24 Aralık 2002 22:00
Diyarbakır'da miting konuşuluyor
Tes-İş Diyarbakır 1 No'lu Şube 7. Olağan Genel Kurulu'nun Diyarbakır'da, savaş karşıtı miting yapılması için çaba gösterilmesi yönünde aldığı kongre kararı bölgede savaş karşıtı mitingler yapılmasını gündeme getirdi.
Adıyaman Demokrasi Platformu savaşa karşı barış eylemlerini yoğunlaştırma çağrısı yaparken, Diyarbakır'da sendikalar savaş karşıtı bir miting yapma fikrine sıcak bakıyor ancak henüz bu konuda bir karar almış değiller.
Barış için...
Teş-İş olarak bu sorumluluğun bilincinde olduklarını dile getiren Tes-İş Diyarbakır 1No'lu Şube Başkanı Ali Öncü kongre kararının yerine getirerek savaşa karşı mitingin Diyarbakır'da gerçekleşmesi için birtakım çalışmalar içinde olacaklarını belirtti.
Öncü şunları söyledi: "Tes-İş'in Olağan Genel Kongresi'nde bir kısım delegelerin hazırlamış olduğu önerge genel kurula sunuldu ve kabul edildi. Önerge dört talep içeriyordu: Özgürlükçü demokratik bir Anayasa'nın yapılması. Bölgenin kalkınması için birtakım projelerin devreye sokulması, toplumsal barışın temini bu kapsamda genel af talebi ve ilerici demokrat, yurtsever diye kendisini tanımlıyan herkesin savaşa karşı çıkması, savaşa karşı Diyarbakır'da miting gerçekleştirilmesi."
Ortadoğu'da yapılmak istenenin, çok uzun vadeli bir savaş stratejisi olduğunu vurgulayan Öncü, bu savaşın halkları tehdit altında tuttuğunu belirtti. Tüm ülke ve dünya kamuoyuna yansıması için demokrasi ve barışa dayalı çok ciddi bir çıkış olması gerektiğine inanan Öncü, "Daha kaygı veren şudur ki; hükümet olup bitenler konusunda, bir dizi görüşmeler yapıyor ve yapılan görüşme halktan gizleniyor. Ve gözlemleyebildiğimiz kadarıyla da ABD'nin emperyalist savaş stratejine ortak olmaya çalışıyor. Türkiye'deki insanların çıkarı savaşta değil barıştadır." şeklinde konuştu.
KESK'e taşıyacağız Diyarbakır Demokrasi Platformu dönem sözcüsü Tüm Bel-Sen Diyarbaakır Şube Başkanı Edip Yaşar da, savaşın tüm dünya halklarının zararına olacağını söylüyor. Savaşın kan ve gözyaşı olduğunu ifade eden Yaşar, "Bizler savaştan değil, barıştan yanayız. Türkiye'nin ABD operasyonunda yer almaması gerekir. Savaş Türkiye'ye bir şey kazandırmaz" dedi. Yaşar, Demokrasi Platformu olarak miting yapılması yönünde henüz bir karar almadıklarını da kaydetti. Savaşın yıkım getireceğini vurgulayan KESK Diyarbakır Şubeler Platformu dönem sözcüsü BTS Diyarbakır Şube Başkanı Vecihi Aydoğan, Diyarbakır'da bir miting yapmayı KESK Şubeler Platformu'nun gündemine taşıyacakların söyledi.
Türkiye girmesin Savaşın tüm emekçi ve ezilen halkların zararına olacağını ifade eden, Tarım Orkam-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Hasan Adsız ise, Diyarbakır'da savaşa karşı miting yapılmasının anlamlı olacağını ifade etti. Bunun kısa vadede yapılması gerektiğini dile getiren Adsız, "Türkiye bu savaş içinde yer almamalı. Ordu kendi sınırları dışına çıkmamalı." dedi. Tek Gıda-İş Diyarbakır 2 No'lu Şube Başkanı Cemal Doğrul ise ABD'nin Irak'a müdahale gerekçesinin Saddam'ın devrilmesi olmadığını asıl gerekçenin Irak petrollerine el koymak olduğunu vurguladı. Halepçe katliamını gerçekleştiren Saddam'ın devrilmesine en çok Kürtlerin sevineceğini ama ABD'nin derdinin bu olmadığını ifade eden Doğrul, "Bu savaşta Ortadoğu halklarıyla birlikte Kürtler en büyük zararı görecek" şeklinde konuştu. Bu nedenle ABD'nin Irak'a müdahalesine hem emek cephesi üyesi olarak hem de Kürt olarak karşı olduğunu dile getiren Doğrul, Tes-İş Diyarbakır 1 No'lu Şube'nin aldığı kararın örnek bir karar oluduğunu söyledi. Doğrul, böyle bir miting kararının alınması gerektiğini, sendika olarak bu kararı destekleyeceklerini ifade etti. Diyarbakır Makina Mühendisleri Yönetim Kurulu Üyesi Mesut Çelik ise Diyarbakır'da bir miting yapılması konusunu yönetim kurulu olarak tartışmadıklarını bu nedenle konu hakkında oda adına bir açıklama yapamayacağnı söyledi. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


'Üniversitemi istiyorum' "Üniversitemi istiyorum inisiyatifi" YÖK Yasa Tasarısı'na ve sözleşmeli memurluğa karşı çıkmak için Beyazıt Meydanı'nda eylem yaptı. Dün saat 13.00'te yapılan eyleme, öğrenciler üniversitede memurlar da tramvay durağında toplanarak katıldı. Beyazıt Meydanı'nda birleşen yüzlerce kişi, "YÖK Yasa Tasarısı'na ve Sözleşmeli Memurluğa Hayır" pankartının arkasında toplandı. Eğitim-Sen 6 No'lu Şube, KESK İstanbul Şubeler Platformu, SES Aksaray Şubesi, İHD İstanbul Şubesi ve üniversite öğrencileri adına açıklamayı KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Hasan Toprak yaptı.
