Yemen: İkili iktidar ve eksen savaşları
Yemen bölgesel ve uluslararası güçlerin kapışmasına sahne oluyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Körfez ülkelerini İran ile yapılacak nükleer anlaşma için ikna turuna çıktı. Körfez ülkeleri ABD’yi, Irak’ı İran’a vermekle suçluyor. İran ve Suudi Arabistan doğrudan yaptıkları hamlelerle, müttefikleri ise dolaylı girişimleri ile Yemen’de karşı karşıya geliyor.

Ali KARATAŞ
Yusuf ERTAŞ
Yemen bölgesel ve uluslararası güçlerin kapışmasına sahne oluyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Körfez ülkelerini İran ile yapılacak nükleer anlaşma için ikna turuna çıktı. Körfez ülkeleri ABD’yi, Irak’ı İran’a vermekle suçluyor. İran ve Suudi Arabistan doğrudan yaptıkları hamlelerle, müttefikleri ise dolaylı girişimleri ile Yemen’de karşı karşıya geliyor. Lübnan’dan yayın yapan ve Hizbullah’a yakınlığı ile bilinen Al Akhbar gazetesi, Bölgenin nitel ve nicel olarak yeni bir kızışmanın eşiğinde olduğunu yazdı. Gazete, Yemen’deki gelişmeleri “yeni eksen” yöneliminin ilk alanı olarak değerlendirdi.
İKİ YÖNETİM, İKİ BAŞKENT
Al Ahram Weekly yazarı Haytam Nuri, Yemen’in biri güneyde, biri kuzeyde olmak üzere şimdi iki yönetime ve iki başkente sahip olduğunu belirtti. Başkent Sana’yı ellerinde bulunduran Husilerin İran, Rusya ve Çin’den destek almaya çalıştığını, güney liman kenti Aden’e yerleşen kaçak Cumhurbaşkanı Abdrabbo Mansur Hadi’nin de Suudi Arabistan önderliğindeki Körfez ülkelerinin desteğini kazanmaya çalıştığına dikkat çeken Nuri, İran, Suudi Arabistan ve ABD’nin şimdi Yemen’de en büyük dış oyuncu olduğunu yazdı.
ELÇİLİKLER VE HAVAYOLLARI BÖLÜNDÜ
Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin elçiliklerini Güney Yemen’in eski başkenti Aden’e taşıma kararına karşı İran başkent Sana’ya uçak seferi başlattı. Başta ABD olmak üzere Avrupa ülkeleri Yemen’deki elçiliklerini kapatırken, kısaca BRICS olarak bilinen ülkeler (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) başkent Sana’daki elçiliklerini açık tutmaya devam ediyor. Suudi Arabistan elçiliklerini kapatmaları için bütün Arap ülkelerine baskı yapıyor. Bu gelişmeleri değerlendiren Al Binaa gazetesi “Elçilikler gibi havayolları şirketlerinin uçuşları da iki başkent, Aden ve Sana arasında bölündü” yorumunu yaptı.
‘ILIMLI EKSEN’İ BİRLEŞTİRME ÇABASI
‘Ilımlı eksen’ olarak adlandırılan birliğin, geçmiş yıllar boyunca ikiye bölündüğünü ve şu an kendini bulma arayışında olduğunu belirten Al Akhbar, “Bir tarafta Türkiye, Katar ve İhvan; diğer tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün. Çabaların çoğu tekrar birliği sağlamak için” yorumunu yaptı. Gazete, “bu politikanın ilk uygulamaya sokulduğu ülke Ürdün oldu” diye yazdı.
İSLAM KUVVETLERİ
Al Akhbar, Riyad’ın; amacı Libya’dan Suriye’ye, Irak’tan Yemen’e gerilimlerde görev almak olan bir İslami kuvveti oluşturmak için aralıksız çaba gösterdiğini aktararak, bütün bu gelişmelerin Türkiye’nin herkesin gözü önünde Kuzey Suriye’ye askeri harekâtın olduğu bir süreçte yaşandığına dikkat çekti.
SUUDİ ARABİSTAN, YEMEN’İN BÖLÜNMESİ VE ORTAK İSLAMİ KUVVET
Al Akhbar
Bölge, nicel ve nitel olarak yeni bir kızışmanın eşiğinde. Bu tespit, sadece dağınık verilere bağlı olarak yapılan tahliller nedeniyle yapılmamakta. Özellikle Yemen’de sahadaki gerçekler ve kapalı kapılar ardında bu gelişmeleri desteklemek için yapılan konuşmalar bu tespiti doğrulamaktadır. Bölgede yönelim yeni ittifakların ortaya çıkması yönünde. Ilımlı eksen olarak adlandırılan birlik, geçmiş yıllar boyunca ikiye bölündü ve şu an kendini bulma arayışında.
