29 Ağustos 1999 21:00
Deprem çocukları
Deprem çocukları
Özlem Ergun
Deprem felaketinin ardından kurulan çadırkentlerden birinde, Derince kampındayız. Kabus gecesinin ardından, yaşamda olma sevincinin yerini, gündelik hayatın zorunlu ihtiyaçlarını karşılama telaşı almış görünüyor. Büyükler bu hengame içinde koşturup duruken, gözümüz çocuklara ilişiyor. Çoğu zaman 'onlar ne bilecek' dediğimiz, çok da fazla ciddiye almadığımız çocuklara... Yetişkinlerde hakim olan korku, belirsizlik ve endişe halini onlarda da gözlemleyebilmek hiç de zor değil. Kimi zaman çadır diplerinde, çamurların içinde oynarken gördüğümüz çocuk manzaraları, 'çocuk her yerde çocuk işte' diye düşündürse de, ancak onları dinledikten sonra farkına varıyoruz; yaşananların onlar için ne demek olduğunu. Ve öğreniyoruz ki, onlar, 'deprem çocukları'; yaşlarından fazlasını yaşayan, yaşlarından büyük sözler eden... Biz büyükler her ne kadar 'çocuktur işte' desek de, onlar daha önce hiç bilmedikleri, hatta adını bile duymadıkları bu felaketin tam orta yerinde olduklarının öylesine farkındalar ki...
Ailesiyle birlikte çadırda yaşayan 8 yaşındaki Kübra, "Konuşmak istemiyorum" diyerek, yaşlı gözlerini annesinin kucağına gömüyor. Sonradan öğreniyoruz, en sevdiği arkadaşını yitirmiş...
12 yaşındaki Esra içinse deprem; bu kamp demek, çadır demek, sıraya girip erzak almak demek. O annesinin eteğine yapışmış hali, ürkek gözleri, fısıltıyı andıran sesi ile oyun oynamak istemediğini söylüyor. Nedenini sorduğumuzda ise 'akrabalarımız öldü' diyerek yanıtlıyor bizi.
Bir başka çocukla, annesi ile birlikte geldiği erzak çadırının önünde karşılaşıyoruz. Onun adı Sümeyra imiş, 12 yaşında... İnşaat işçisi bir babanın 7 çocuğundan birisi. Deprem anını, "Çok korktum" diyerek anlatıyor, "Tuğlalar başıma düşecek, öleceğim zannettim. Herkes bir odadaydı, babam bir odadaydı, kardeşim onun kucağındaydı; çıkamıyorlardı dışarı, ablam çığlık atıyordu. Sonra annem dua okuyordu. Kapıyı açtı, hepimiz onun peşinden dışarı kaçtık. Ablam çocukları almaya gitti bir daha içeri. Yani çok korkunç bir olaydı."
'Ama sağlam olsun'
Avukat olmak istediğini söyleyen Sümeyraların evi yıkılmamış ama, hasar nedeni ile kampta kalıyorlar. Depremden önce asansörü de olan kocaman bir evde oturmak istediğini ama şimdi bundan vazgeçtiğini söylüyor: "Evleri sağlam yapmamışlar, bir tuğlası başka, bir tuğlası başkaydı. Bu evleri böyle çürük yapanlar suçlu. Ben eskiden, büyük evde oturmayı çok istiyordum, büyüyünce evimin asansörü de olsun istiyordum. Ama şimdi gördüm ki hepsi yıkıldı. Artık kocaman ev istemiyorum, iki katlı olsun yeter. Ama sağlam olsun!"
Canlı, pırıl pırıl gözleriyle, afacan, akıllı bir çoçuk olduğu her halinden anlaşılan Hayri ise, yaşından büyük sözler ederek şaşırtıyor bizleri: "İnsanların evi barkı yıkılıyor, hayatları, ocakları sönüyor. Bence müteahhitler demiri az kullandı. Müteahhit kirişlere, kolonlara onluk demir kullanacağına sekizlik demir kulanıyor. Zaten deprem alttan yukarı vurduğu için hemen kesiyor demiri."(!)
Sonra da Hayri'nin ikiz kardeşi Serdar, "deprem herkesi öldürüyor" diyerek karışıyor söze: "Bizim ailede bir şey yok da, ölenlere Allah sabır versin. İnşaat yaparken müteahhitler çalıyor malzemeden. Mesela temel attıkları yerler fazla sağlam olmuyor, hem sonra burası eskiden bataklıkmış zaten."
7 yaşındaki Ayşe, depremde ölen ve 'en sevdiğim arkadaşımdı' dediği Ali'yi rüyasında gördüğünü anlatıyor; biraz korkak, biraz çekingen... "Daha 4 gün önce birlikteydik. Çok özlüyorum onu, dün akşam rüyamda gördüm. O 'gel çatıya çıkalım' diyordu ben de çıkamayalım diye karşı çıkıyordum. O anda deprem oldu, o öldü beni kurtardılar." Büyüyünce doktor olmak istediğini anlatan Ayşe'nin şimdi en büyük isteği ise yeniden okula gidebilmek.