Neden karşılar? Toprak, açıklamada GATS anlaşmasına dikkat çekti ve anlaşmayla hizmet sektörünün uluslararası sermayenin sömürüsüne açıldığını vurguladı. Toprak, bu sürecin ürünü olan 'sözleşmeli memurluk'un getirilerini şöyle özetledi: "Çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kamu çalışanlarının sefalet ücretine mahkum edilmesi." Açıklamada karşı çıkılan YÖK Yasa Tasarısı'nın amacı ise "Üniversitelerin tamamen özelleştirilmesi, emekçi çocuklarına kapatılması, bilimsel üretimin piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi, üniversitelerin sıradan birer işletme haline getirilmesi" diyerek açıklandı. Toprak, YÖK'e, diplomalı işsizliğe, örgütlenme özgürlüğünün engellenmesine karşı herkesi "Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi'nin başlattığı kampanyaya katılmaya çağırdı. Bu çağrıyı, İHD Genel Başkan Yardımcısı Eren Keskin de yaptığı sözlü açıklamada tekrar etti. Keskin ayrıca, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün bilim adamından çok generale benzediğini söyledi ve Türkiye'de tüm ihlal edilen alanlarda verilen mücadelenin birbirini tamamladığını ifade etti. Açıklama "YÖK'e hayır" sloganlarının atılmasıyla sona erdi.
YÖK'E ANKARA'DA DA PROTESTO ANKARA - YÖK ve YÖK Yasa Tasarısı'na, öğrencilere ve akademisyenlere yönelik saldırılara karşı "Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi" olarak başlatılan kampanyaya Ankaralı üniversite öğrencilerinden destek geldi. Kızılay'da "YÖK Yasa Tasarısı geri çekilsin, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu" pankartı altında önceki gün akşamüstü biraraya gelen öğrenciler, "Parasız, bilimsel, anadilde eğitim", "YÖK'e hayır", "Bu yasa Meclis'ten geçmeyecek" sloganlarını attılar. Ortak basın açıklamasını okuyan Şevket Akyol, ABD'nin dünyayı kan gölüne çevirecek savaşına AKP hükümetinin destek vermeye hazırlanmasını kınadıklarını söyledi. YÖK'ün yıllardır öğrencilere ve akademisyenlere yönelik antidemokratik uygulamalarının sürdüğünü belirten Akyol, "YÖK ve YÖK Yasa Tasarısı'na, diplomalı işsizliğe, sözleşmeli memurluğa, çalışma yaşamının esnekleştirilmesine, soruşturmalara ve sürgünlere karşı herkesi, 'Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi'ne katılmaya davet ediyoruz" dedi. Bu arada, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde dün sol görüşlü öğrenciler ile İşçi Partili bir grup arasında kavga çıktı. Kavgada 2'si ağır, 14 öğrenci yaralandı. Kavga İP'li grubun Edebiyat Fakültesi'nden dağılmasıyla sona erdi. Öğrenciler dağılırken bir süre kampus içindeki caddeyi trafiğe kapattı. Jandarmanın olaylarla ilgili 20 öğrenciyi gözaltına aldığı öğrenildi. Yaralanan öğrenciler, tedavi altına alındı.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Falsolu olan devlet değil, biziz! Hacer Yücel Tesadüfen girdiği hukuk camiasında 40 yıldır demokratikleşme için çalışan Doç. Dr. Yücel Sayman, Türkiye'yi tek bir cümle ile tanımlıyor, "Otoriter bir devlet." 63 yaşındaki Sayman, Ankara DGM eski Savcısı Nuh Mete Yüksel'in, "Alman ajanlığı" iddiasıyla hakkında açtığı davayı ise şöyle özetliyor, "Bu dava Türkiye'de yargının nasıl kişilik haklarını ihlal etmek için kullanılabileceğini gösterebilecek en ciddi örneklerden bir tanesi." Üç dönem İstanbul Barosu Başkanlığı'nı yürüten ve seçimlerde tekrar aday olmayan Sayman ile 40 yıllık hukuk serüvenini, Türkiye'yi ve hakkında açılan 'ajanlık' davasını konuştuk. - 40 yıllık bir hukukçu ve akademisyen kimliğiniz var. Dünyanın üçüncü büyük barosu olan İstanbul Barosu'nda üç dönem başkanlık yaptınız. Hukukçu olmaya nasıl karar verdiniz? Hukukçu olmak benim kendi seçimim değildi. Ailedeki herkes üniversite bitirdiği için benim de üniversite okumam gerekiyordu. Meslek seçimi yaparken 9.00-17.00 saatleri arasında beni zorunlu olarak bir yere hapseden bir meslek istemiyordum. Mühendislik okumak istiyordum ama olmadı. Bunun üzerine hukuk fakültesine girdim. Askerliği daha ileri bir tarihe atmak için de yüksek lisans yaptım. Ama daha sonra toplumun demokratik örgütlenmesinin temel taşlarından birinin hukuk olduğunu gördüm ve onun içinde yer almak, onun fikrini taşımak, orada faaliyette bulunmak bilinciyle hareket ettim. Bu benim için hem keyifli bir durum oldu hem de bir görevdi. Tesadüfen başlayan süreç bugüne kadar devam etti. Tabii zaman zaman kesintilere uğradı. Her darbe sonrası solcu olduğumuz için üniversiteden uzaklaştırıldık. 