22 Kasım 1999 22:00

'Burjuvazi hakları lütfetmez'

'Burjuvazi hakları lütfetmez'
Kitlesel işten atmalar, her alanda sürdürülen özelleştirmeler, esnek çalışma, iş güvenliği ve sosyal güvenlik başta olmak üzere bütün sosyal hakların gaspı, toplusözleşme düzeni ortadan kaldırılarak sendikaların işlevsizleştirilmesi... Sermayenin uluslararası çapta sürdürdüğü bu saldırılar, işçi sınıfının 150 yıllık mücadelesinin bütün kazanımlarını hedefliyor. "Yeniden yapılandırma", "reform", "demokratikleşme" ve "insan hakları" sözcüklerini dilinden düşürmeyen sermaye, 18. yüzyıldaki kadar "örgütsüz ve çaresiz" bir işçi sınıfı arzuluyor.
Grevler yasaklanıyor, mitingler engelleniyor, talepleri için sokağa çıkan emekçiler coplanıyor, 10 yıldır grev ve toplusözleşme hakları için mücadele eden kamu emekçileri gaz bombalarıyla dağıtılıyor, sendikacılar ve işçi önderleri gözaltında kaybediliyor, birlik ve dayanışma için alanları dolduranların üzerine ateş açılıyor...
Gebze'den bir metal işçisi olan Salih Yener, gazetemize gönderdiği mektupta, sermayenin işçi sınıfına hiçbir hak lütfetmediğini, her hakkın birçok ülkede ayrı ayrı verilen yoğun mücadelelerle kazanıldığını hatırlatıyor ve ekliyor: "Kendiliğinden olmasını bekliyorsak, daha çoook beklememiz gerekecek."
Yener'in mektubunu aynen yayınlıyoruz.

"Şunu açıkça söylüyorum. Ücret artışlarının elde edildiği grevlerin fiyatlarda genel bir yükseliş yaratmaması olanaksızdır. İki kere ikinin dört etmesi kadar kesindir bu." (Sefaletin Felsefesi/Proudhon)
İki kere ikinin dört etmesi dışında hiçbir doğru yanı bulunmayan bu düşüncenin yanlışlığı, bilimsel ve pratik olarak defalarca kanıtlanmış bu safsatanın, göz boyamaktan başka hiçbir değeri bulunmayan bu politik sahtekârlığın her şeye rağmen günümüzde de sürdürülmekte olmasının önemli bir nedeni vardır. Hatta alternatifi bulunmadığı ileri sürülen kapitalist ekonomik politikaların özünü bir yanıyla da bu safsata oluşturmaktadır.
Doğrudan bu derece uzak bir düşüncenin, politik hatta bilimsel bir değer verilerek hâlâ yaşatılıyor olmasını yadırgamamak gerekir. Çünkü bu formül bir ekonomik ilişkiler sisteminin içyüzünün ve işleyişinin örtbas edilmesine hizmet eden oldukça etkin bir görevi üstlenmekte ve zaten ancak sömürü ilişkisi temelinde işlevini sürdürebilmektedir.
Bugünkü klasik burjuva demokrasisinin ilk belgesi sayılabileceğimiz 1793 Fransız Anayasası'nda ve bu devrimin öteki belgelerinde burjuvalar tarafından sendika ve grev hakkı kabul edilmek şöyle dursun, 'işçi birlikleri' bile anayasaya karşı girişimler olarak ilan edilmiş ve 1 yıl hapis cezasına bağlanmıştır. Bu en "tam" demokrasi bile acımasız bir sınıfsallıkla "grevi" fuhuş, hırsızlık gibi suçlardan bir suç olarak görmüş ve somutta greve karşı olduğu için işçilerin örgütlenmesini yasaklamıştır.
Bu demektir ki, işçilerin örgütlenmeleri grevden bağımsız olmadığı için burjuvazi ve burjuva demokrasisi tarafından kabul edilmemiştir.
İlk sendikalar 1824 yılında İngiltere'de kuruldular. Ancak hemen bir yıl sonra 1825'te görüldü ki, sendikal örgütlenme işçileri mücadelede güçlü ve grev hareketlerini yenilmez kılıyordu. Çünkü sendikalarda işçiler "lokal" örgülenmelerle yetinmiyor, il ve bölge, giderek işkolu temelinde genişleyip ülke çapında güçlü birliklere varıyorlardı. Sendikalar arası dayanışma işçi sınıfının dayanışmacı özelliğine bağlı olarak o güne kadar alışılmış sömürü oranlarını zorlamaya başlıyordu.
Nitekim bu yüzden ve bir dizi zorlu çatışmalar sonucunda işçilerin sendika kurma hakları yasaklandı. Ama yine de İngiliz işçileri görülmemiş boyuttaki grevleri 1848 yılına kadar "yasal sendika haklarından" yoksun olarak yürüttüler.
Ama işçiler sadece hakkından yoksun oldukları şeyin bizzat kendisinden yoksun olmadılar. İngiltere'de 1816 yılında sendikalar henüz yasal olarak yasakken olağanüstü örgütlülükte ve güçlü bir Pamuk Eğiricileri Sendikası'nın varlığı ortaya çıktı. Grevleri kimliği bilinmeyen gizli bir komite yönetmişti.
Biz işçilere, sendikaları kurmamız, burjuvaların bir nimeti olarak bağışlanmadı. Burjuvazi biz işçilere dünyanın hiçbir yerinde sendikal örgütlenme hakkını kendiğilinden vermediği gibi bu hak burjuva anayasalarında da bir lütuf olarak ortaya çıkmadı. Bu hak her ülkede ayrı ayrı verilen yoğun mücadelerle kazanıldı.
Kapitalizm başından beri ücretlerin artırılması ve işgününün kısaltılması taleplerine karşı kan dökmüştü. Grevi hak olarak kabullenmekten uzak durmuş; onu fuhuş, hırsızlık gibi suçlarla bir tutup şiddetle cezalandırmıştı. Fakat sonunda bir şeye, her şeyin güçler dengesi tarafından belirleneceği yasasına boyun eğmişti.
Sermayenin emeğe karşı iyi niyeti hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır. Eğer biz işçiler kapitalizmin sınırları içinde kalarak hak arayacaksak kapitalizmin vereceği hiçbir şey yoktur. Sermayenin kendiliğinden vereceğini umuyorsak kendi tarihimize dönüp bakmamız yetecektir, kendiliğinden olacağını bekliyorsak daha çoook beklememiz gerekecektir.

Evrensel'i Takip Et