12 Nisan 2003 21:00

Meşin yuvarlağın hamalları

"Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum, futbolcu." 1980'den sonra apolitikliğin sloganı haline gelen bu sözler, az kazınmadı beyinlerimize. Futbolu sadece izleyici olarak sevenler de, futbolun F'sinden bihaber olanlar da, "Futbolcuyuz" demeyi öğrendi okul sıralarında. Peki ya onlar? Yani "gerçek" futbolcular? Yağmurda ve çamurda, güneşin teni yakıp kavurduğu sıcaklarda, gelecekleri için, var olmak için, bir topun peşinden koşturanlar? "Ya topçu ya da popçu olanın" hayatını kurtarabildiğine inanarak "topçu" olmaya karar veren gençler onlar... Ağabeylerinden değil, ama yalnız gençlerden; altyapılarda büyük bir futbolcu olma hayalleriyle koşuşturan, para kazanmak ne kelime, yol masraflarını bile kendileri karşılayan gençler yani... Onlar, umudu ve umutsuzluğu, sevinci ve hüznü birlikte taşıyan yüreklerini katık edip ayaklarına, koşturuyorlar meşin yuvarlağın ardında. Tabii ki, zor koşullar altında. Bir yandan geleceğe dair güzel düşler kuruyor, bir yandan da uykularını kaçıran kâbuslarla savaşıyorlar.

Onların dünyası Hüseyin Çakar... Maliyespor'un 16-18 yaş arası takımında kaleci, lise sonda okuyor. Antrenman bitiminde, kulübün lokalinde konuşuyoruz kendisiyle. Etrafımızda lokalin müdavimleri kâğıt oynayadursun, Hüseyin döküyor içindekileri: "Dersaneye gidiyordum. Hâfta sonu maçlarda oynayabilmek için dersaneyi bıraktım. Benim tek amacım futbolcu olmak. Ailem de bu konuda bana destek oluyor. Yetenekli olduğuma inanıyorum; ancak, yetenek tek başına yeterli değil. Bir yerlerde tanıdığın birileri olması lazım. Askere gidene kadar profesyonel bir takıma geçemezsem işim çok zor. Babam arkadaşlarına beni kaleci diye tanıtıyor, benden çok şeyler bekliyor. Bu durumda ona sorunlarımdan bahsedemem ki."

'Niye topçu olsun...' Hüseyin'in babası oto lastikçisi, annesi çalışmıyor, iki kardeşi var. Hüseyin, "Oğlum olursa onu topçu yapmam" diyor. "Amatör takımlarda şartlar çok kötü. Zenginler çocuklarını ayda 100 dolar verip futbol okuluna gönderiyor. Zengin olsam oğlum niye topçu olsun ki?" Bir zamanlar İstanbul'un dördüncü "büyüğüydü" Vefa, 1908 yılında kurulan kulüp, çok köklü bir maziye sahip. Her ne kadar, şu an Birinci Amatör Küme'de mücadele etse de... Vefaspor'un 10-12 yaş arası takımının idmanı... Mimik minik çocuklar bunlar. Peşlerinden koşturdukları top onlardan büyük. Hocası Mertcan'ı gösteriyor; kendi tabiriyle "geleceğin Emre Belezoğlu'sunu". Mertcan Kostak futbolun "yeni yetmelerinden". İki yıldır lisanslı. Ama iki yılda boyundan büyük işler becermiş. 10-12 yaş arası milli takımda oynuyor. Fenerbahçe istemiş kendisini: "Milli takımdayken Fenerbahçe ile bir maç yapmıştık Fikirtepe'de. O maçta benimle beraber birkaç kişiyi beğenmişler. Gitmeyi isterdim; ama orası çok uzak". Mertcan'ın gözleri umut dolu. Yaptıklarını, yapacaklarının bir göstergesi olarak görüyor belki de... Dünkü maçta 5-4 yenildiklerini anlatırken üzgün; aynı maçta 3 gol attığını söylerken ise sevincini saklama çabası boşuna...

En büyük kâbus Sakatlık... Duymak istedikleri en son sözcük. Kâbuslarının başrol oyuncusu. Futbol oynayanlar için sakatlanmak olağan; en azından kabul edilebilir bir şey. Tabii koşullar olağansa., Tedavi imkânları yeterliyse. Kulüplerin birçoğunda spor hekimi yok. Maçlara sağlık çantası getiriliyor; ancak içlerinde sadece soğutucu oluyor; bir de her derde deva (!) su... Ciddi sakatlıklarda kulüpler tedavi masraflarını karşılayamıyor. "Topçular", sakatlandıklarında kaderleriyle baş başa kalıyorlar genelde. Çoğu zaman da tam iyileşmeden sahalara geri dönüyorlar. Bu da sakatlığın yinelenmesi ya da daha ağır bir sakatlığın yaşanma tehlikesini doğuruyor. Hayatlarını futbol oynayarak kazanmak isteyen bu gençler, başka mesleklere de göz kırpmıyor değiller tabii. Kiminin gönlünde yatan ikinci "aslan" bilgisayar mühendisliği, kiminin mankenlik, kimininse mobilyacılık... Vefasporlu Candan ise, komiser olmak istiyor. Birileri teyzesi ile kuzenini öldürmüş. O da büyüyünce komiser olup katilleri yakalayacakmış. "Sezercik" filmlerini andıran bir olay bu. Farkı gerçek olması. Hayat kadar gerçek. Çırılçıplak karşımızda duruyor. Onlar acının ve sıkıntının kol gezdiği bu coğrafyada, dünyanın en popüler sporunu yapıyorlar. En büyük dertleri, tüm yaşıtları gibi, hayatta tutunacak bir dal bulabilmek. Futbol aradıkları dal olabilir mi, bunu zaman gösterecek. Ama bir gerçek var ki, asla onlar için sadece bir oyun olmayacak.
(İÜHA)

Evrensel'i Takip Et