AB yeniden düzenlenecek
Alman hükümetinin, Yunanistan’ın iflas etmesi durumunda ne yapılacağı senaryoları üzerinde çalıştığı haberleri (12 Eylül 20011, Spiegel) ve Federal Ekonomi Bakanı Phillip Rösler’in “Die Welt” gazetesine yazdığı bir makalede “Yunanistan’ın kontrollü biçimde iflas ettirilmesinin yollarının aranması üzerine fikir yürütmeliyiz” demesi, pazartesi ve salı günleri dünya piyasalarında büyük çalkantılara yol açtı.
Financial Times Deutschland (FTD) gazetesinde yer alan, “Kredi derecelendirme kuruluşları, Yunanistan’daki aktiviteleri nedeniyle Fransız bankalarının notlarını düşürecek” haberi, başta Fransız bankaları olmak üzere bütün bankaların borsa değerlerinin düşmesine neden oldu. Dünya piyasalarındaki çalkantılar Ağustos başından bu yana devam ediyordu. Fakat Alman hükümet kaynaklarına ve kredi derecelendirme kuruluşlarına dayandırılan bu tür haberler piyasaları daha da hareketlendirdi.
SENARYO HEP AYNI
Yunanistan üzerinden bütün AB’yi etkileyen spekülasyonlar yeni değil. 2010 yılında Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılan 110 milyar Avro hacmindeki kredinin taksitle verilmesi kararlaştırılmıştı. Ve her vade geldiğinde Yunanistan’ın AB, AMB ve IMF tarafından dayatılan şartları yerine getirip getirmediği denetleniyor ve buna göre ödeme yapılıyor.
En son olarak Haziran ayında da benzeri bir durum yaşanmıştı. 5.5 milyarlık beşinci dilimin ödenmesi, Yunanistan’ın 50 milyar Avro’luk özelleştirme kararı alması koşuluna bağlanmıştı. Yunan hükümetinin özelleştirme kararını alması ardından 110 milyarlık kredinin beşinci dilimi verildiği gibi toplam 159 milyar Avro’luk (109’u AB, 50’si ise bankalar) ikinci kredi paketi karar altına alınmıştı.
Şimdi ise birinci kredinin 8,5 milyar Avro’luk altıncı diliminin ödenmesinde yine Yunanistan üzerinde baskılar artırılmaya başlandı. Yunanistan yine zor durumda ve eğer bu para ödenmezse Ekim ayında ülke “iflasını” ilan etmek zorunda kalacak.
Her ne kadar uluslararası basında Yunanistan’a 269 milyar Avro kredi verildiği ve ülkenin hâlâ düzelmediği üzerinden dem vurularak milliyetçi politikalar yapılsa da, gerçekte Yunanistan’a bugüne kadar verilen sadece 67 milyar Avro’dur. Tabi, bu paranın ne kadarının gerçek anlamda Yunanistan’a verildiği ve ne kadarının derhal bankalara aktarıldığı konusunda net bir bilgi yok.
SPEKÜLASYONLAR VE PLANLAR
Kamuoyunda devam eden ve uluslararası piyasaları etkileyen birçok spekülasyon yapılırken diğer yandan AB’nin tek patronluğuna oynayan Alman sermayesi uzun vadeli ve geniş kapsamlı planlar hazırlamaktan da geri durmuyor.
Öncesi bir yana sadece geride bıraktığımız Ağustos ve Eylül aylarına bakıldığında olasılıklar üzerinden çok ciddi spekülasyonlar yapıldığı görülüyor. Şüphesiz uluslararası piyasalarda yapılan spekülasyonların bir yanı kısa vadede ciddi rant elde etmekse diğer yanı da hazırlanan planlara sağlam zemin hazırlamaktır.
Ağustos ayında uluslararası piyasalarda yaşanan çalkantıların önemli bir kaynağı da Alman kamuoyunda devam eden kriz ve krizden çıkış yolu üzerine tartışmalar oldu. Ağustos ayında önce orta ölçekli sermayenin örgütü olan Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği (DIHK) aralarında hükümet partilerinin mensuplarının da bulunduğu bir konferans düzenleyerek, Avro krizinde Almanya’nın sürekli ödeyen pozisyondan kurtulması ve Yunanistan’ın krediler için belli teminatlar vermesi gerektiği, Yunanistan’ın Avro ve AB üyeliği üzerine tartışılmasının tabu olmaktan çıkması, hatta en iyi yöntem olarak Kuzey Avrupa ülkeleriyle özel bir Avro Birliği üzerine durulmasını gündeme getirdi.
