12 Aralık 1999 22:00

Rebetikadan Kayıkçı'ya müzik yolculuğu

Rebetikadan Kayıkçı'ya müzik yolculuğu
Sinan Gündoğar - Ali Kayalar
Yunanlıları "milli düşman" ilan ederek politika yapanlar, deprem sonrasında halklar arasında hiçbir sorunun olmadığını gizleyemeyecek hale gelince, medya desteğiyle "kardeşlik" gösterisine girdiler. Kuşadası'ndaki sağır ve dilsiz bir genç ile bir Rum kızının aşkını yansıtan "Kayıkçı" filmi de medyada yeterince boy gösterdi. Ancak filmin niteliğine hayli katkıda bulunan müziği konusunda pek bir şey söylenmedi. Yeni Dünya Müzik tarafından ithal edilen üç albüm Yannis Saoulis'in müziğinde geleneksel Rum müziğinden rebetikaya, Anadolu müziğine farklı müzik türlerinin etkisinin olduğunu belirtmek mümkün.
Yannis sesinin güçlülüğü ve sesini kullanma şekliyle de müzikte belli bir birikime sahip olduğunu gösteren bir sanatçı. '20'lerde sürdürülen politikalar sayesinde meydana gelen mübadeleler sonucunda, Anadolu'dan Yunanistan'a gönderilen insanların yaşadıkları, "rebetika" adı verilen bir müziğin şekillenmesine yol açtı. Göçler sonrasında, ne tam Anadolulu ne de tam Yunanlı olarak kabul edilen bu insanların yaşantısında, hüzün, esrar, içkinin yoğunluğunda "dışlanmışlık" ortaya çıktı. Yannis'le, sonradan "keşfedilen" Yunan dostluğu, müziğinin kaynakları, düzenlemeleri ve rebetikaların nitelikleri hakkında görüştük.
Kimi albümlerinizde yorumladığınız rebetikaların temelini oluşturan "mübadele yıllarını" nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemek isterim, mübadelenin iki toplum için de büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Ancak Yunanistan bu durumun önemli faydalarını gördü. Çünkü Türkiye'den gelen insanların -Siz burada Rum diyorsunuz sanırım- oldukça iyi bir eğitim gördüklerini düşünüyorum. Ancak Yunanistan'da böyle bir eğitim yoktu. Beraberlerinde buranın müziğini de getirdiler ve bu müzik Yunan müziğine iyi bir şırınga oldu. Bugünkü Yunan müziğine büyük faydaları oldu ve rebetika da böyle doğdu aslında. Özellikle İzmir ve İstanbul kaynaklı müzik. Ve daha sonra bu müzik Yunanistan'ın kendi müziğiyle kaynaştı. Benim de yorumladığım bu müzik, yurtlarından edilen insanların duyduğu hüzündür. Hem rebetikaların kendisi hem de yaşadıkları topraktan koparılmış ve gittikleri ülkelerde de iyi karşılanmamış olan rebetlerin hüznü, benim müziğimi hâlâ etkiliyor.
Rebetikalarda içkiden esrara, yılgınlıktan dışlanmışlığa farklı içeriklerle karşılaşıyoruz. Mübadelenin ortaya çıkışını ya da bunu yaratanları eleştiren bir içerik kullanılmamış mı hiç?
Rebetikanın içinde düşmanca duygular bulamazsınız. Kimse suçlanmaz rebetikalarda. Ortaya çıkan durumdan iki halk da sorumlu değildir. Suçlanacak biri varsa o da Tanrı'dır diye düşünmüşlerdir. Biraz kaderci bir yaklaşımdır bu. Örneğin Karaman'da, Kapadokya'da Yunan halkı da vardı, Türk halkı da vardı, başka halklar da vardı. Birbirlerini de oldukça severlerdi. Birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar.
