8 Mart 2002 22:00
Blair Zimbabve'den elini çekmeli
İngiltere Başbakanı Tony Blair, pek alçakgönüllü sayılmaz. Ama geçtiğimiz hafta sonunda yapılan İngiliz Uluslar Topluluğu zirvesinde, Zimbabve konusunda istediğini alamayınca, küstahlığını gizleyemez oldu. Afrikalı hükümet başkanlarına, Zimbabve'nin üyeliğinin derhal askıya alınması talebini kabul ettiremeyince patladı ve şöyle buyurdu: "Bu hafta sonunda yapılacak başkanlık seçimleri adil ve özgür olmazsa, Zimbabve Devlet Başkanı Robert Mugabe'nin iktidarda kalması söz konusu olamaz."
Seçimin hileli olduğuna çoktan karar vermiş olduğunu söylediğine göre, bu oldukça net bir açıklama: İngiliz hükümeti, Mugabe'nin devrilmesini görmeye kararlı.
Bu ısrar neden? Geçtiğimiz sonbaharda kendisini Afrika'nın kurtarıcısı olarak sunan bir adam için, Afrika liderleri tarafından herkesin gözü önünde terslenmek, öfkelendirici olmalı. Avustralya ve Yeni Zelanda ile birlikte, üç beyaz devletin birlikteliğini temsilen, ısrar etmeyi sürdürüyordu: "Bu tip davranışlar artık sona ermeli." Zimbabve'nin eski efendisi olan İngiltere'nin, Harare'de neden bir hükümet değişikliği istediği açıklanmadı. Ama Blair'in bakanları, eski Rodezya rejiminin belkemiğini oluşturan beyaz çiftçilerin davasına açıktan sahip çıkmaya başlayalı beri (bir yandan da, eski rejimi yıkan siyah liderliği 'ilkellik' ile suçluyorlar) Zimbabve'ye yönelik İngiliz müdahalesi hiç durmadı.
Medyanın sefaleti Belki de hükümetten tüyo alan İngiliz medyası, Zimbabve krizi ile ilgili yayınlarında en ufak bir objektiflik kaygısını dahi bıraktı. Gazeteciler ve sunucular, muhalefetteki MDC'nin (Demokratik Değişim Hareketi) amigoluğunu yapıyor. Pazar günü, Dışişleri yetkilisi Barones Amos'a BBC'de sorular yönelten David Frost, neşeyle, "son iki yıl içinde Mugabe destekçilerinin 100 bin kişiyi öldürdüğünü" söylüyordu. Aslında, insan hakları gruplarının tahminine göre, bu süre zarfında her iki taraftan öldürülen insan sayısı 160 civarında. Frost ve gölge dışişleri bakanı Michael Ancram, devam ederek Mugabe'yi "faşist bir diktatör" ve "siyah ırkçı" olarak nitelediler ve İngiltere'nin daha kararlı hareket etmesini istediler. Aynı günkü BBC Correspondent programı da benzer bir düşmanlıkla doluydu; dengeleyici tek bir söyleşi yapılmadı.
Korkunç eşitsizlik Zimbabve, İngiltere tarafından açgözlülükle sömürgeleştirilmişti. Bağımsızlıktan yirmi yıl sonra bile, toprak sahipliğindeki korkunç eşitsizlik devam ediyor. Ülkedeki 6000 beyaz çiftçi, 81 milyon dönümlük ekilebilir arazinin yarısına sahip. Geri kalan arazilerde ise, tam 850 bin siyah çiftçi var. Bütün bunların yanında, Zimbabve ile ilgili yapılan yayınlar pek anlamsız kalıyor. Ne de olsa, 1965'te, Güney Rodezya Başbakanı Ian Smith liderliğindeki beyaz ırkçı isyanı bastırmayı reddeden de, bir İşçi Partisi hükümetiydi. Hükümetin korkusu, ordunun "kendi kanından olanlara karşı harekete geçmeyeceği" olmuştu. İsyan bastırılmadı ve iç savaşta 40 bin insan öldü. Bağımsızlıktan sonra beyazlara meclis kotası getiren de, toprak reformunu 10 yıl donduran da İngiltere'deki dönemin Muhafazakâr hükümetiydi.
