19 Aralık 2002 22:00

Sorumlular yargılansın

F tipi cezaevlerini hayata geçirmek amacıyla düzenlenen ve 32 kişinin ölümü ile sonuçlanan 19 Aralık cezaevi katliamı, dün Türkiye genelinde düzenlenen etkinliklerle lanetlendi. Katliamın sorumlularının yargılanması, F tipi cezaevlerinde uygulanan tecrit ve izolasyon politikalarının kaldırılması talep edilen protesto eylemlerinden ilki, 12 tutuklunun hayatını kaybettiği Bayrampaşa Cezaevi önünde gerçekleşti. Hareketli anların yaşandığı Bayrampaşa Cezaevi önünde sabahın erken saatlerinden itibaren geniş önlemler alındı. Çevik kuvvet ekiplerinin ve panzerlerin ablukaya aldığı cezaevi önüne önce Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Derneği üyesi aileler geldi. Cezaevi giriş kapısına kırmızı karanfil bırakan aileler, 19 Aralık 2000 tarihinde cezaevine düzenlenen operasyonda hayatını kaybeden arkadaşlarını, akrabalarını unutmadıklarını söylediler. Ailelerin düzenlediği eylemin ardından öfke verici olaylar yaşandı. Cezaevi görevlileri bırakılan karanfilleri ayakları ile topladı ve çöp tenekesine attı. Ailelerin eyleminden kısa bir süre sonra İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi üyeleri Bayrampaşa Cezaevi önüne geldi. Cezaevi kapısı önünde basın açıklaması yapan İHD Genel Başkan Yardımcısı Eren Keskin, derneğin, 19 Aralık gününü, "Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Dayanışma ve Mücadele Günü" ilan etme kararı aldığını ilan etti. Tecridin kaldırılması halinde ölüm orucunun sona ereceğini belirten Keskin; "Tecrit koşullarının kaldırılması nitelemesine İmralı Cezaevi de dahildir" dedi. Katliamı gerçekleştirenlerin yargılanmasını isteyen Keskin, tutukevlerinin insan onuruna uygun hale getirilmesi gerektiğini söyledi. İHD üyeleri, açıklamanın ardından ellerindeki karanfilleri cezaevi önüne bıraktılar.

Taksim'de gözaltı Mücadele Birliği Platformu üyeleri ise, "19 Aralık katliamını unutmadık" yazılı pankart açarak İstiklal Caddesi'nde toplandı. Buradan Taksim Meydanı'na yürümek isteyen grup çevik kuvvet polisleri tarafından çembere alındı. Polis kısa bir süre 12 kişiyi döverek gözaltına aldı. Polis, araca bindirdikten sonra gözaltına aldığı kişilerin üzerine göz yaşartıcı sprey sıktı. İHD Ankara Şubesi de katliamı lanetledi. Yüksel Caddesi'nde düzenlenen eylemde F tipi cezaevi vahşetine son verilmesi istenerek, hükümete "demokratikleşme sözünü yerine getir" çağrısı yapıldı. İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, 20 Ekim 2000'de de F tipi cezaevlerine tepki olarak başlayan açlık grevlerini hatırlatarak, operasyonla birlikte açlık grevleri ve ölüm oruçlarında 104 kişinin yaşamını yitirdiğine işaret etti. Açıklamanın ardından katılımcılar, İnsan Hakları Anıtı'nı siyah bir örtü ile kapatarak, yaşamını yitirenlerin anısına karanfillerle süslediler. Daha sonra katılımcılar, Ulucanlar Cezaevi önüne giderek, burada da yaşamını yitirenlerin anısına kırmızı karanfiller bıraktılar. Sosyalist Basın Platformu ve TAYAD üyeleri buradan Karşıyaka Mezarlığı'na giderek, yaşamını yitirenleri mezarları başında andılar.

'Tecrit duvarı yükseliyor' İHD İzmir Şubesi tarafından yapılan basın açıklamasında, F tipi cezaevleri nedeniyle ölümlerin devam ettiği vurgulandı. Basın açıklamasının ardından "Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu" Alman devrimci Ulrike Mainhoff'un cezaevinde ölümü ve tecritle ilgili bir oyun sergiledi. Adana, Antep, Eskişehir ve Malatya'da da operasyonu kınayan basın açıklamaları yapıldı. SDP, DMP, Halkın Hukuk Bürosu, Devrimci Demokrasi gazetesi, Ekmek ve Adalet dergisi de birer yazılı açıklama yaparak, tecritin kaldırılmasını ve sorumluların yargılanmasını istedi.

