24 Ocak 2003 22:00

Savaşa karşı birliği güçlendirelim

Amerikan yönetimine ve Türkiye'nin savaşa sürüklenmesine karşı halk tepkisi yüksek düzeyde. Bu tepkiler birçok ilde kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partiler tarafından düzenlenen irili ufaklı eylemlerde dile getiriliyor. Irak'a yönelik Amerikan saldırısının engellenmesi için, bu tepkilerin merkezileştirilmesi arayışları devam ederken, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu'nu oluşturan partiler de, Ankara ve Diyarbakır'da iki basın toplantısı yaparak, savaşa karşı mücadele çağrısında bulundu. Şimdi gözler, DEHAP çatısı altında bir araya gelen HADEP, EMEP, SDP ve diğer grupların atacağı adımlarda. Seçimlerde DEHAP listesinden aday olan, EMEP eski Genel Başkanı Levent Tüzel'le, savaş karşıtı mücadele, Kürt sorunu ve blok güçlerinin faaliyetleri hakkında görüştük. - Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu'nda yer alan partilerin başkanları olarak Diyarbakır'a gidip, bir basın toplantısı yaptınız. Diyarbakır'ın seçiliş nedenini ve buradaki izlenimlerinizi anlatır mısınız? 3 Kasım seçimlerinden sonra bir araya gelen Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu partilerinin başkan ve yöneticileri olarak, başta ABD'nin Irak'a saldırısını durdurmak olmak üzere, ülkemiz emekçilerinin taleplerine dönük çalışmaların süratle örgütlenmesi kararı aldık. ABD saldırganlığını durdurmak ve Türkiye'nin bu suça alet olmasını önlemek, bütün meselelerin önüne geçmişti. Halkın hemen tamamının karşı olduğu bir savaş tehdidine AKP hükümetinin karşı tavır göstermemesi, ABD'nin Irak ve bölge halkı için kan ve vahşeti artıracak hazırlıklarına seyirci kalıp izin vermesi karşısında, görev Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu ile çervresindeki demokrasi ve barış güçlerine düşmüştür. Dünyada ve Türkiye'de yaygın, Amerikan ve savaş karşıtı gösteriler söz konusu. Ancak Türkiye'nin önleyici gücünün açığa çıkması ve sonuç alınması için siyasi bir irade ve merkezin ortaya çıkması gerekir ki, işte bu misyon bugün bizlerin omuzundadır. Yapılacak işlerin başında Ankara ve Diyarbakır'da savaşa karşı tutumumuzu açıklayacağımız basın toplantıları düşünüldü. Emekten, barıştan ve kardeşlikten yana olan milyonların duygularına ve düşüncelerine tercüman olan ve açıkça tutum alan bir platformun varlığından geniş kitleleri haberdar etmek ve giderek bu tepkileri alanlara çıkarmadan savaşı durdurmak zor. Diyarbakır'ın seçilmesinin birinci nedeni; Diyarbakır ve Batman başta olmak üzere, bölgenin bir savaş merkezine dönüştürülmek istenmesi. Daha şimdiden şehirde Amerikan polisinin sokak gösterilerini izlediği haberleri basında yer alıyor. İkincisi; böylesi bir savaş ortamının bölgede yaşayan Kürtlere dönük yeni baskı ve saldırıların önünü açacağı gerçeği. Daha savaş çıkmamışken Diyarbakır'da olağanüstü tedbirlerin alınması; barikatlar kurulması, arama ve kimlik yoklamaları yapılması gibi uygulamalar, adeta muhtemel gelişmelerin habercisi gibi. Bizim basın açıklaması yaptığımız gün toplanan bölge illeri valileri ve yardımcılarının da, hazırlıkları ve alınacak tedbirleri görüşüyor oluşu, tehlikenin ne denli yakın olduğunu gösteriyor. Bütün Türkiye'de olduğu gibi Diyarbakır'da da halk savaşa karşı ve oldukça tedirgin. Basın toplantımıza katılan 500'ü aşkın Kürt emekçisiyle, emek ve demokrasi örgütlerinin temsilcileri, yaptıkları konuşmalar ve sordukları sorularla, bizlerin duygularını paylaştılar; hem iç barışın korunması, hem de Irak'a saldırının önlenmesi için süratle hareket edilmesi gereğini dile getirdiler. Diyarbakır Barış Platformu'nun 18 Ocak'ta yapmak istediği savaş karşıtı mitingin yasaklanması karşısında büyük bir tepki oluştuğunu, ayrıca bölge halkının savaşa ve barış ortamını bozacak uygulamalara karşı güçlü bir şekilde birleştiğini çok açık gözlemledik. - ABD'nin Irak'ı işgal planında Türkiye önemli bir yer tutuyor. Bu işgal saldırısına bağlı olarak Diyarbakır merkez olmak üzere altı il adeta ABD'nin askeri üssü olarak belirlenmiş bulunuyor. Diyarbakır'daki gözlemlerinizden hareketle, bölgede yaşanabilecek gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye emekçileri komşu bir ülke halkına "Saddam'ı devirme" bahanesiyle yapılacak bir Amerikan saldırısını onaylamıyor. Ülkemizde ve bölgede yaşayan Kürtler bu saldırı ve savaş ortamının öncelikle kendilerine yöneleceğinin, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına yol açacağının, yoksulluklarının