MDC'nin vaatleri Şimdi, İşçi Partisi hükümeti (Westminster Demokrasi Kurumu aracılığıyla) ve Muhafazakârlar (Zimbabve Demokrasi Vakfı aracılğıyla), beyaz çiftçiler ve şirketlerle el ele vermiş, MDC'ye destek oluyorlar. Bu parti, onlara serbest piyasa politikaları ve siyahlarca alınan çiftliklerin beyaz sahiplerine verilmesini vaad ediyor. İngiliz hükümetinin, Zimbabve'yi sırf siyasi şiddet, gözdağı veya demokratik özgürlüklere yönelik kısıtlamalar nedeniyle hedef aldığını savunmak mümkün değil. Benzer olaylar, İngiltere tarafından desteklenen Kenya ve Zambiya gibi devletlerde de yaygın; daha bu yıl başlarında, Zambiya seçimlerine hile karışmıştı. Dahası Tony Blair, Pakistan'ın General Müşerref'i ve Suudi kraliyet ailesi gibi diktatörlerle koyun koyuna dost. Zimbabve'de, kurtuluş savaşının lideri Mugabe, en azından bir seçim yapıyor; ülkede hükümet karşıtı gazeteler ve bir parlamento muhalefeti var.
İki seçenek İngiltere'nin oynadığı rolü açıklamak için iki seçenek var. Birincisi, imtiyazlı beyaz azınlık için duyulan ırkçı kaygı. Diğeri ise, Mugabe'nin, Zambiya ve Kenya'nın aksine, Batı'nın neoliberal gündemine uymayı artık reddetmesi ve ciddi ya da değil, özel sektörü kamulaştırıp sosyalizme dönüşten bahsetmesi. İşte buna hoşgörü gösterilmiyor. Ve Yeni Dünya Düzeni'nde, ABD, Afrika'nın yönetimini, eski sömürgeciler İngiltere ve Fransa'ya ihale etmiş görünüyor. İktidar ve toprak mücadelesi, Zimbabve'yi iç savaşın eşiğine getirdi. İşsizlik ve enflasyon tırmanışta, yaşam standartları hızla düştü. AIDS çok sayıda can alıyor. Zimbabve, barışçıl bir siyasi gelişme yolu bulmalı ve Mugabe'nin ilk yıllarındaki ilerici reformlara dönmeli. Ancak bunlar, Zimbabvelilerin meselesi. Yabancı müdahale, bu süreci daha da güçleştirecektir. Ayrıca İngiltere, bu ülkeye dayatmada bulunabilecek son ülkedir.
Bu ısrar neden? Geçtiğimiz sonbaharda kendisini Afrika'nın kurtarıcısı olarak sunan bir adam için, Afrika liderleri tarafından herkesin gözü önünde terslenmek, öfkelendirici olmalı. Avustralya ve Yeni Zelanda ile birlikte, üç beyaz devletin birlikteliğini temsilen, ısrar etmeyi sürdürüyordu: "Bu tip davranışlar artık sona ermeli." Zimbabve'nin eski efendisi olan İngiltere'nin, Harare'de neden bir hükümet değişikliği istediği açıklanmadı. Ama Blair'in bakanları, eski Rodezya rejiminin belkemiğini oluşturan beyaz çiftçilerin davasına açıktan sahip çıkmaya başlayalı beri (bir yandan da, eski rejimi yıkan siyah liderliği 'ilkellik' ile suçluyorlar) Zimbabve'ye yönelik İngiliz müdahalesi hiç durmadı.
Medyanın sefaleti Belki de hükümetten tüyo alan İngiliz medyası, Zimbabve krizi ile ilgili yayınlarında en ufak bir objektiflik kaygısını dahi bıraktı. Gazeteciler ve sunucular, muhalefetteki MDC'nin (Demokratik Değişim Hareketi) amigoluğunu yapıyor. Pazar günü, Dışişleri yetkilisi Barones Amos'a BBC'de sorular yönelten David Frost, neşeyle, "son iki yıl içinde Mugabe destekçilerinin 100 bin kişiyi öldürdüğünü" söylüyordu. Aslında, insan hakları gruplarının tahminine göre, bu süre zarfında her iki taraftan öldürülen insan sayısı 160 civarında. Frost ve gölge dışişleri bakanı Michael Ancram, devam ederek Mugabe'yi "faşist bir diktatör" ve "siyah ırkçı" olarak nitelediler ve İngiltere'nin daha kararlı hareket etmesini istediler. Aynı günkü BBC Correspondent programı da benzer bir düşmanlıkla doluydu; dengeleyici tek bir söyleşi yapılmadı.