Savcılara suç duyurusu Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi, operasyonun üzerinden iki yıl geçmesine rağmen başlatılan soruşturmaların tamamlanmayarak görevi kötüye kullanan ve ihmal suçunu işleyen Cumhuriyet Savcıları hakkında suç duyurusunda bulundu. İstanbul Adliyesi'nde dün suç duyurusunda bulunan ÇHD'li avukatlar, adliye önünde basın açıklaması yaptı. Avukatlar, en fazla can kaybının yaşandığı Bayrampaşa ve Ümraniye cezaevleri operasyonunun üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturmaların tamamlanmadığını söylediler.

Tutukluların talebi Ankara'daki ÇHD üyesi avukatlar da, Ankara Adliyesi önünde yaptıkları eylemde 19 Aralık cezaevleri operasyonunu lanetlediler. Burada bir açıklama yapan ÇHD Genel Başkanı Hüseyin Biçen, F tipi cezaevlerine ilişkin tepki gösteren kişi ve kurumlara davalar açıldığını hatırlattı. Müvekkillerinin operasyonda katledildiğini kaydeden Biçen, kapatma veya mimari tadlat beklenmeksizin ölümlerin durdurulması amacıyla tutukluların hiçbir koşula bağlanmaksızın belirli saatlerde biraraya gelmelerinin sağlanması gerektiğini ifade etti.


TTB: Çözüm için çaba harcansın Türk Tabibler Birliği (TTB) Merkez Konseyi 19 Aralık operasyonunun yarattığı tahribatın giderilmesi ve ölüm oruçlarının son bulması için tüm kitle örgütlerini ve hükümeti çözüm için çaba harcamaya çağırdı. TBB Merkez Konseyi'nin yazılı açıklamasında, "Operasyonun yaşamları korumak ya da açlık grevlerini sonlandırmak için değil, esas olarak bir otoriteyi tesis etmek için yapıldığı görülüyor" denildi. "Yeni ölümlere ve kalıcı sakatlıklara tanıklık yapmak istemiyoruz" denilen açıklamada, 58. Hükümetin F tipi cezaevleri ve açlık grevleri konusunda hiçbir çözüm getirmemesine dikkat çekildi. TTB, operasyon ve sonrasında insan hakları ihlallerine yol açan sorumluların yargılanmasını talep etti. İstanbul Tabip Odası da, bu yılın 19 Aralık gününde tüm tecrit mağdurlarının gülen yüzlere dönüşmesi için kamuoyuna "dilekçe" sundu.


İlk ziyaretçiler çocuklar oldu Cezaevi operasyonlarında yaşamlarını yitirenleri, ilk olarak çocuklar andı. Bayrampaşa ve Ümraniye cezaevlerinde katledilen tutuklulardan bir bölümünün bulunduğu Habipler Cebeci Mezarlığı'na sabah saatlerinde gelen bir grup çocuk, önce mezarları temizledi. Çocuklar, ellerindeki küçük kaplarla mezarlare su döküp sonra da karanfiller bıraktı. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Polis: Cinayette henüz örgüt bağlantısı yok Savaş Velioğlu Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi öğrencilerinin kuyruk çilesi bitmiyor. Yeni kayıt veya ders kaydı yaptırmak isteyen öğrenciler AÖF bürolarının önünde uzun kuyruklar oluşturuyor. Öğrencilerin büyük çoğunluğunun çalışıyor olması, kuyrukta beklemek için zaman problemi yaratıyor. İşyerlerinden izin almakta sorun yaşayan birçok öğrenci kuyrukların uzun olmasından dolayı işlemlerini yaptıramıyor. Her ders kaydıyla birlikte verilen kitapların, bu yıl verilmemesi de bir başka sıkıntı yarattı. Kitapların Ocak 2003'te verilecek olması yeni kuyrukların habercisi. Tüm bürolarda olduğu gibi Aksaray'da bulunan AÖF Bürosu'nun da yetersiz olması, sokağın öğrencilerle dolup taşmasına neden oluyor. Araç trafiğinin yoğun kuyruk sebebiyle gerçekleştirilememesi, sadece öğrencilerin değil mahallelinin de tepkisine yol açıyor.