ve acılarının artacağının farkındalar. Çünkü bunu daha önce de yaşamışlar ve haklı olarak savaşın acılarını dile getirip hatırlatıyorlar. Yaşanılan savaşın izleri henüz silinmemişken, bölgesel ayırımcılık politikalarının sonuçları halen yaşanırken, Kürt emekçileri açlık ve işsizlikle kıvranıp, tarlalarını ekemez ve köylerindeki yaşamlarını yeniden kuramazken, yeni bir savaş ve göç dalgasının bu sıkıntıları daha derinleştireceği çok açıktır. Sınır kapılarının kapalı olmasının bölge esnafını ve ticaret hayatını olumsuz etkilediği biliniyor. Esnaf odaları temsilcileri ve meslek örgütleri bu doğrultuda sık sık açıklamalar yapıp, başvurularda bulunuyorlar. Olası bir saldırı harekâtında ve ABD'nin istekleri çerçevesinde kuzeyden cephe açarak Türkiye'nin de bu harekâtta rol alması halinde, bölgenin ateş sahası içinde kalıyor olmasının getirdiği bir tedirginlik de söz konusudur. Bu durum Diyarbakır'daki emek ve demokrasi örgütlerinin temsilcilerince "Biz zaten canlı kalkan konumundayız" diye vurgulanıyor. Halkın hem demokratik talepleri için mücadele edebilecek ve hem de savaşa karşı güçlü bir karşı koyuşu sağlayabilecek birikime sahip olduğunu özellikle belirtmek gerek. - Ortam sancılı olsa da normalleşmeye doğru yol alırken, bölge halkının savaşa karşı tutumu netleştikçe, Kürt meselesi yeniden "bölücülük", "terörizm" gibi tanımlarla anılmaya başlandı. Medyadan başlayan kışıkırtıcı yayınlar birden hız kazandı. İmralı'da Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrit, ardından Lice'de meydana gelen çatışma ve Kürt sorununa yönelik diğer gerici yaklaşımlar 'Neler oluyor?' sorusunu akla getiriyor. Sizce neler oluyor? Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu olarak yapmış olduğumuz açıklama ve çalışmalar çerçevesinde, savaş karşısında barışı, baskılar karşısında demokratikleşmeyi savunuyor ve bunun için mücadele ediyoruz. Türkiye'nin demokratikleşmesi için ne gerekiyorsa onun için. Demokratikleşme, hak ve özgürlüklerin kazanılması, bağımsız ve demokratik bir Türkiye mücadelesinde ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin birleştirilmesi esastır. Haftalardır İmralı'da sürdürülen tecrit politikasının son bulması da antidemokratik ve baskıcı bir uygulamaya denk gelmektedir. Uzun bir zamandır Öcalan'ın ailesi ve avukatlarıyla görüşmesinde bir sorun yaşanmamışken bugün çeşitli bahanelerle görüştürülmeyişinde bilinçli, planlı bir tutumun olduğu akla geliyor. Neden şimdi, neden savaş ve saldırı hazırlıkları sürerken? Kürtlerin ilgisi ve hassasiyetleri ortadayken bu sorun yaratılıp, dikkatler buraya çekiliyor. Kürt emekçilerin savaş karşıtlığı ve demokrasi talepleri bu vesileyle lokalleştirilip, Türk işçi ve emekçilerince farklı algılansın ve emekçi güçleri birleşip devasa bir güce dönüşmesin isteniyor. Bu gerici güç odaklarının bir provokasyonudur; ama Kürt ve Türk emekçiler bu oyuna düşmeden emek, barış ve demokrasi talepleri için alanlarda birleşiyorlar ve bu daha da güçlenecektir. İnsan hakları ve infaz hukuku açısından kabul edilemez bir ayırımcı uygulama anlamına gelen İmralı'daki tecridin üzerine, bir de bu yakınları ve avukatlarıyla görüştürülmeme halinin gelmesi çok açık ki kışkırtıcı niyetler taşıyor. Hükümetin ve Adalet Bakanı'nın dahi önüne geçemediği bu durum tehlikeli bir devlet politikasını çağrıştırıyor. Günlerdir, Türkiye'nin her yerindeki savaş karşıtı gösterilerle birleşen bu tecride karşı protestolar ve bu gösterilere karşı polisin gösterdiği tutum gerginliği tırmandırmaya yönelmiştir. Kürt sorununu inkâr politikasıyla, Avrupa Birliği'ne uyum adına kısmi düzenlemelerin bir arada sürdüğü günümüzde, Irak'ta savaş gürültüsü içinde bir kez daha Kürt demokratik istem ve hareketlerini ezme hesapları içinde olunduğu görülüyor. Bu, tehlikeli ve kötü bir niyettir. Bu tecrit uygulamasının gündeme getirilmesinin ve Kürtlerin tepkilerinin kışkırtılmasının arkasında, kardeşleşmeye karşı bölücülüğün öne çıkarılması ve Kürtlere yönelik saldırganlığın artırılması hesapları vardır. Amerikanın savaş planları ve saldırganlığı karşısında bu denli güçlü bir birleşmenin önünün kesilmesinin, yoldan saptırmanın, dikkatleri başka alanlara çekerek, yeniden bir Kürt fobisinin oluşturulmasının çirkin hesapları söz konusu olabilir. Bu hesapları bozmak, ayırımcı politikaların son bulmasını istemek, tecrit ve olağanüstü uygulamaların kaldırılmasında diretmek ve savaşa karşı oluşturduğumuz cepheyi büyütmek önem kazanmaktadır.