Bir tarafta Türkiye, Katar ve İhvan; diğer tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün. Çabaların çoğu tekrar birliği sağlamak için. Kuşku yok ki Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Abdulfettah el Sisi’nin Suudi Arabistan’da bulunma zamanlamaları bu bağlamda bölgesel koordinasyon siyasetinin ötesinde bir anlam taşımaktadır. Önceliklerin ve sorunların yeniden belirlendiğini yansıtmakta ve İran, bu belirlemelerde başı çekmektedir.
En azından Suudi Arabistan’a yakın kaynaklar bunu doğrulamaktadır. Riyad; amacı Libya’dan Suriye’ye, Irak’tan Yemen’e gerilimlerde görev almak olan bir İslami kuvveti oluşturmak için aralıksız çaba gösteriyor. Hikâye bölgesel olayların tertiplenmesinde önemli bir rolü olan Ürdün kralı II. Abdullah’la başladı. Çatışmalı bölgelere Abdulfettah el Sisi’nin kuvvet gönderebilmesi için “Körfez’in güvenliği, Mısır’ın güvenliğidir” sözünü söyledi. Sonraki konuşmalarında Irak’ın batısının ve Suudi Arabistan Irak sınırının IŞİD’den temizlenmesi için Mısır kuvvetlerinin gönderilmesi niyetini açıkladı. Burada ortaya çıkan sorun Sina’da olsun Libya sınırında olsun daha büyük sıkıntılara neden olacak olan Mısır’ın kuvvetlerini göndermedeki istekliliği. Buna ek olarak Mısır topraklarında da istikrarı sarsacak. Aynı kaynaklara göre II. Abdullah’ın; Mısır, Ürdün, BAE ve Suudi Arabistan’dan oluşacak olan 20 ila 40 bin kişi arasında bir Arap gücünün oluşturulması önerisini Sisi hızlı bir şekilde benimsedi. Öneri, böylesi bir kuvvetin Mısır’ın liderliğinde olması gerektiği haklı gerekçesi ile Suudi Arabistan’ın muhalefeti ile karşılaştı. Suudi Arabistan yeni bir öneri sundu. Öneri, içinde Arapların, Türklerin ve Pakistan’ın bulunduğu İslam kuvvetinin oluşturulması. Suudi Arabistan’ın korunması için İran’la uzun sınırı bulunan bu iki ülke katılmış olacak.
Bu gelişmeler İhvan’ın ”ulusal çerçevede eritilmesi” siyaseti ile aynı zamana denk düştü. Bu siyaset, örgütün mürşidi olmayan ve uluslararası bir organizasyonu da bulunmayan toplumsal bir örgüte dönüşmesi anlamına geliyor. Bu politikanın ilk uygulamaya sokulduğu ülke Ürdün oldu. Ürdün İhvanı ayrılmayı talep etti.
Yemen’deki gelişmeler “yeni eksen” yöneliminin ilk alanı. Yukarıdaki kaynaklar Suudi Arabistan’ın Yemen’i bölme kararı aldığını belirtiyor. Riyad’ın fikri “ya hepsi bizim olsun ya da bölünsün”.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin herkesin gözü önünde Kuzey Suriye’ye askeri harekâtının olduğu bir süreçte yaşanıyor. Süleyman Şah türbesinin nakledilmesi derin bir öneme sahip. Bunun yanı sıra Ankara’nın müttefiki Ninova valisi Esil Nuceyfi, Musul’un kurtarılması operasyonuna katılma kararı aldı.
HADİ’NİN ADEN’E GEÇMESİNDEN SONRAKİ OLASI SENARYOLAR
Middle East
Hadi’nin Aden’e kaçması, Husilere ve müttefikleri olan eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih’e bir darbe niteliğinde. Hadi’nin Husiler tarafından zorunlu ikamete tutulduğu yerden Aden kentine kaçması, bunun nasıl gerçekleştiğinden daha önemli bir soruyu da beraberinde getiriyor. Bu da bundan sonra ne olacağı? Bu konuda değişik senaryolar sıralanabilir.
Bu senaryoların birincisi, Sana’yı ele geçiren Husilerin Aden’deki Abdrabbo Mansur Hadi’nin faaliyetlerini durdurmak için Güney’e savaş açması. Zira Husiler’e yakın bir kaynak, bu konuyla ilgili bir karar alındığını ve işin uygulamaya dökülmesinin kaldığını söyledi. Husiler, daha önce de Güney’e savaş açmak için önlerindeki en büyük engel olan Islah Partisi’nin feshedilmesinin işaretlerini vermişlerdi.
Husileri Güney’e cephe açmaya mecbur eden birçok nokta bulunuyor. Bunlardan bir tanesi, önce İran sonra da Rusya’ya bağlı olan Husiler, ülkenin genelinde etkinliklerini sağlayabilmek, ülkedeki temel oyuncu olabilmek, daha fazla siyasi ve ekonomik nüfuz elde edebilmek için Güney’i de kontrol altında tutması gerekiyor.