12 Mart'ta 4-5 yıllık, 12 Eylül'de 10 yıllık bir kesinti dönemi oldu. Danıştay kararıyla üniversiteye geri döndük. - Bu yıllar boyunca Türkiye'deki hukuk sistemindeki değişimleri gördünüz. Neler yaşandı? Şu anda hukuk sistemi ne durumda? Benim bu konuya ilişkin temel tespitim, her yeni dönemle birlikte hukuk sisteminin daha geriye gittiği yönünde. Mesela 1960'lı yıllar... Şimdi geriye dönüp baktığımda Türkiye'nin, her şeye rağmen çok kısa bir dönem belirli bir özgürlük yaşayabildiği ve bunu yaşayabildiği için bilgi birikimi sıçrayışının çok yüksek olduğu bir dönem olarak görüyorum 1960'lı yılları. Sonu hüsranla bitmiş olsa bile. Benim ve benim gibi birçok insanın inancı, Türkiye'de toplumun demokratik bir örgütlenmesinden söz etmenin mümkün olmadığıdır. Demokrasi bir devlet biçimidir, toplum örgütlenmesidir. O örgütlenme biçimi toplumu da belirler. Şu kadarını söyleyeyim Türkiye'de demokrasi yok. - Peki Türkiye'deki sistem nasıl? Türkiye'nin otoriter, devleti bireye karşı yabancılaştıran, onun haklarını korumaktan çok zapturapt altına almaya çalışan bir yapı var. Onun için devletin gücüne ve keyfiliğe, daha doğrusu devleti biçimlendiren güçleri elinde tutan birimlerin biraz da hukuk dışı inisiyatifine dayanan bir işleyiş var. Yargısı da ona göre örgütlenmiş, ona hizmet ediyor. '40 sene sonra bütün bunlardan çıkardığın sonuç nedir' diye soracak olursan. Yarı şaka ama ciddiyeti çok fazla bir şey söyleriz, "Falsolu olan devlet değil, falsolu olan biziz." Yani biz hep yanlış bakmışız. Sanki Türkiye'de demokratik bir örgütlenme, demokratik bir toplum var da, birtakım kuralları değiştirirsek işler düzelecekmiş gibi bakmışız. Biz demokratik bir toplumda olması gereken kuralları, yapıları söyleyegeldik hep. Bu hayaldi. Çünkü öyle bir devlet yok, öyle olan anlayış yok. Olmayınca da bizim söylediğimiz hiçbir şeyin olması mümkün değil. Yani falsolu olan biziz. - Son dönemlerde birbiri ardına uyum yasaları çıkarıldı. Demokratikleşme rüzgârı estirildi. Ama söylediklerinizden, bu değişikliklerin etkili olmayacağı ortaya çıkıyor? Olmayacak. Daha da ötesi yapılan değişiklikler farklı bir şey getirmiş değil. Yani sistemde bir değişiklik getirmiş değil. Tam tersine bu sistemi daha da perçinleyen yerli yerine oturtan değişiklikler. Reform falan değil. - Örnekleyebilir misiniz? Kendi bildiğim alandan söyleyeyim. Şu anda komisyonlarda bekletilen 3. reform paketinde adli kolluk sistemine ilişkin düzenleme var. Getirilmek istenen var olan sistemi daha da güçlendirmeyi amaçlayan bir düzenleme. Siyasi otoriteyi daha çok söz sahibi yapan bir anlayış var orada. Çünkü İçişleri Bakanlığı'nın, Adalet Bakanlığı'nın etkisinden kurtulmuş bir polis örgütlenmesi değil, onlara bağlı ama sanki savcının emrinde bir polis örgütüymüş gibi gösteriliyor. Aslında savcıyı daha çok bu bakanlıkların emrine sokacak bir yapılanma. Savcının, İçişleri Bakanlığı'nın emrindeki polislerin sicil amiri olabilmesi ve istediği gibi hareket etmesi mümkün değil. Bunun anlamı, yargıyı daha da güçlü bir şekilde siyasi otoriteye bağlamaktır. Ve bunu, 'reform' adına çıkarıyorlar. Bu korkunç bir şey. Adli kolluk sisteminin tam olarak işleyebilmesi için özerk bir kurum olarak var olması gerekir. İşleyişi,bütçesi, yönetimi özerk olmalı. Ancak o zaman savcının onlar üzerinde amir olabilmesi mümkün olabilir. Ya da şu ana kadar yapılan düzenlemelere bakalım. Hangi maddeler değişti? 312. maddede iki değişiklik yapıldı ama altında hep istisnaları var. İstisnalar değişmiyor. Adını değiştirip 'reform' diyorlar. "Biz insan haklarına saygılıyız" söylemi bitmediği sürece hiçbir şey değişmez. Bu cümleyi kuran devlet için söylenecek tek şey vardır: O devlet demokratik bir değildir. Çünkü bu, insan haklarını kendi dışında gören bir anlayıştır. Bu, "Dışımızda ama ona saygılı olacağız. Fakat jeopolitik yapımız ve konjonktür bazen çok da saygılı olmamızı gerektirmez" denilmektedir. Böyle diyen devlet otoriter bir devlettir. Çünkü demokratik bir devlet artık günümüzde insan hakları üzerine örgütleniyor. Saygı falan değil yapı taşları haline geliyor özgürlükler.