Tam da bu günlerde Finlandiya, ikinci kredi paketi için Yunanistan’dan özel teminat talebinde bulundu. Tongaya düşen Yunanlılar da, altın rezervlerini Finlandiya’ya teminat olarak göstermeyi kabul ettiler. Ardından Avusturya ve Hollanda’nın benzeri teminat talepleri ileri sürmesi ve DIHK’nın talepleri başta AB olmak üzere dünya piyasalarının çalkalanmasına neden oldu.
Ağustos’un ilk üç haftasında bu spekülasyonlar devam etti. 25 Ağustos’ta FAZ gazetesinde yayınlanan bir makalede Alman İşverenleri Birliği (BDA) Başkanı Dieter Hundt, Alman sermayesinin Avrupa’dan vazgeçemeyeceğini belirtiyordu. Avro Birliği’nin politik birliğe dönüştürülmesi, ekonomi ve finans politikalarının bağlayıcı olması, Maastricht kriterlerinin geliştirilmesi ve kriterlere uymayanlara yaptırımlar uygulanmasını talep eden BDA şefi, gerçekte bütün AB hükümetlerine yönelik bir şantaj için düğmeye basmış oldu.
Büyük sermayenin taleplerini AB’ye taşıyan Alman politikacılara AB genelinde gelen tepkilerse saman alevi gibi oldu. AB kurtarma fonlarına en büyük payı ödeyen Almanya’yı kızdırmaya gelmiyordu. Nitekim Almanya fonlardan ayrılırsa fonlar çöker ve borçlu ülkeler domino taşı gibi artarda devrilecekler, yani iflas bayrağını çekmek zorunda kalacaklardı.
LEHMAN BROTHERS’I HATIRLATIYOR!
Alman sermayesi, durumun ne kadar vahim olduğunu kanıtlamak için bir kozunu daha oynadı. Almanya’nın en büyük bankasının (Deutsche Bank) şefi Josef Ackermann, 5 Eylül günü günlük ticaret gazetesi Handelsblatt tarafından düzenlenen bir konferansta, “Son haftalar, bana 2008 sonunu, Lehman Brothers bankasının batmasından önceki günleri hatırlattı” diyordu.
“Eğer piyasalar rahatlatılmazsa çok kötü bir süreç başlayabilir” diye konuşan Ackermann, bankalar arası güvenin azaldığını, endüstriye yeterince kredi olanağı sunulmadığını söyledi. “Bu durumda mali piyasalarda yaşanan krizin reel ekonomiye sıçrayarak bütün alanlarda ekonomik durgunluğa yol açabilir ve ekonominin ikinci kez dibe vurmasına neden olabilir” diye konuşan Ackermann, aynı konuşmasında şu görüşlere yer verdi: “Bugün yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Almanya gibi ihracat ağırlıklı bir sanayiye sahip olan ülke ne AB’den ne de Avro Birliği’nden vazgeçemez” dedi. Hem nalına hem mıhına vuran Ackermann’ın açıklamalarından sonra piyasalarda ki çalkantılar devam etti. Özellikle Lehman Brothers’i anması borsalardaki iniş çıkışları artırdı.
Bir yandan piyasalardaki tedirginliği artıracak tarzda açıklamalar yapan Alman sermayesi ve hükümeti, diğer yandan uzun vadeli planların hazırlığı içinde. 7 Eylül günü Alman sermayesinin en önemli örgütü olan Alman Sanayicileri Birliği (BDI), “Avro için yeni bir sözleşme” başlıklı 12 tezden oluşan bir bildirge yayınladı. Alman Hükümeti’ne AB’yi ve Avro Birliği’ni yeniden düzenleme emri veren BDI, bu konuda hükümetin hangi adımları atması ve atarken nelere dikkat etmesi konusunda, tartışma götürmez bir tarzda taleplerini sıraladı.
‘AB, ALMANYA’NIN TEK ŞANSIDIR’
Geride bıraktığımız günlerde kamuoyunda yapılan bütün tartışmaların, şu veya bu durum için hazırlanan tüm planların içeriğinden bağımsız, Almanya’nın emperyalist planlarını ancak AB ve Avro bölgesi üzerinden gerçekleştirebileceği gerçeğin bugün bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bunun böyle olduğunu mali sermayesi ve büyük sermayesi çok açıktan ifade ediyor.