HALKI UYANDIRMAK GEREK Tüm bu gelişmeler karşısında ne yapmak gerekir? Blok ve Türkiye'deki demokrasi güçlerine düşen görev nedir? Irak'a ve bölgeye emperyalist bir müdahale, Türkiye'nin geleceğini çok yakından ilgilendiriyor. Türkiye bağımsız bir hatta girmediği ve Amerikan buyruğundan çıkmadığı sürece ülkemiz emekçilerine, bölgedeki Kürtlere ve Ortadoğu halklarına rahat yüzü yok. Amerikan saldırısının hiçbir haklı ve meşru bir gerekçesi olmadığını dünya alem bililyor. Birleşmiş Milletler (BM) kararı bu vahşeti hukuki ya da insani kılmayacaktır. Kaldı ki, Amerikan yönetimi BM'yi dahi tanımayacağını söylüyor. Öyle bir ortam yaratılmış durumda ki, bütün dünya ve bizler bir yandan tartışadururken, Amerikan ordusu savaşmasa dahi savaştan beter bir şekilde bölgeye yerleşiyor. AKP hükümeti de halka dönüp savaşa karşıymış gibi pozlar alırken Türkiye'de üsler, hava meydanları ve limanlar pazarlanıyor, bölgeye yerleştirilecek ABD'li 'conilerin' sayısı tartışılıyor. Türkiye'nin Türk ve Kürt emekçileri bu onursuzluğu paylaşmak istemiyor. Komşu ülkelerimizle barış içinde, iç işlerine karışmadan, kendi kaderlerine saygı duyarak yaşamak istiyoruz. Saddam yönetimini isteyip istememek, Irak halkının vereceği bir karardır. Biz, Irak halkıyla dayanışma içerisinde, onların demokratik eğilimleriyle destek ve dayanışma içerisinde olduk ve bunu sürdürürüz. Ancak, hiçbir gerekçeyle Saddam rejimine karşı olmak adına Amerikan güçlerinin bölgeye yerleşmesini Kürtler ve bölge halkları açısından hayırlı bir gelişme olarak görmek mümkün değildir. O nedenle yurtta barış ve Ortadoğu'da barış bizim dileğimizdir. Ancak, Amerika'nın ve işbirlikçi yönetimlerinin devrede olduğu yerde bu mümkün olmuyor. Dolayısıyla geleceğimiz, kardeşliğimiz, ekmeğimiz, özgürlüklerimiz için kendi gücümüzü, barışçı inisiyatifimizi ortaya çıkarmak ve savaş karşısındaki bütün güçleri birleştirmek zorundayız. Bunu başardığımız takdirde hiçbir işbirlikçi, bölücü, baskıcı ve inkârcı hesap tutmayacak, demokrasi ve bağımsızlık güçleri gelişecektir. Savaş tehditi karşısında yeterince bir duyarlılık vardır. Ancak halkın büyük çoğunluğunun daha aktif bir şekilde harekete geçmeyişinde AKP hükümetinin izlediği ikiyüzlü politikanın etkilerini aramak gerekir. Hükümetin bu ikiyüzlü tutumunda güçlü halk muhalefetini bertaraf etme kurnazlığı yatmaktadır. Bunu açığa çıkarma görevi de blok güçlerinin üzerindedir. Barış girişimleri adı altında Amerikancı bir tutum izleniyor. Hükümet halkını dinlemek ve bu güce dayanmak yerine sermayeyi ve çıkar çevrelerini dinliyor. Bunu açığa çıkarmak ve tabandaki iyi niyetli beklentiyi ortadan kaldırmak için, etkin ve yaygın bir ajitasyonun blok ve savaş karşıtı güçlerce örgütlenmesi gerekiyor. Biz, blok güçleri olarak bunun çabası içerisindeyiz.

Evrensel'i Takip Et