SAYMAN'I 2000 AVUKAT SAVUNACAK İstanbul Barosu Başkanı olduğu dönemde "Kopenhag Kriterleri" , "Kadın Hakları, Azınlık Hakları" konulu sempozyumlar düzenlediği için hakkında, "Ajanlık yapmak" iddiasıyla dava açılan Doç. Dr. Yücel Sayman'ı 2000 avukat savunacak. Bu kadar avukatı bir araya getiren ise, her zaman avukatların yanında olan Sayman'a destek verme isteği. Davanın yarın Ankara 1 No'lu DGM'de görülecek ilk duruşmasına gitmek için hazırlıklarını tamamlayan avukatlar, otobüslerin parasını da kendileri ödeyecek.
'ZIRT PIRT DAVA AÇILMAMA HAKKIM ÇİĞNENDİ' - Hakkınızda İstanbul Baro Başkanı iken düzenlediğiniz bir dizi seminer nedeniyle, eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından"Alman ajanlığı yaptığınız" iddiasıyla bir dava açıldı. Böyle dava açıldığını öğrendiğiniz zaman ne düşündünüz? Şimdi işin bu tarafını dava açısından tartışmak istemiyorum. Çünkü bu dava Türkiye'de yargının nasıl kişilik haklarını ihlal etmek için kullanılabileceğini gösterebilecek en ciddi örneklerden bir tanesi. Çok yakın avukat arkadaşlarımla konuşurken soruyorum, 'Ben bu davada niye yargılanıyorum?' diye. Bunu bir savcıya sorduğumda da cevabını veremiyor. Şimdi bakın, Nuh Mete Yüksel'in kafa yapısını, mahallesinde çocuk olduğu zamanki tavrını, korkularını ve bu korkuların nereye dayandığını bileceksiniz. Onun hukuk bilgisini bileceksiniz ki neyin yargılandığını anlayasınız! O iddianameyi ben çözdüm. Bütün bunları gördüm. Çünkü ben de sokak çocuğuyum. Ama Nuh Mete Yüksel'den daha iyi bir sokak çocuğuyum, aynı zamanda kibarım çünkü. Öyle yetişmişiz. Şimdi onun söylediği nedir? Alman vakıfları Alman devleti için casusluk yapıyor ve amaçları cumhuriyeti parçalamak, yıkmak ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bozmak. Yücel Sayman'a da, bu uğurda Bergamalı köylüler ile ittifak kurmaktan dolayı yargılanması için dava açılıyor. Ama ortada delil yok. Yücel Sayman'ın ittifak kurduğuna ilişkin bir delil yok. Delil olmadığı zaman Nuh Mete Yüksel o anki haleti ruhiyesine yakın şeyler söylüyor: "Masaya yatırmak", "partner olmak" gibi cinsel içerikli, cinsellik kokan iddialar getiriyor. Bunlar suç değil. Mesela, "Lozan'ı masaya yatırmak"! Ne demek, "Lozan'ı masaya yatırmak"? "Lozan'ı masaya yatırmak" diye bir suç mu var? Ya da, "partner olmak" gibi bir suç mu var? Bunlar hukuki terim değil. Bunlarla açılan bir dava ile karşı karşıyayız. Bu davanın en önemli noktası benim kişilik haklarımı ihlaldir. Bu açıdan Nuh Mete Yüksel suç işliyor. Bu davayla ilgili olarak şunu söylemek istiyorum: Bir toplumun demokratik örgütlenmesi haklar üzerine kurulmuşsa ve buna uygun bir yargı sistemi getirmişse en önemli haklardan bir tanesi durup dururken yargılanmama hakkıdır. Yani benim, savcı tarafından hakkımda zırt pırt açılmış davalarla karşı karşıya kalmama hakkım vardır. Güvencem budur. Şimdi bu dava açılınca en temel hakkımı ihlal eden bir sistem getirilmiş oluyor. Demokratik bir ülke olsaydı ne olurdu? Mahkeme, daha benim ifademi almadan, o iddianameyi reddederdi.