Yemen’deki gelişmelerle ilgili ikinci önemli senaryo ise, Husilerin başkent Sana’yı ele geçirmesi ve parlamentoyu feshetmesinden sonra istifa ettiğini açıklayan ancak daha sonra Aden’e kaçan Abdrabbo Mansur Hadi’nin zafer elde etmesi. Zira Hadi, bulunduğu Güney kesiminde askeri, siyasi ve ekonomik etkinliğini güçlendirdi. Bu da Hadi’nin hâlihazırda bulunduğu Aden kentini ülkenin yeni başkenti ilan etmesini kolaylaştırıyor. Burada şöyle önemli bir nokta var; Hadi, böyle bir adım atmaya kalkıştığı zaman arkasında büyük bir halk desteğinin yanı sıra uluslararası destek de olacak.
Senaryoların üçüncüsü ise el altından anlaşma. Bu çok zayıf bir ihtimal olarak görünse de, dikkate alınması gereken bir konu. Çünkü Hadi’nin Aden’e kaçışının Husi lideri ve Kuzey’deki bazı önde gelenlerle el altından anlaşma çerçevesinde gerçekleştiği gerçeğini unutmamak lazım. Zira Abdrabbo Mansur Hadi, güneyde bağımsız bir devlet kurma hayalini taşıyanlara rağmen, Husilerin herhangi bir saldırısına önlem olarak herhangi bir cumhurbaşkanlığı kararı çıkarmadı ve gelişmeler karşısındaki soğukkanlılığı dikkat çekiyor.
ÜRDÜN’ÜN İHVAN’I MISIR İHVANI’NDAN AYRILMAK İSTİYOR
Şark al awsat
Ürdünlü resmi kaynaklar Şark al Awsat gazetesine Ürdün İhvanı’nın mali işler eski genel sekreteri Abdulmecit Zenibet’in ve bazı liderlerin Mısır’daki ana koldan ayrılma talebinde bulunduklarını belirttiler. Kaynaklar hükümetin, örgütün İhvan’ın Mısır kolundan ayrılmayı amaçlayan yeni şekline destek verdiğini açıkladılar. Ayrıca 1946’da bakanlar kurulunda alınan “örgüt ihvan’ın Ürdün koludur” kararını da ortadan kaldıracağını ifade ettiler. İhvan’a yakın kaynaklar örgütün Abdulmecit Zenibet liderliğinde kanunun engellediği diğer liderlerden bir ara liderlik ataması yapabileceğini belirtiyor.
TUNUS KADINININ GÖRÜNMEYEN YÜZÜ: SÖMÜRÜ VE AYIRIMCILIK KÖLELİK BOYUTUNDA
Middle East Eye
Tunus’ta kadınlar genel itibariyle tekstil sektöründe çalışıyor. Tekstil sektörü çalışanlarının yüzde 87’si kadınlardan oluşuyor. Bu kadınların büyük bir kısmı Tunus’ta yoksul sosyal tabakayı temsil ediyor. Tekstil sektörünün can damarını oluşturan kadınların çalışma koşulları ise oldukça kötü. Kadınlar, günlük 10 saat çalışıyor ve Tunus’ta çok düşük sayılacak 300 dolar civarında bir ücret alıyor. Bu arada, tekstil sektörü ülkenin çok önemli bir sanayi kolunu oluşturuyor. 2100 tekstil fabrikasında 30 bin işçi çalışıyor. Tunus tekstil ihracatında dünya ikincisi olmakla beraber ihracatında AB ülkeleri yüzde 97’lik bir oranı temsil ediyor.
Tekstil sektörü ülkede bu kadar önemli bir yerde olmasına rağmen, kadının en fazla sömürüldüğü ve hukukunun hiçe sayıldığı sektörlerin en başında geliyor. Ancak sektördeki emek gücünü oluşturan kadınların çalışma koşulları kölelik derecesine ulaşmış durumda. Zira düşük ücrete rağmen işinden kovulmayan kadınlar halen şanslı sayılıyor.
Tunus 1972 yılında çıkardığı bir kanunla-ki kölelik yasası olarak da bilinir-yatırımcıları ülkeye çekebilmek için onlara çalışanlarla keyfi anlaşmalar yapmanın yolunu açtı. Tunus, Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu’nun yaptığı araştırmaya göre, ülkedeki tekstil fabrikalarının yüzde 68’inde çalışma saati ‘10’ olarak belirlenmiş, öğle istirahatı ise sadece yarım saat. İş sözleşmelerindeki sözleşmenin sona erme tarihi genel itibariyle boş bırakılmakta, sözleşmelerin çoğu ise Fransızca diliyle hazırlanmaktadır. Dolayısıyla eğitim seviyesi düşük olan kadınların işi daha da zorlaşmaktadır.
İstatistiklere göre, çalışan kadınların büyük bir kısmında iş koşullarından dolayı sağlık sorunları baş gösteriyor. Zira çalışan kadınların yüzde 31’i fazla çalışmaktan dolayı el ve sırtlarındaki ağrılardan şikâyet ediyor.
Evrensel'i Takip Et