Her ne kadar bugün Avro Birliği’nin ve AB’nin dağılma tehlikesi içinde olduğu üzerine onca makale yazılıp çizilse de Alman sermayesi ve hükümeti bunu engellemek için her şeyi yapmaya hazırlar. Alman sermayesinin küçük mihrakları, birliğin dağılmasının ve daha küçük ama sağlam bir birliğin kurulmasının en hayırlı iş olacağını söylemesi bu gerçeği değiştirmiyor. Otomobil, kimya, makine, çelik sanayisinin önde gelen tekel ve şirketleri, Deutsche Bank, Allianz ve Commerzbank gibi Alman mali sermayesinin önde gelenleri Almanya’nın dünya çapında rol oynayabilmesinin tek şansının AB olduğunu açıktan ifade ediyorlar.
Aynı zamanda AB’nin “tek elden yönetilen politik birliğe dönüştürmenin” zamanı geldiği görüşünü de açıktan ifade eden sermaye temsilcileri, Yunanistan üzerinde baskıyı artırarak diğer AB ve Avro ülkelerini hizaya getirmeye çalışıyorlar. Yunanistan politikası özellikle Avro Birliği içindeki Fransa ve İtalya gibi rakiplerini hizaya getirmek için değerlendiriliyor.
İçinden geçtiğimiz sürecin dünyanın geleceğini belirleyecek tarihi bir süreç olduğu gerçeğinin görülmesi; emperyalist paylaşımın önümüzdeki süreçte değişik biçimlerde, yeri geldiğinde Libya’da olduğu gibi askeri güçle, yeri geldiğinde Avro Birliği’nde olduğu gibi mali güçle, yeri geldiğinde de, Sudan’da olduğu gibi bölgesel çelişkilerin çatışmalara dönüştürülerek şiddetleneceği bilinmelidir. Bu ise başta AB ülkeleri olmak üzere bütün ülkelerdeki işçi ve emekçilere, başta kendi ülkelerindeki uluslararası sermayenin işbirlikçileri olmak üzere uluslararası işçi dayanışması temelinde mücadeleyi örgütleme görevini yüklemektedir.
FRANSA BANKALARI HEDEFTE
Uluslararası mali sermaye bir süredir Fransız bankaları hedefe aldı. PİİGS ülkelerinde ciddi yatırımları olan Fransız bankalarının, bu ülkelerdeki ekonomik gidişatın kötü olması nedeniyle batma tehlikesi içinde oldukları ve devletleştirilebilecekleri üzerine spekülasyonların son haftalarda artması sonucu ülkenin en büyük üç bankası çok ciddi değer kaybetti. Bu tür spekülasyonlar aynı zamanda söz konusu bankaların piyasalardan sıcak para bulmalarını zorlaştırıyor. Financial Times Deutschland (FTD) gazetesinde yer alan habere göre, Fransa’nın üç büyük bankasının (BNP Baribas, Crédit Agricole ve Société Générale) Temmuz ortasından bugüne (9 Eylül 2011) kadar toplam borsa değerleri yüzde 55 düşerek 55 milyar Avro’ya geriledi.
RÖSLER SAĞ GÖSTERİP SOL VURUYOR
Bugün Yunanistan’ın “düzen içinde iflas ettirilmesinin yollarının aranması”nı gündeme getiren Federal Ekonomi Bakanı Phillip Rösler’in gerçekte böyle bir niyeti yok. Rösler, Alman sermayesinin emrinde olduğunu ve Yunanistan’ın parsellenmesinde önemli rol üstlendiğini geçtiğimiz aylarda ortaya koymuştu. Temmuz ayında 16 maddelik “Yunanistan için Yatırım ve Kalkınma Atılımı” planını kamuoyuna sunan ve ardından bakanlıkta Yunanlıların olmadığı bir “Yunanistan Zirvesi” düzenleyen Rösler, danışmanlarına “Yunanistan için bir Marshall Planı” hazırlamalarını emretmişti. Daha sonra, 25 Ağustos günü ise Devlet Müsteşarı Stefan Kapferer’i Atina’ya gönderen Rösler, 6/7 Ekim günlerinde işverenlerden oluşan büyük bir delegasyonla Yunanistan’a gidecek ve özelleştirme pastasının en büyük payını kapmaya çalışacak.
Evrensel'i Takip Et