YÜCEL SAYMAN KİMDİR? Doç. Dr. Yücel Sayman 1939 yılında Konya'da doğdu. 1958 yılında Saint Joseph Lisesi'ni, 1962'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1963'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne asistan olarak girdi. 1969 yılında Strasbourg Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yaptı. 1978 yılında ise doçent oldu. Hukuk Fakültesi, 'Devletler Özel Hukuku' Anabilim dalında öğretim üyesi olan Sayman, 1996 yılının Ekim ayında İstanbul Barosu Başkanlığı'na seçildi. 3 dönem İstanbul Barosu Başkanlığı yapan Sayman, 2002 yılı seçimlerinde başkanlığa
KESK'e taşıyacağız Diyarbakır Demokrasi Platformu dönem sözcüsü Tüm Bel-Sen Diyarbaakır Şube Başkanı Edip Yaşar da, savaşın tüm dünya halklarının zararına olacağını söylüyor. Savaşın kan ve gözyaşı olduğunu ifade eden Yaşar, "Bizler savaştan değil, barıştan yanayız. Türkiye'nin ABD operasyonunda yer almaması gerekir. Savaş Türkiye'ye bir şey kazandırmaz" dedi. Yaşar, Demokrasi Platformu olarak miting yapılması yönünde henüz bir karar almadıklarını da kaydetti. Savaşın yıkım getireceğini vurgulayan KESK Diyarbakır Şubeler Platformu dönem sözcüsü BTS Diyarbakır Şube Başkanı Vecihi Aydoğan, Diyarbakır'da bir miting yapmayı KESK Şubeler Platformu'nun gündemine taşıyacakların söyledi.
Türkiye girmesin Savaşın tüm emekçi ve ezilen halkların zararına olacağını ifade eden, Tarım Orkam-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Hasan Adsız ise, Diyarbakır'da savaşa karşı miting yapılmasının anlamlı olacağını ifade etti. Bunun kısa vadede yapılması gerektiğini dile getiren Adsız, "Türkiye bu savaş içinde yer almamalı. Ordu kendi sınırları dışına çıkmamalı." dedi. Tek Gıda-İş Diyarbakır 2 No'lu Şube Başkanı Cemal Doğrul ise ABD'nin Irak'a müdahale gerekçesinin Saddam'ın devrilmesi olmadığını asıl gerekçenin Irak petrollerine el koymak olduğunu vurguladı. Halepçe katliamını gerçekleştiren Saddam'ın devrilmesine en çok Kürtlerin sevineceğini ama ABD'nin derdinin bu olmadığını ifade eden Doğrul, "Bu savaşta Ortadoğu halklarıyla birlikte Kürtler en büyük zararı görecek" şeklinde konuştu. Bu nedenle ABD'nin Irak'a müdahalesine hem emek cephesi üyesi olarak hem de Kürt olarak karşı olduğunu dile getiren Doğrul, Tes-İş Diyarbakır 1 No'lu Şube'nin aldığı kararın örnek bir karar oluduğunu söyledi. Doğrul, böyle bir miting kararının alınması gerektiğini, sendika olarak bu kararı destekleyeceklerini ifade etti. Diyarbakır Makina Mühendisleri Yönetim Kurulu Üyesi Mesut Çelik ise Diyarbakır'da bir miting yapılması konusunu yönetim kurulu olarak tartışmadıklarını bu nedenle konu hakkında oda adına bir açıklama yapamayacağnı söyledi. src=/resim/b1.gif width=5>



'Üniversitemi istiyorum' "Üniversitemi istiyorum inisiyatifi" YÖK Yasa Tasarısı'na ve sözleşmeli memurluğa karşı çıkmak için Beyazıt Meydanı'nda eylem yaptı. Dün saat 13.00'te yapılan eyleme, öğrenciler üniversitede memurlar da tramvay durağında toplanarak katıldı. Beyazıt Meydanı'nda birleşen yüzlerce kişi, "YÖK Yasa Tasarısı'na ve Sözleşmeli Memurluğa Hayır" pankartının arkasında toplandı. Eğitim-Sen 6 No'lu Şube, KESK İstanbul Şubeler Platformu, SES Aksaray Şubesi, İHD İstanbul Şubesi ve üniversite öğrencileri adına açıklamayı KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Hasan Toprak yaptı.
