsünüz de iftihar edersiniz: İşte onları yaparız biz. 1800 derece sıcaklığın altında çalışırız." İsa'dan 4000 yıl önce biliniyordu cam. Cam işçiliği her tür işçilik gibi onurlu bir iştir.

Evrensel'i Takip Et