Korkunç eşitsizlik Zimbabve, İngiltere tarafından açgözlülükle sömürgeleştirilmişti. Bağımsızlıktan yirmi yıl sonra bile, toprak sahipliğindeki korkunç eşitsizlik devam ediyor. Ülkedeki 6000 beyaz çiftçi, 81 milyon dönümlük ekilebilir arazinin yarısına sahip. Geri kalan arazilerde ise, tam 850 bin siyah çiftçi var. Bütün bunların yanında, Zimbabve ile ilgili yapılan yayınlar pek anlamsız kalıyor. Ne de olsa, 1965'te, Güney Rodezya Başbakanı Ian Smith liderliğindeki beyaz ırkçı isyanı bastırmayı reddeden de, bir İşçi Partisi hükümetiydi. Hükümetin korkusu, ordunun "kendi kanından olanlara karşı harekete geçmeyeceği" olmuştu. İsyan bastırılmadı ve iç savaşta 40 bin insan öldü. Bağımsızlıktan sonra beyazlara meclis kotası getiren de, toprak reformunu 10 yıl donduran da İngiltere'deki dönemin Muhafazakâr hükümetiydi.
MDC'nin vaatleri Şimdi, İşçi Partisi hükümeti (Westminster Demokrasi Kurumu aracılığıyla) ve Muhafazakârlar (Zimbabve Demokrasi Vakfı aracılğıyla), beyaz çiftçiler ve şirketlerle el ele vermiş, MDC'ye destek oluyorlar. Bu parti, onlara serbest piyasa politikaları ve siyahlarca alınan çiftliklerin beyaz sahiplerine verilmesini vaad ediyor. İngiliz hükümetinin, Zimbabve'yi sırf siyasi şiddet, gözdağı veya demokratik özgürlüklere yönelik kısıtlamalar nedeniyle hedef aldığını savunmak mümkün değil. Benzer olaylar, İngiltere tarafından desteklenen Kenya ve Zambiya gibi devletlerde de yaygın; daha bu yıl başlarında, Zambiya seçimlerine hile karışmıştı. Dahası Tony Blair, Pakistan'ın General Müşerref'i ve Suudi kraliyet ailesi gibi diktatörlerle koyun koyuna dost. Zimbabve'de, kurtuluş savaşının lideri Mugabe, en azından bir seçim yapıyor; ülkede hükümet karşıtı gazeteler ve bir parlamento muhalefeti var.
İki seçenek İngiltere'nin oynadığı rolü açıklamak için iki seçenek var. Birincisi, imtiyazlı beyaz azınlık için duyulan ırkçı kaygı. Diğeri ise, Mugabe'nin, Zambiya ve Kenya'nın aksine, Batı'nın neoliberal gündemine uymayı artık reddetmesi ve ciddi ya da değil, özel sektörü kamulaştırıp sosyalizme dönüşten bahsetmesi. İşte buna hoşgörü gösterilmiyor. Ve Yeni Dünya Düzeni'nde, ABD, Afrika'nın yönetimini, eski sömürgeciler İngiltere ve Fransa'ya ihale etmiş görünüyor. İktidar ve toprak mücadelesi, Zimbabve'yi iç savaşın eşiğine getirdi. İşsizlik ve enflasyon tırmanışta, yaşam standartları hızla düştü. AIDS çok sayıda can alıyor. Zimbabve, barışçıl bir siyasi gelişme yolu bulmalı ve Mugabe'nin ilk yıllarındaki ilerici reformlara dönmeli. Ancak bunlar, Zimbabvelilerin meselesi. Yabancı müdahale, bu süreci daha da güçleştirecektir. Ayrıca İngiltere, bu ülkeye dayatmada bulunabilecek son ülkedir.
Evrensel'i Takip Et