Türkiye ve Yunanistan halklarının arasında bir düşmanlık elbette olamaz, ancak depremden sonra iki hükümet de birdenbire dost olduğunu fark ettiler!.. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında iki hükümet de depremi kullandı. İki halk arasında dostça duygular olduğunu düşünüyorum ve bu saf bir durum. Hiçbir çıkar fikri yok bu düşüncelerin içinde. İki hükümet de böyle duyguları kullanmaya çalıştı. Bu da oldukça tehlikeli. Böyle bir durumda yapılması gereken "Bunu kullanmayın" demektir. "Kullanmayın ve bırakın gelişsin." Çünkü, aksi halde halklar da bu konuyu başka türlü değerlendirmeye başlayacaktır. İki halk da artık birbirleriyle iletişim kurmaya başlamalıdır, hükümetleri dinlemeden. Eğer iki halk birbirlerini tanırsa, onları maniple etmek zordur. Daha çok Türk müzisyeni Yunanistan'a gitsin. Daha çok Yunan müzisyeni Türkiye'ye gelsin. Bunlar birbirimizi daha iyi tanımamızı sağlayacaktır. Birbirimize çok benziyoruz. Oyları biz veriyoruz. Eğer ben Türk halkına dost isem, ona gerçekten dost olan bir partiye oy veririm. Aşağıdan yukarı doğru zorlamalıyız, yukarıdan aşağıya doğru değil.
Müziğinizin kaynakları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bence Yunan müziği ve Anadolu müziği adları altında iki ayrı müzik yok. Bunlar aynı duvarın farklı renkleri. Müzik Yunanistan'da da doğudan batıya doğru gittikçe farklılıklar gösteriyor. Kapadokya'da da farklılıklar gösteriyor. Aynı müziğin iki farklı sunumu olduğunu söyleyebiliriz. Bu coğrafya içerisinde ilerledikçe, müzik kendi içinde farklılıklar gösterir.
Bana gelince... Ben Anadolu'da doğmadım. Yunanistan'da 1962'de doğdum. Yani eski rebetlerden biri olduğumu iddia edemem. Eskilerden, rebetikadan, Anadolu'dan, Bizans'tan, geleneksel Yunan müziğinden aldıklarımı kafamda yoğurdum. Benim yaptığım da bunları sentezinden ortaya çıkan bir şey. Bunları sadece bütünlüklü bir müzik olarak ele aldığınızda birleştirebilirsiniz. Ben müziği ayırmıyorum.
Müziğinizdeki düzenlemeler rebetikalardaki kadar otantik değil, bildiğimiz anlamda popüler müzik de değil. Düzenlemede ve enstrüman seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz?
Öncelikle, ben neysem, onun müziğini yapıyorum. içimde olmayan bir müziği yapamam. Orijinal rebetika müziği yapmak için, '30'larda yaşamış olmam, alt kültür insanı olmam, esrar içmem ve başımı polisle belaya sokmam gerekir. Ancak ben bu değilim. '90'larda yaşıyorum ve 2000'lere giriyorum. Bu çağın insanıyım. Düzenlemelerim de şöyle gelişiyor: Çok basit ve otantik bir biçimde başlıyorum ve altyapısını senfonik bir biçimde kuruyorum. Bunların ikisi de benim ruhumda var. Otantiğin ne olduğunu biliyorum, ancak bu çağda yaşadığım ve zihnimde başka fikirler de olduğu için bu, müziğime de yansıyor. Bir buzuki, bir bağlama ve insan sesiyle başladık ve giderek müzik daha senfonik bir hale geldi. Kontrbas, akordeon gibi enstrümanlar da girdi. Bu sadece benim yaşadığım değişim değil, rebetikanın kendisinin yaşadığı değişimdir. Eski rebetlerden biri olduğumu iddia edemem, onların taklidini yapamam. Bu, dinleyicilerime yalan söylemek olur. Babamdan, büyükbabalarımdan aldığımı, bugünkü bene aktardım. Orijinal olmak için bir şeyler yapabilirdim, ancak bu sadece bir kopya olurdu.

Evrensel'i Takip Et