Neden karşılar? Toprak, açıklamada GATS anlaşmasına dikkat çekti ve anlaşmayla hizmet sektörünün uluslararası sermayenin sömürüsüne açıldığını vurguladı. Toprak, bu sürecin ürünü olan 'sözleşmeli memurluk'un getirilerini şöyle özetledi: "Çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kamu çalışanlarının sefalet ücretine mahkum edilmesi." Açıklamada karşı çıkılan YÖK Yasa Tasarısı'nın amacı ise "Üniversitelerin tamamen özelleştirilmesi, emekçi çocuklarına kapatılması, bilimsel üretimin piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi, üniversitelerin sıradan birer işletme haline getirilmesi" diyerek açıklandı. Toprak, YÖK'e, diplomalı işsizliğe, örgütlenme özgürlüğünün engellenmesine karşı herkesi "Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi'nin başlattığı kampanyaya katılmaya çağırdı. Bu çağrıyı, İHD Genel Başkan Yardımcısı Eren Keskin de yaptığı sözlü açıklamada tekrar etti. Keskin ayrıca, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün bilim adamından çok generale benzediğini söyledi ve Türkiye'de tüm ihlal edilen alanlarda verilen mücadelenin birbirini tamamladığını ifade etti. Açıklama "YÖK'e hayır" sloganlarının atılmasıyla sona erdi.
YÖK'E ANKARA'DA DA PROTESTO ANKARA - YÖK ve YÖK Yasa Tasarısı'na, öğrencilere ve akademisyenlere yönelik saldırılara karşı "Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi" olarak başlatılan kampanyaya Ankaralı üniversite öğrencilerinden destek geldi. Kızılay'da "YÖK Yasa Tasarısı geri çekilsin, Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu" pankartı altında önceki gün akşamüstü biraraya gelen öğrenciler, "Parasız, bilimsel, anadilde eğitim", "YÖK'e hayır", "Bu yasa Meclis'ten geçmeyecek" sloganlarını attılar. Ortak basın açıklamasını okuyan Şevket Akyol, ABD'nin dünyayı kan gölüne çevirecek savaşına AKP hükümetinin destek vermeye hazırlanmasını kınadıklarını söyledi. YÖK'ün yıllardır öğrencilere ve akademisyenlere yönelik antidemokratik uygulamalarının sürdüğünü belirten Akyol, "YÖK ve YÖK Yasa Tasarısı'na, diplomalı işsizliğe, sözleşmeli memurluğa, çalışma yaşamının esnekleştirilmesine, soruşturmalara ve sürgünlere karşı herkesi, 'Üniversitemi İstiyorum İnisiyatifi'ne katılmaya davet ediyoruz" dedi. Bu arada, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde dün sol görüşlü öğrenciler ile İşçi Partili bir grup arasında kavga çıktı. Kavgada 2'si ağır, 14 öğrenci yaralandı. Kavga İP'li grubun Edebiyat Fakültesi'nden dağılmasıyla sona erdi. Öğrenciler dağılırken bir süre kampus içindeki caddeyi trafiğe kapattı. Jandarmanın olaylarla ilgili 20 öğrenciyi gözaltına aldığı öğrenildi. Yaralanan öğrenciler, tedavi altına alındı.
src=/resim/b1.gif width=5>



Falsolu olan devlet değil, biziz! Hacer Yücel Tesadüfen girdiği hukuk camiasında 40 yıldır demokratikleşme için çalışan Doç. Dr. Yücel Sayman, Türkiye'yi tek bir cümle ile tanımlıyor, "Otoriter bir devlet." 63 yaşındaki Sayman, Ankara DGM eski Savcısı Nuh Mete Yüksel'in, "Alman ajanlığı" iddiasıyla hakkında açtığı davayı ise şöyle özetliyor, "Bu dava Türkiye'de yargının nasıl kişilik haklarını ihlal etmek için kullanılabileceğini gösterebilecek en ciddi örneklerden bir tanesi." Üç dönem İstanbul Barosu Başkanlığı'nı yürüten ve seçimlerde tekrar aday olmayan Sayman ile 40 yıllık hukuk serüvenini, Türkiye'yi ve hakkında açılan 'ajanlık' davasını konuştuk. - 40 yıllık bir hukukçu ve akademisyen kimliğiniz var. Dünyanın üçüncü büyük barosu olan İstanbul Barosu'nda üç dönem başkanlık yaptınız. Hukukçu olmaya nasıl karar verdiniz? Hukukçu olmak benim kendi seçimim değildi. Ailedeki herkes üniversite bitirdiği için benim de üniversite okumam gerekiyordu. Meslek seçimi yaparken 9.00-17.00 saatleri arasında beni zorunlu olarak bir yere hapseden bir meslek istemiyordum. Mühendislik okumak istiyordum ama olmadı. Bunun üzerine hukuk fakültesine girdim. Askerliği daha ileri bir tarihe atmak için de yüksek lisans yaptım. Ama daha sonra toplumun demokratik örgütlenmesinin temel taşlarından birinin hukuk olduğunu gördüm ve onun içinde yer almak, onun fikrini taşımak, orada faaliyette bulunmak bilinciyle hareket ettim. Bu benim için hem keyifli bir durum oldu hem de bir görevdi. Tesadüfen başlayan süreç bugüne kadar devam etti. Tabii zaman zaman kesintilere uğradı. Her darbe sonrası solcu olduğumuz için üniversiteden uzaklaştırıldık. 