2 Ekim 2011 09:08

Eğitim, toplum ve sendika

Orhan Yüce

Yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi eğitim alanında da iki görüş sürekli çarpışmıştır. Burjuva eğitimciler, eğitimi üretimden bağımsız olarak insana biçim vermede etkili bir araç ve “istendik davranışlar kazandırma” süreci olarak tanımlarlar. Bu pedagoglara göre eğitimin sınıfsal bir karakteri olamaz. Tüm insanlığa yönelen kutsal bir hizmettir. Toplumsal ve sosyalist pedagoglar ise eğitimin, sınıfsal bir öze sahip olduğunu, bu özü de egemen üretim sisteminin belirlediğini ifade etmektedirler. Yani eğitimin üretimden bağımsız olmadığını ve insan emeğine yönelik bir faaliyet olduğunu vurgulamaktadırlar. Eğitimden, bir tarafta insan emeğinin yabancılaşması, kapitalist sömürü sistemine hizmet etmesi istenirken, diğer tarafta emeğin insancıllaşması ve sömürünün ortadan kaldırılmasına hizmet etmesi amaçlanmaktadır.
Son 30 yıldır sürdürülen yapılanmalar daha net olarak göstermiştir ki, eğitim sisteminin yapılanması, kapitalist sömürü sisteminin devamlılığını sağlamaya yöneliktir.  Eğitimdeki bu yapılanma, işleyişinden müfredatına kadar sistemin ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir. Emeğin daha çok yabancılaşması, sömürünün daha çok sağlanması yapılanmaların ana hedefidir.
Yabancılaşma ve yabancılaşmış emeğin eğitimde ifadesi nedir?
Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalizmde işçi, kendi emeğine ve ürününe yabancılaştırılır, onu özgürce kullanma izni verilmez, emekçi emeğine yabancılaştıkça kendine de yabancılaşır ve çevresine yabancılaşır. Bencilleşir, çıkarcı olur. İnsani değerlere sahip bir kişinin, üretmek için yaşaması gerekirken, bencilleşen bir kişi yaşamak için üretmeye yönelir. İşte burjuva pedagog için nitelikli(!) eğitim budur.
Eğitim yaşam için (mi) olmalı(?)
“ Yaşam için değil, okul için öğreniyoruz” (Seneca), “Okul için değil, yaşam için öğreniyoruz” (Petronius) Bu yaklaşım 1800’lerden bu yana -hatta daha önceleri de -tartışılmaktadır
Eğitim hangi yaşamı amaçlamalıdır? toplumsal bir yaşamı mı?, bireysel bir yaşamı mı? doğayı seven ve koruyan bir yaşamı mı? doğayı çıkarı için talan eden bir yaşamı mı? Tüketici bir toplum mu? üretici bir toplum mu? Bu Sorulara verilen cevaplar eğitimin niteliğini belirlemektedir.
Eğitim hiçbir dönemde sınıflar üstü olmamıştır. Sınıflar üstü sendika, örgüt olamayacağı gibi, eğitim de olamaz. Buradan şu idealist sonuca varmak da doğru değildir. “Nasıl olsa eğitim ekonomik sisteme bağlıdır, ekonomik sistem değişmeden eğitim de değiştirilemez” Böyle bir yaklaşım sömürü sisteminin ilelebet sürmesini onaylamaktır. Bu onayı burjuvalar ve ideologları verebilir. Ama emeği sömürülenler ve insanca yaşam talebinde bulunanlar veremezler.
Eğitim ne kadar kapitalist sistemin amaçlarından uzaklaştırılabiliyorsa, emeğin yabancılaşması ve sömürüsü de o kadar azaltılıyor demektir.
Eğitim ne kadar özelleştirilmekten, ticarileştirilmekten sınav ve ezberden uzaklaştırılıyorsa emek o kadar insancıllaştırılıyor, o kadar güçlendiriliyor demektir.
Bu anlamıyla eğitim, emeği özgürleştiren bir yaşam için olmalıdır.
