05 Nisan 2015 10:44

İşte mutluluğun formülü; birlik, mücadele ve dayanışma

Geçen sayımızda “hayallerimizi” yazmıştık. Nasıl bir dünyada ve nasıl bir ülkede yaşamak istiyorsak onu. Nasıl bir hayat, nasıl sokaklar, nasıl işyerleri, nasıl bir adalet istediğimizi... “Hayaller gerçekleştirmek içindir” diye de eklemiştik, eğer birlik olursak, mücadele edersek, dayanışmanın gücünü görürsek bu mümkün.

Paylaş

Okurlarımız, bir yandan 8 Mart vesilesiyle de yapılan tartışmalar, toplu okumalar, buluşmalar, etkinlikler sırasında bu hayallerin gerçek olup olamayacağını tartışmış. Farklı bölgelerden gelen ve bizi oldukça mutlu eden haberler bu yönde. Mutlu olduk, zira amacımız bütün o yazdıklarımızın tartışılması ve aslında “hayal” dediklerimizin mümkün olduğunun en azından dergimizin ulaşabildiği kadınlar tarafından görülmesi idi. Mutlu olduk, çünkü hayat bütün kadınlar gibi bizim için de zor. Umudumuzu çoğaltacak iyi şeyler duymaya, bir yerlerde bizimle benzer sorunlar yaşayan ve benzer hayallerin peşinde koşan, aynı yolda olduğumuzu bildiğimiz başka kadınlar olduğunu bilmeye, duyumsamaya ihtiyacımız var.

Tam bunları konuşurken ülkemizdeki kadınların ne kadar mutsuz olduğunu gösteren haberler okuduk. Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına göre Türkiye’de 2014 yılında 8 milyon 179 bin kişi antidepresan kullanıyor ve antidepresan kullanımında kadınlar erkekleri ikiye katlıyor. Ardından en çok kazanan on meslekten birinin terapistler olduğu haberleri düştü medyaya. Sonuç ortada, sorunlarımızı ilaçla çözmeye çalışıyoruz.
Yanlış anlaşılmasın ne terapistlerin kazandığı parada gözümüz ne de doktor tavsiyesinde ilaç kullanımına itirazımız var. Yoksulluğun, geleceksizliğin, şiddetin her geçen gün arttığı bir ortamda sığınacak liman aramak doğal elbette. Ancak neredeyse bütün terapilerde duyduğumuz “yaşamını, ortamını değiştir, seni mutlu edecek şeyler yap” öğüdünü tutabilecek olanaklarımız da yok. Öyleyse sığınacak tek liman olarak ilaç kullanmak mı kalıyor? 
Mutsuzuz!
Bir anda 300 madencinin toprak altında kalmasından ve hiç kimsenin hesap verilmemesinden... “Özgecanlar için h(iç) güvenlik yok”ken “iç güvenlik” adına “sokağa çıkmaya artık bir dakika bile müsaade edilmeyecek” diyen başbakandan... Sığınmaevi isteyen kadınlara “otur oturduğun yerde” diyen belediye başkanlarından... Ondan da öte “kadın erkek eşit değildir” diyen cumhurbaşkanından... Açıkça diktatörlük hevesleri kurup bunu da ‘ileri demokrasi’, ‘Yeni Türkiye’ diye yutturmaya çalışanlardan... İşsizlikle ve eğitimsizlikle terbiye edilen çocuklarımızın geleceğinden korkmaktan... Gençlerimizin patır patır toprağa düşmesinden... Savaş halinin demoklesin kılıcı gibi sürekli tepemizde sallanıp durmasından... Açlık sınırına bile yaklaşmayan asgari ücret karşılığından günde en az 10 saat çalışmanın artık doğal hale gelmiş olmasından... İşten atmak ve öldüresiye sömürünün serbest, örgütlenme ve grevin yasak olmasından... Haklarımızın artık birer padişah lütfu haline getirilmiş olmasından... Yolsuzluğun, yoksulluğun, yalanın bini bir para iken, fuhuş ve uyuşturucu olağanüstü yaygınlaşmışken ha bire dinimizin, imanımızın, kutsalımızın sorgulanmasından... 
Geçen ay dergimizde “İki Gün Bir Gece” filmiyle ilgili bir tanıtım yazısı yer almıştı. Filmin baş kahramanı kadın işçi, depresyonda olduğu için işyerine gidemiyor, özgüvenini en çok yitirdiği bir anda işten de atılıyor. Üstelik iş arkadaşlarının buna onay verdiğini öğreniyor. Yaşamaktan bile vazgeçtiği bir anda kocası ve işyerinden bir kadın arkadaşının desteğiyle ayağa kalkıyor ve mücadeleye başlıyor. İki gün bir gece sonra yapılacak toplantıdan önce arkadaşlarını tek tek işten atılmasına onay vermemelerine iknaya çabalıyor. Kahramanımız işten atılmaktan kurtulamıyor, ancak sonuçta çalışırken hiç tanımadığı arkadaşlarını tanıyor, nasıl zorluklar içerisinde yaşadıklarına tanık oluyor. Bu arada dayanışmayı öğreniyor, kendi yapabileceklerinin farkına varıyor, yeniden özgüven kazanıyor; tedavi oluyor yani. Kadının, atıldığı işyerinden çıkarken gülümseyerek kocasına söylediği cümle ise filmin en vurucu mesajı oluyor: “İyi savaştık!”
Mücadele iyi gelir! Bunu en yakın Özgecan’ın katledilmesinden sonra yaşadık. Bu korkunç cinayetin ardından binlerce kadının her yerde sokağa çıkması bizi mutlu etmişti. Şiddete karşı bir şeyler yapılabileceğine dair inancımızı pekiştirmişti, anımsayalım. 
Evet yapacak bir şeyler var ve sayfalarımızda kızkardeşlerimizin aktardığı deneyimler bunun kanıtı. Birbirinden öğrenen, öğrendikçe safları sıklaştıran çeşitli kesimlerden kadınlar, el ele vermenin, dayanışmanın, mücadelenin insana hele de kadınlara nasıl iyi geldiğini gösteriyor. 

***
Bu coğrafyada yaşanmış en acı olaylardan Ermeni tehciri ve soykırımı ile ilgili yaşanmışlıklar da bulacaksınız dergimizde. 100 yıl önce yaşanan bu büyük acının izlerini okurken, en samimi yüzleşmenin de ancak kadınlar tarafından gerçekleştirilebileceğini düşüneceksiniz siz de. 
İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın hemen ertesinde, 2 Mayıs’ta buluşmak üzere... 

ÖNCEKİ HABER

İnsanca çalışmak, insanca yaşamak!

SONRAKİ HABER

803 aydın, 'Uyanmak vakti için HDP' dedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...