Büro sayısı artırılmalı Ev İdaresi 2. Sınıf Öğrencisi Muhittin Özer kendisiyle görüştüğümüzde yaklaşık 3 saattir kuyrukta bekliyordu ve 1-2 saat daha bekleyecek gibi görünüyordu. Devlet memuru olan ve işten izin alıp gelen Özer, kuyruğun işlerinin aksaması anlamına geldiğini belirtiyor ve ekliyor, "Her sene bu rezaleti yaşıyoruz. Kimse bu sorunları çözmek için uğraşmıyor. Büro sayısını artırsalar sorunlarımız biter. Yüzbinlerce kişi birkaç tane büroya yığılırsa olacağı budur." İşletme Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi Ergül Deniz ise 4 saattir kuyrukta, daha da bekleyecek çünkü onun da önünde yüzlerce kişi var. Her öğrenciden 130 milyon lira harç alındığını hatırlatan Deniz, bu paraların nereye harcandığını merak ettiğini dile getiriyor. İstanbul'da büro ve memur sayısının çok az olduğunu kaydeden Deniz, "Her yıl bu kuyruklarda bekliyoruz. Çektiğimiz çileye son vermelerini istiyoruz" diyor.

Süründürüyorlar! Her kayıt döneminde veya kayıt yenilemelerde bu kuyruklarda "sürünmek" zorunda bırakıldıklarını ifade eden İşletme Bölümü 3. Sınıf Öğrencisi Gülten Tepe, Açıköğretim öğrencilerinin para kaynağı olarak görüldüğüne dikkat çekiyor. Diğer öğrenciler gibi alınan harçların nereye harcandığını merak eden Tepe sözlerine şöyle devam ediyor, "Geldik kaydımızı yaptırıyoruz, kitapları alacağımızı zannediyoruz. Kitapları da vermiyorlarmış. Şimdi bir de kitap kuyruğunda bekleyeceğiz." Ve uzun kuyruğun en sonunda bekleyen Mahalli İdareler 2. Sınıf Öğrencisi Gülcan Altay, "Kaç saat sonra bana sıra gelecek bilmiyorum. Önümde yüzlerce kişi var" diyor.


ÖMRÜMÜZ KUYRUKLARDA GEÇİYOR! Hasan Cin (Kızı için kuyrukta bekliyor): Kızım rahatsız olduğu için onun yerine ben kuyrukta bekliyorum. 2 saattir kuyruktayım, ama önümde neredeyse 200 kişi var. 52 yaşımdayım, ömrümün yarısı kuyrukta beklemekle geçti. Önceden ekmek, tüp kuyruğunda bekliyorduk, şimdi maaş kuyruğu, öğrenci kuyruğu... İnsanlar kuyrukta bekleye bekleye ölüyor. Hükümet yeni, halkı mağdur etmeyeceklerini söylüyorlar. Ama görüyoruz ki, daha doğrusu yaşıyoruz ki, halk mağdur. Kış geldi evine kömür alamayan binlerce kişi var. Yaşadığımız sorunların çözülmesi için doğru dürüst çalışan kimse yok.


Kuyruğu görüp geldiler ama... Öğrenciler kuyrukların uzun olmasından yakınırken, seyyar satıcılar kimsenin alışveriş yapmamasından şikayet ediyor. Kuyrukların uzun olması satıcıların AÖF Aksaray Bürosu önünde tezgâh açmalarına neden olmuş. Her yıl kuyruklar oluştuğunda tezgâhlarını buraya açtıklarını ifade eden seyyar satıcılar, bu yıl geçmiş yıllara oranla çok az kazandıklarını ifade ediyorlar. Simitçi Kamil Aslan günde en fazla 50 tane simit satabildiğini belirtiyor. Her zaman bu işi yapmadığını dile getiren Aslan, kuyruğu görünce kendi kendini simit satmaya ikna etmiş. Aslan sözlerini şöyle bitiriyor, "Kaç saattir uğraşıyorum kimse simit almıyor. Millette simit alacak para kalmamış. Bakıyorum sabahtan akşama kadar burada bekliyorlar, bir şey yemiyorlar. Demek ki para yok." Sahlep satıcısı Mehmet Çetinkaya ise, "Her kuyruk olduğunda ben de buraya gelirim. Ama bu kuyrukta kimse sahlep içmiyor. Hava soğuk, eskiden ısınmak için çok sahlep içerlerdi ama şimdi satamıyorum" diyor. Seyyar çaycı İmdat Kalmaz ise evi büroya yakın olduğu için çay tezgâhı kuruyor. Kalmaz şunları anlatıyor, "Bir buçuk aydır işsizim, mecbur kaldım ekmek parası kazanmaya çalışıyorum. Yüzlerce kişi kuyrukta duruyor, ben en fazla 50-60 çay satabiliyorum. Hanımla birlikte duruyoruz tezgâhın başında. Sabah 6 gibi açıyorum, kayıtlar bitene kadar... Yeni hükümet vatandaşı mağdur etmeyeceğini söylüyor her yerde. Gelip görsünler mağdur vatandaş nasıl olunuyormuş."