Marx, Politeknik eğitimi, üretim sürecinin bilimsel temellerini öğrenmek ve bunu üretimde kullanmak olarak değerlendirmektedir.
Politeknik eğitim, okul ile yaşamın, ders ile üretime yönelik işin birleştirilmesinin yanında, yaşamı ve sistemi algılama, sorgulama ve çözümleme yöntemini kazandırma etkinliğidir.
 Monoteknik eğitime karşı, Politeknik eğitim, İnsanın çok yönlü gelişimini hedefler ve gençliğin yeteneklerinin toplumun hizmetine sunulmasının ortamını hazırlar.
Bu genel değerlendirmeden sonra Türkiye de eğitim sisteminin durumu nedir? Sendikalar nasıl yaklaşmaktadırlar?
 Son olarak, 2010-2011 eğitim dönemi şifre, kopya gibi birçok olumsuzluklarla bitti. Yeni öğretim yılında ise bu olumsuzluklara yenilerinin ekleneceği kuvvetle muhtemeldir.
Yeni Milli Eğitim Bakanının geçmişi ve AKP hükümetinin dokuz yıllık uygulamaları sorunları çözücü değil, artırıcı bir özelliğe sahiptir. Yeni bir ifade ile bizim sorun gördüklerimizi hükümet ve bakanlık amaçlarına ulaşma olarak görmektedir.
Bu anlayış;
u Eğitimin özelleştirilmesini ve ticarileştirilmesini daha da yaygınlaştıracaktır.
u Eğitimin bilimden ve gerçekten uzaklaştırılması daha açık hale getirilecektir.
u Sınav sistemi daha da yaygınlaştırılarak, haksızlıklar ve adaletsizlikler daha da artırılacaktır.
Kendine ve emeğine yabancılaşmış insan tipinin yetiştirilmesinde daha etkin faaliyetlerde bulunacak olan hükümet ve bakanlık, esas ustalığını eğitimde de gösterecektir.
Parasız Ve Nitelikli Eğitim Emekçilerin Öncelikli Talebi Olmalıdır!
Eğitim alanında faaliyet yürüten birçok sendika, dernek ve vakıf var. Bunların hemen hepsi nitelikli bir eğitimi, amaçları olarak belirlemektedir. (Tıpkı bakanlığın belirlediği gibi). Ama bu amacın içinin nasıl doldurulduğu çok önemlidir.
Kimi sendika dernek ve vakıf, nitelikli bir eğitimi, kamunun veremediğini ve eğitimin özelleştirilmesi gerektiğini, kimi sendika, dernek ve vakıf, her şeyin devletten beklenmemesi gerektiğini, vatandaşların katkıda bulunmasının ve hizmet satın alması için eğitimin ticarileştirilmesi gerektiğini, kimi sendika dernek ve vakıf ise, nitelikli bir eğitimin sağlanması için devletin adaletli bir vergi sistemiyle eğitime, daha fazla ödenek ayırmasını, içeriğinin ve işleyişinin bilimsel ve demokratikleştirilmesi gerektiğini belirtmektedirler.
Örgütlenme açısından öne çıkan üç sendikayı- Eğitim-Bir-Sen, Türk Eğitim-Sen, Eğitim Sen- ayrı değerlendirecek olursak, bu sendikaların üçü de eğitimin özelleştirilmesine ve çalışanların sözleşmeli yapılmasına karşı olduklarını amaçlarında ve tüzüklerinde belirtmektedirler. İlk iki sendika; eğitim özelleşmesin ama…,eğitim devletin görevi  ama… çalışanlar iş güvenceli ve kadrolu olsun ama…’larıyla kapitalizme ve iktidara hizmet etmektedirler. Emekçilerin emeklerine yabancılaşmalarına hizmet eden bu sendikalar “böl yönet” misyonların iyi oynamaktadırlar.
Demokratik öğretmen hareketinin üstüne kurulmuş Eğitim Sen’i ayrı değerlendirmek gerekirse;
Mücadele tarihi Osmanlıya kadar dayanan Eğitim Sen, kuruluş amacı olarak sadece eğitimin değil, ülkenin demokratikleştirilmesinde, emeğin insancıllaştırılmasında verdiği mücadele azımsanamaz. Demokrasi mücadelesinde, Eğitim Sen ve KESK  kimsenin göz ardı edemeyeceği bir öneme sahiptir. Ama önemli olmak yeterli olmakla eş anlamlı değildir.