12 Mart'ta 4-5 yıllık, 12 Eylül'de 10 yıllık bir kesinti dönemi oldu. Danıştay kararıyla üniversiteye geri döndük. - Bu yıllar boyunca Türkiye'deki hukuk sistemindeki değişimleri gördünüz. Neler yaşandı? Şu anda hukuk sistemi ne durumda? Benim bu konuya ilişkin temel tespitim, her yeni dönemle birlikte hukuk sisteminin daha geriye gittiği yönünde. Mesela 1960'lı yıllar... Şimdi geriye dönüp baktığımda Türkiye'nin, her şeye rağmen çok kısa bir dönem belirli bir özgürlük yaşayabildiği ve bunu yaşayabildiği için bilgi birikimi sıçrayışının çok yüksek olduğu bir dönem olarak görüyorum 1960'lı yılları. Sonu hüsranla bitmiş olsa bile. Benim ve benim gibi birçok insanın inancı, Türkiye'de toplumun demokratik bir örgütlenmesinden söz etmenin mümkün olmadığıdır. Demokrasi bir devlet biçimidir, toplum örgütlenmesidir. O örgütlenme biçimi toplumu da belirler. Şu kadarını söyleyeyim Türkiye'de demokrasi yok. - Peki Türkiye'deki sistem nasıl? Türkiye'nin otoriter, devleti bireye karşı yabancılaştıran, onun haklarını korumaktan çok zapturapt altına almaya çalışan bir yapı var. Onun için devletin gücüne ve keyfiliğe, daha doğrusu devleti biçimlendiren güçleri elinde tutan birimlerin biraz da hukuk dışı inisiyatifine dayanan bir işleyiş var. Yargısı da ona göre örgütlenmiş, ona hizmet ediyor. '40 sene sonra bütün bunlardan çıkardığın sonuç nedir' diye soracak olursan. Yarı şaka ama ciddiyeti çok fazla bir şey söyleriz, "Falsolu olan devlet değil, falsolu olan biziz." Yani biz hep yanlış bakmışız. Sanki Türkiye'de demokratik bir örgütlenme, demokratik bir toplum var da, birtakım kuralları değiştirirsek işler düzelecekmiş gibi bakmışız. Biz demokratik bir toplumda olması gereken kuralları, yapıları söyleyegeldik hep. Bu hayaldi. Çünkü öyle bir devlet yok, öyle olan anlayış yok. Olmayınca da bizim söylediğimiz hiçbir şeyin olması mümkün değil. Yani falsolu olan biziz. - Son dönemlerde birbiri ardına uyum yasaları çıkarıldı. Demokratikleşme rüzgârı estirildi. Ama söylediklerinizden, bu değişikliklerin etkili olmayacağı ortaya çıkıyor? Olmayacak. Daha da ötesi yapılan değişiklikler farklı bir şey getirmiş değil. Yani sistemde bir değişiklik getirmiş değil. Tam tersine bu sistemi daha da perçinleyen yerli yerine oturtan değişiklikler. Reform falan değil. - Örnekleyebilir misiniz? Kendi bildiğim alandan söyleyeyim. Şu anda komisyonlarda bekletilen 3. reform paketinde adli kolluk sistemine ilişkin düzenleme var. Getirilmek istenen var olan sistemi daha da güçlendirmeyi amaçlayan bir düzenleme. Siyasi otoriteyi daha çok söz sahibi yapan bir anlayış var orada. Çünkü İçişleri Bakanlığı'nın, Adalet Bakanlığı'nın etkisinden kurtulmuş bir polis örgütlenmesi değil, onlara bağlı ama sanki savcının emrinde bir polis örgütüymüş gibi gösteriliyor. Aslında savcıyı daha çok bu bakanlıkların emrine sokacak bir yapılanma. Savcının, İçişleri Bakanlığı'nın emrindeki polislerin sicil amiri olabilmesi ve istediği gibi hareket etmesi mümkün değil. Bunun anlamı, yargıyı daha da güçlü bir şekilde siyasi otoriteye bağlamaktır. Ve bunu, 'reform' adına çıkarıyorlar. Bu korkunç bir şey. Adli kolluk sisteminin tam olarak işleyebilmesi için özerk bir kurum olarak var olması gerekir. İşleyişi,bütçesi, yönetimi özerk olmalı. Ancak o zaman savcının onlar üzerinde amir olabilmesi mümkün olabilir. Ya da şu ana kadar yapılan düzenlemelere bakalım. Hangi maddeler değişti? 312. maddede iki değişiklik yapıldı ama altında hep istisnaları var. İstisnalar değişmiyor. Adını değiştirip 'reform' diyorlar. "Biz insan haklarına saygılıyız" söylemi bitmediği sürece hiçbir şey değişmez. Bu cümleyi kuran devlet için söylenecek tek şey vardır: O devlet demokratik bir değildir. Çünkü bu, insan haklarını kendi dışında gören bir anlayıştır. Bu, "Dışımızda ama ona saygılı olacağız. Fakat jeopolitik yapımız ve konjonktür bazen çok da saygılı olmamızı gerektirmez" denilmektedir. Böyle diyen devlet otoriter bir devlettir. Çünkü demokratik bir devlet artık günümüzde insan hakları üzerine örgütleniyor. Saygı falan değil yapı taşları haline geliyor özgürlükler.