Özlem Ergun
Deprem felaketinin ardından kurulan çadırkentlerden birinde, Derince kampındayız. Kabus gecesinin ardından, yaşamda olma sevincinin yerini, gündelik hayatın zorunlu ihtiyaçlarını karşılama telaşı almış görünüyor. Büyükler bu hengame içinde koşturup duruken, gözümüz çocuklara ilişiyor. Çoğu zaman 'onlar ne bilecek' dediğimiz, çok da fazla ciddiye almadığımız çocuklara... Yetişkinlerde hakim olan korku, belirsizlik ve endişe halini onlarda da gözlemleyebilmek hiç de zor değil. Kimi zaman çadır diplerinde, çamurların içinde oynarken gördüğümüz çocuk manzaraları, 'çocuk her yerde çocuk işte' diye düşündürse de, ancak onları dinledikten sonra farkına varıyoruz; yaşananların onlar için ne demek olduğunu. Ve öğreniyoruz ki, onlar, 'deprem çocukları'; yaşlarından fazlasını yaşayan, yaşlarından büyük sözler eden... Biz büyükler her ne kadar 'çocuktur işte' desek de, onlar daha önce hiç bilmedikleri, hatta adını bile duymadıkları bu felaketin tam orta yerinde olduklarının öylesine farkındalar ki...
Ailesiyle birlikte çadırda yaşayan 8 yaşındaki Kübra, "Konuşmak istemiyorum" diyerek, yaşlı gözlerini annesinin kucağına gömüyor. Sonradan öğreniyoruz, en sevdiği arkadaşını yitirmiş...
12 yaşındaki Esra içinse deprem; bu kamp demek, çadır demek, sıraya girip erzak almak demek. O annesinin eteğine yapışmış hali, ürkek gözleri, fısıltıyı andıran sesi ile oyun oynamak istemediğini söylüyor. Nedenini sorduğumuzda ise 'akrabalarımız öldü' diyerek yanıtlıyor bizi.
Bir başka çocukla, annesi ile birlikte geldiği erzak çadırının önünde karşılaşıyoruz. Onun adı Sümeyra imiş, 12 yaşında... İnşaat işçisi bir babanın 7 çocuğundan birisi. Deprem anını, "Çok korktum" diyerek anlatıyor, "Tuğlalar başıma düşecek, öleceğim zannettim. Herkes bir odadaydı, babam bir odadaydı, kardeşim onun kucağındaydı; çıkamıyorlardı dışarı, ablam çığlık atıyordu. Sonra annem dua okuyordu. Kapıyı açtı, hepimiz onun peşinden dışarı kaçtık. Ablam çocukları almaya gitti bir daha içeri. Yani çok korkunç bir olaydı."
'Ama sağlam olsun'
Avukat olmak istediğini söyleyen Sümeyraların evi yıkılmamış ama, hasar nedeni ile kampta kalıyorlar. Depremden önce asansörü de olan kocaman bir evde oturmak istediğini ama şimdi bundan vazgeçtiğini söylüyor: "Evleri sağlam yapmamışlar, bir tuğlası başka, bir tuğlası başkaydı. Bu evleri böyle çürük yapanlar suçlu. Ben eskiden, büyük evde oturmayı çok istiyordum, büyüyünce evimin asansörü de olsun istiyordum. Ama şimdi gördüm ki hepsi yıkıldı. Artık kocaman ev istemiyorum, iki katlı olsun yeter. Ama sağlam olsun!"
Canlı, pırıl pırıl gözleriyle, afacan, akıllı bir çoçuk olduğu her halinden anlaşılan Hayri ise, yaşından büyük sözler ederek şaşırtıyor bizleri: "İnsanların evi barkı yıkılıyor, hayatları, ocakları sönüyor. Bence müteahhitler demiri az kullandı. Müteahhit kirişlere, kolonlara onluk demir kullanacağına sekizlik demir kulanıyor. Zaten deprem alttan yukarı vurduğu için hemen kesiyor demiri."(!)
Sonra da Hayri'nin ikiz kardeşi Serdar, "deprem herkesi öldürüyor" diyerek karışıyor söze: "Bizim ailede bir şey yok da, ölenlere Allah sabır versin. İnşaat yaparken müteahhitler çalıyor malzemeden. Mesela temel attıkları yerler fazla sağlam olmuyor, hem sonra burası eskiden bataklıkmış zaten."
7 yaşındaki Ayşe, depremde ölen ve 'en sevdiğim arkadaşımdı' dediği Ali'yi rüyasında gördüğünü anlatıyor; biraz korkak, biraz çekingen... "Daha 4 gün önce birlikteydik. Çok özlüyorum onu, dün akşam rüyamda gördüm. O 'gel çatıya çıkalım' diyordu ben de çıkamayalım diye karşı çıkıyordum. O anda deprem oldu, o öldü beni kurtardılar." Büyüyünce doktor olmak istediğini anlatan Ayşe'nin şimdi en büyük isteği ise yeniden okula gidebilmek.
Evrensel'i Takip Et