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


OHAL'in karanlığı AYDINLATILMALI Ali Rıza Kılınç İşkencesiyle, gözaltısıyla, sürgünüyle, kayıplarıyla ve faili meçhulleriyle yıllarca süren OHAL geride kaldı. Bir insan ömrünün yarısı kadar uzun ve korku dolu bir kabusta karelenen milyonların fotoğrafı... Kimisi tehdit, kimisi şiddet, kimisi de ölümden pay almış bu fotoğrafta. 1991 Temmuz'uydu, HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın öldürüldüğünde. Aradan birçok temmuz geçmesine rağmen bu cinayete karışanlar hâlâ günyüzüne çıkarılmadı. Vedat Aydın'ın eşi Şükran Aydın, OHAL'in kaldırılmasını en çok bu noktada sorgulamak istiyor ve "Yıllardır çalıştık, çabaladık. Ama bir sonuç alınmadı. 'Bin operasyon yaptık' diyenlerden biri Meclis'teydi diyelim dokunulmazlığı vardı, peki şimdi ne diyecekler. Neden yargı önüne çıkartılmıyor" diye soruyor. Vedat Aydın olayının birkaç polis ya da Diyarbakır Emniyeti'yle sınırlı, münferit bir olay olmadığını ifade eden Aydın, yetkililerin bilgisi olduğunu söylüyor. Şükran Aydın; eşinin polisler tarafından alındığı anı şu sözlerle anlatıyor: "'Ben gidiyorum arkadaşlara haber ver... Akrabalara, aile avukatlarımıza haber verin... Yüzde 99 ölü eve döneceğim.' dedi Vedat. O zaman Hatip Dicle burdaydı. Ordaki insanlarda dönüp şunu söylediler bana. 'Yenge korkma. Vedat espiri yapıyor. İki güne kadar eve gelecek."

Türk emekçilere çağrı Yaşanan sıkıntıların sadece bölge ile sınırlı olmadığını ifade eden Aydın, "Batıdaki Türk emekçileri de birçok sıkıntı çekiyor" diyerek, bu sıkıntıların aşılmasında DEHAP'ın rolünün önemine dikkat çekiyor. "Kürtler zaten bu mücadelenin içinde. Şimdi benim diyeceğim, insanların rahata kavuşması için Türk emekçilerin de bu mücadelede yer alması. Bunun için aydınlara, sendikacılara, yazarlara büyük görevler düşüyor" diyen Aydın, Siirt ve Batman'da kalkan ancak uygulamaları devam eden OHAL anlayışının ancak bu çerçevede son bulabileceğini söylüyor. Aydın ayrıca koruculuğun son bulması ve köye geri dönüşlerin sağlanması gerektiğinin de altını çiziyor.

Failleri yargılansın OHAL'in karanlık günlerinin kurbanlarından biri de Gerçek dergisi Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı'ydı. Onun da katilleri bulunmadı. Namık Tarancı'nın annesi Güzün Tarancı, yılların yürek burkan acısını üzerinden atmış değil. Kulakları duymuyor Anne Tarancı'nın. Şiddetli kalp çarpıntısı var, başbelası siyatiği de durdurmuyor ağrıdan. "Namık'ım vurulalı 10 sene oldu ben o sokaktan hiç geçmedim. Yüreğim yanıyor..." diyerek acısının tazeliğini bir kez daha anlatırken, rahatsızlıklarını da bu acıya bağlıyor. Tarancı'nın faillerinin yargı önüne çıkarılmasını istiyor Güzün Tarancı ama sonuç çıkacağından umudu yok. Tarancı şöyle ifade ediyor duygularını: "Yüreğim yanıyor, ne geçer elime... Devlet, ancak koltuğunu düşünür. Seni beni mi düşünür... Herkes kendi fikir özgürlüğüne sahip... Ama bırakmadılar... Oğlumun hemen ardından Cengiz'i (Cengiz Arıgüç) vurdular. Tanıdığımız insanların hepsi gitti. Suçsuz sebepsiz vurdular onları... Her kapı çalışında Namık geldi sanıyorum. Hiç gözlerimin önünde gitmiyor. Kaşına kurşun sıktılar Namık'ımın. Evlattılar, çocuktular, 3 kardeştiler, üçü de küçüktüler... Bir fakir görse cebindeki parayı paylaşırdı. Evladımdır diye değil, Namık çok iyiydi. İnsanlarını, halkını çok severdi.. Ciğer ateşi beni mahvetti. Namığın çocuğu var, genç karısı var... Ben hiçbir şey düşünmüyorum. Varım yoğum Namık. Allah sizi star (yıldız) etsin. Açlık susuzluk, çıplaklık...Öyle fakirler görüyoruz ki, insan içini sızlatıyor... Bunlara iş lazım."