Ülkemizde emek örgütlerinin en önemli sorunlarından birisi, teklifçi değil tepkici olmalarıdır. Kendi alanlarındaki mücadele araçlarını çeşitlendirip kitleselleştirememeleridir.  Eğitim Sen TÖS, TÖB-DER’in yaptığı şuraların ve kurultayların üstüne yeni kurultaylar yapmış bir örgüt olduğu halde, demokratik eğitimin içini dolduramamıştır.
Demokratik eğitim kurultaylarında genel olarak belirlenen ilkeleri yaşama geçirecek potansiyeli yakalayamamıştır. Bugün eğitimde yapılanmanın en öne çıkan hedefi özelleştirme ve gericileştirme karşısında gücünü yeterince ortaya koyamamıştır. Eğitim Sen’in her sloganı, her yazılı ve görsel dokümanı özelleştirmeye, gericileştirmeye ve sömürüye karşı ifadelerle doludur. Ama bu ifadeler, işyerlerinde, okullarda karşılık bulmamaktadır. Alanlara çıkıp özelleştirmeye karşı slogan atan Eğitim Sen’li okullarında kayıt dışı para toplamalara kayıtsız kalmanın yanında ortak da olabilmektedirler. Neoliberal yapıya uygun yeni müfredat programının savunucu olabilmektedirler. Kariyer sınavların girip emekçinin bölünmesine katkı koyabilmektedirler. TKY, esnek çalışma, performans değerlendirmesi gibi özelleştirmeye hizmet eden uygulamaların elemanı olabilmektedirler.
Yani Eğitim Sen’liler demokratik eğitimin saç ayağı olan öğretmen- öğrenci-veli birlikteliğini zedeleyen uygulamalara ortaklık edebilmektedirler. Bu yaklaşım son yıllarda daha artarken, sendikanın amaç ve ilkeleri günden güne söylemden ileriye gidemez duruma gelmiştir.
   KESK’deki birçok sendikada da durum farklı değildir.
Kendi iş kolundaki özelleştirme ve antidemokratik uygulamalara tepki gösteren bir kamu emekçisi-işçilerde de aynı- eğitimdeki özelleştirmeye, ticarileştirmeye ve antidemokratik uygulamalara gönüllü katılabilmektedir.
Talepleri için veli ve öğrenci desteğini alamayan Eğitim Sen ve üyeleri, eylem ve etkinliklerinde veli ve öğrenci baskısıyla karşı karşıya gelebilmektedir.
Bu ortam, kazançlar yerine kayıpları daha da artırmaktadır.
Amaçlarında nitelikli ve toplumsal bir eğitimi, örgütlenmenin ve mücadelenin önemli bir etkeni kabul eden Eğitim Sen, eksen kaymasını bir an önce düzeltmelidir. Sendikal mücadeleyi bir muhalefet anlayışı ile değil, emekçilerin talepleri haline getirmeli, işyeri örgütlülüğünü sendikanın bel kemiği yapmalıdır. İşyerlerinde, öğretmenler kurulunda, zümre toplantılarında, paralı-sınavlı ve bilim dışı eğitim uygulamalarına karşı tavrını açık ve net koyacak bir anlayışı yaşama geçirmek için örgüt-üye ilişkilerini sıklaştırmalıdır. Öğretmen-öğrenci-veli birlikteliğine öncülük eden Eğitim Sen, işyerlerinde etkinliğini hissettirecek, işveren temsilcisine ve işverene karşı daha güçlü olacaktır.
Yasadışı uygulamalara karşı Eğitim Sen’lileri yanında gören veli ve öğrenci örgütlülüğe daha sıcak bakacak, parasız-bilimsel-demokratik- ana dilde eğitimde kendisinin de taraf olduğunun farkına varması, “Örgütlü toplum çağdaş toplumdur” söyleminin yaşam bulmasına ortam hazırlayacaktır.

*ÖVDER Şube Başkanı

Evrensel'i Takip Et