SAYMAN'I 2000 AVUKAT SAVUNACAK İstanbul Barosu Başkanı olduğu dönemde "Kopenhag Kriterleri" , "Kadın Hakları, Azınlık Hakları" konulu sempozyumlar düzenlediği için hakkında, "Ajanlık yapmak" iddiasıyla dava açılan Doç. Dr. Yücel Sayman'ı 2000 avukat savunacak. Bu kadar avukatı bir araya getiren ise, her zaman avukatların yanında olan Sayman'a destek verme isteği. Davanın yarın Ankara 1 No'lu DGM'de görülecek ilk duruşmasına gitmek için hazırlıklarını tamamlayan avukatlar, otobüslerin parasını da kendileri ödeyecek.
'ZIRT PIRT DAVA AÇILMAMA HAKKIM ÇİĞNENDİ' - Hakkınızda İstanbul Baro Başkanı iken düzenlediğiniz bir dizi seminer nedeniyle, eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından"Alman ajanlığı yaptığınız" iddiasıyla bir dava açıldı. Böyle dava açıldığını öğrendiğiniz zaman ne düşündünüz? Şimdi işin bu tarafını dava açısından tartışmak istemiyorum. Çünkü bu dava Türkiye'de yargının nasıl kişilik haklarını ihlal etmek için kullanılabileceğini gösterebilecek en ciddi örneklerden bir tanesi. Çok yakın avukat arkadaşlarımla konuşurken soruyorum, 'Ben bu davada niye yargılanıyorum?' diye. Bunu bir savcıya sorduğumda da cevabını veremiyor. Şimdi bakın, Nuh Mete Yüksel'in kafa yapısını, mahallesinde çocuk olduğu zamanki tavrını, korkularını ve bu korkuların nereye dayandığını bileceksiniz. Onun hukuk bilgisini bileceksiniz ki neyin yargılandığını anlayasınız! O iddianameyi ben çözdüm. Bütün bunları gördüm. Çünkü ben de sokak çocuğuyum. Ama Nuh Mete Yüksel'den daha iyi bir sokak çocuğuyum, aynı zamanda kibarım çünkü. Öyle yetişmişiz. Şimdi onun söylediği nedir? Alman vakıfları Alman devleti için casusluk yapıyor ve amaçları cumhuriyeti parçalamak, yıkmak ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bozmak. Yücel Sayman'a da, bu uğurda Bergamalı köylüler ile ittifak kurmaktan dolayı yargılanması için dava açılıyor. Ama ortada delil yok. Yücel Sayman'ın ittifak kurduğuna ilişkin bir delil yok. Delil olmadığı zaman Nuh Mete Yüksel o anki haleti ruhiyesine yakın şeyler söylüyor: "Masaya yatırmak", "partner olmak" gibi cinsel içerikli, cinsellik kokan iddialar getiriyor. Bunlar suç değil. Mesela, "Lozan'ı masaya yatırmak"! Ne demek, "Lozan'ı masaya yatırmak"? "Lozan'ı masaya yatırmak" diye bir suç mu var? Ya da, "partner olmak" gibi bir suç mu var? Bunlar hukuki terim değil. Bunlarla açılan bir dava ile karşı karşıyayız. Bu davanın en önemli noktası benim kişilik haklarımı ihlaldir. Bu açıdan Nuh Mete Yüksel suç işliyor. Bu davayla ilgili olarak şunu söylemek istiyorum: Bir toplumun demokratik örgütlenmesi haklar üzerine kurulmuşsa ve buna uygun bir yargı sistemi getirmişse en önemli haklardan bir tanesi durup dururken yargılanmama hakkıdır. Yani benim, savcı tarafından hakkımda zırt pırt açılmış davalarla karşı karşıya kalmama hakkım vardır. Güvencem budur. Şimdi bu dava açılınca en temel hakkımı ihlal eden bir sistem getirilmiş oluyor. Demokratik bir ülke olsaydı ne olurdu? Mahkeme, daha benim ifademi almadan, o iddianameyi reddederdi.
YÜCEL SAYMAN KİMDİR? Doç. Dr. Yücel Sayman 1939 yılında Konya'da doğdu. 1958 yılında Saint Joseph Lisesi'ni, 1962'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1963'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne asistan olarak girdi. 1969 yılında Strasbourg Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yaptı. 1978 yılında ise doçent oldu. Hukuk Fakültesi, 'Devletler Özel Hukuku' Anabilim dalında öğretim üyesi olan Sayman, 1996 yılının Ekim ayında İstanbul Barosu Başkanlığı'na seçildi. 3 dönem İstanbul Barosu Başkanlığı yapan Sayman, 2002 yılı seçimlerinde başkanlığa
Evrensel'i Takip Et