OHAL hâlâ kemiriyor Aydınlanmayı bekleyen OHAL dosyalarından biri de Eğitim Emekçisi Şirin Gökdere'nin dosyası. AİHM'deki dava henüz sonuçlanmadı. Şirin Gökdere'nin eşi Remziye Gökdere, yaşadıkları büyük sıkıntılara ancak aldığı sakinleştirici ilaçlarla dayanabiliyor: "Şirin Silvan Güçlü köyünde öğretmendi. Gece alınıyor. Sabah cesedi bulunuyor. Güvenliği yoktu, silahı yoktu. Katillerin yargılanmasını istiyorum. Bu cinayetlerin devlet içindeki bağlantılarının açığa çıkarılmasını istiyorum. Yoksa OHAL kalmış ne kalmamış ne. Biz çektik başkaları çekmesin.." Remziye Gökdere, eşi öldürüldükten sonra Silvan'daki bağ ve bahçelerinin askerler tarafından yakıldığını anlatıyor. Eşinin öldürülmesiyle Lice'nin Dibek köyüne, amcasının çocuklarının yanına yerleşmiş. Remziye Gökdere. Ancak onun öncesinde yine OHAL'in kirli yüzü bir kez daha kendisini göstermiş: "O zaman ben eşyalarımı Lice'deki hastaneye bırakmıştım. Diyarbakır'da işim vardı gittim. Döndüğümde, eşyalarımız dağılmış yağmalanmıştı. Yine köyde çatışma çıktı, benim amca oğlu kayboldu. Cesedini bile görmedik. Askerler de dağdakiler de 'biz göremedik' dediler." Şimdi dört çocuğuyla Cezaevi Semti'nde eşinin üç aylığıyla geçinen Remziye Gökdere, Diyarbakır'a yerleştikten sonra da sürekli telefonla rahatsız edildiğini anlatıyor: "Telefon açıyorlardı. 'Ben polisim, fotoğraf göstermek istiyorum' diyorlardı. Sinir hastası oldum sonunda. Bu son dönemlerde çocuklarıma da yansıtmaya başladım bunu. Bayılmalarım oluyor artık..."


'Hayat devam ediyor' Eşi Mehmet Geren, görevi başında Alipaşa İlköğretim Okulu'nun kapısı önünde öldürüldü Süheyla Geren'in. Geren şöyle anlatıyor olayı: "Mahalle içinde olduğu için okul çevresindeki aileler görüyor olayı. Kar maskeli üç kişiymiş. 1997'ye kadar faili meçhuldu. Hizbullah olaylarından sonra, katillerden biri eşimi öldürdüğünü itiraf etti. Mahkemesi hâlâ AHİM'de. Sonuç bekliyoruz. 1992 dönemi çok zor bir dönemdi, insanlar birbirlerinden kaçıyor, korkuyordu. Her gün öğretmenler ölüyordu. Hayat devam ediyordu. Bunun sıkntılarını hâlâ yaşıyoruz. Biz istiyoruz ki, bu böyle devam etmesin. Bunun için de her şeyden önce o dönemin bütün kirli ilişkileri açığa çıkarılmalı."


'Halk yakaladı devlet bıraktı' Öldürülen eğitim emekçisi Abdul Samet Çiçek'in eşi, Rukiye Çiçek anlatıyor: "1992 Nisan ayı. Silvan'daydık. Beyim, maaşını aldı çarşıya çıktı. Gidiş o gidiş... Millet katili gördü, iki üç kilometre kovaladı ve yakaladı. İsmini de verebilirim Sait Fidancı. Hatta Gündem'de manşet olmuştu. 'Halk yakalıyor devlet bırakıyor' diye. Ama bir gün sonra yine sokakta işlerine devam etti adam. Bu adamın ismi Gaffar Okkan'ın suikastinde tetikçiler arasında da geçiyordu. O zaman kimse dönüp yüzümüze bakmıyordu. Altı ay uykusuz kaldım. Tehditler geliyordu. Hep arkamıza bakarak yürüyorduk. Ş