05 Kasım 2016 00:27

Hayatın umutlu sesi

Hayatın umutlu sesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dışarıdaki puslu gökyüzü, yağmurlu hava içimi karartıyor. Tıpkı art arda gelen haberlerin taşıdığı acılar ve baskılar gibi. Karanlık gökyüzünde gün ışıklarını arıyor gözlerim. Ne var ki güneş bulutların ardında. İçimi aydınlatan gün ışıkları, bir kitabın sayfaları arasında, 12-13 yaşındaki çocukların yazdığı öykülerin satırlarında çıkıyor karşıma.

Geçtiğimiz günlerde sonuçlanan Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nda ödül alan öykülerin derlendiği bir kitap bu. Yaşamlarının henüz başında olan çocuklar; içinde yaşadığımız onca kargaşaya, egemenlerin sesi olan kitle iletişim araçlarıyla toplumu kuşatan onca aldatmaya karşın gizlenemeyen gerçekleri görüp duyumsayarak haksızlıklara karşı adalet isteklerini ve arayışlarını dile getirmişler. Günışığı Kitaplığı’nın düzenlediği teması “Adalet” olan yarışmaya gönderilen öyküler, insana-yaşama olan umudumu yeniliyor. 12 -13 yaşındaki çocukların sözcüklerinde vücut bulan vicdan, küçük yüreklerin haksızlıklara isyanı ve adalet arayışı hem yazdıkları öykülerde hem de adalet tanımlarında kendisini gösteriyor.

“İnsanoğlu var oldukça hep sorgulandı adalet; hem varlığı hem de kapsamı. Sahi neydi adalet?” diye soran 8. Sınıf Öğrencisi Zehra Bayraktar, Ben Tam Oradayım, O Denizin Kenarında öyküsünde, savaşlardan kaçarken denizlerde boğulan sığınmacıları, onlara can yeleği dikenlerin çelişkilerini konu edinmiş. “Babamın kazaklarını dokuttuğu atölyesini de merak ederdim. Ortağıyla birlikte can yeleklerini yaptırdığı o bodrum katını da merak ederdim. O yelekleri üç kuruşa dikenler de, ‘Karşıya geçene kadar bir ekmek parası kazanalım,’ diyen kaçaklardı. Önünü ardını düşünmeyenlerdi. Ağacı kesen baltanın saplarıydı, çünkü açlık, sefalet, ekmek kavgası vardı. Savaştan sağ çıkabilir ama açlıktan ölünebilirdi. ‘Adalet’ denilen o eli terazili kadın, açlığın, sefaletin, ölümün olduğu yerlerden açıktan dolanıp geçiyordu.” 

8. Sınıf Öğrencisi Aysu Çam, “Adalet gibi yaşamın her alanında önemli bir konuda nasıl bir öykü yazacağıma dair net bir fikrim yoktu. Ama günlük yaşam içerisinde yer alan, belki de bazen umursamadığımız insanların bana ilham kaynağı olacağını bilemezdim.” diyor. Toplumdaki sınıfsal çelişkilere, yoksulluk-varsıllık durumlarına dikkat çektiği ayna adlı öyküsü çarpıcı bir biçimde sona eriyor.
“Elini ağzına doğru eğdi, gözleri mutlulukla kapanıp açılıyordu. Susamları ağzına yavaş yavaş döktü. Elinin titremesiyle, üstünde oturduğu, yıllarca evi olarak bildiği taş kaldırım da susamlardan nasibini almıştı. Ağzındakiler sızlayan dişleriyle çiğnerken başparmağını ıslattı ve kaldırımın üstündeki susamlara bastırdı. Parmağının altında yaptıkları küçük potluklar bile onu mutlu ediyordu. Yemeğinin, karnını çok az da olsa doyurabileceği bir şeyinin olması çok güzeldi.

Parmağını kaldırımdan çektiğinde, eline yapışmış olan susamları teker teker yaladı. Ağzında hemen çiğnemiyordu, ilk ıslatıyor, sonra dilinin altına alıyordu. Parmağındaki susamlar azalıyordu. Bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha...”

Kendisi de bir çocuk olmasına karşın, toplumun farklı kesimlerindeki çocukların yaşadıklarına duyarsız kalmayan 7. Sınıf Öğrencisi Naz Özdabakoğulları, yaşam karşısında korumasız olan çocukların adalet gereksinimine dikkat çekiyor. “Adaletin gücüne en çok ihtiyacı olanlardı seçtiğim kahramanlar. Yani çocuklar...”

Hangi çocuklardan söz ettiğini Yokuş adlı öyküsündeki şu cümlelerden anlıyoruz: “Mehmet yere baktı ve, ‘Yok izzet Amca,’ dedi, ‘Her şeyin bir yolu yordamı yok. Ağabeylerimden, konu komşudan yardım istediğimde, ‘Başını belaya mı sokacaksın, uzak dur böylelerinden,’ deyip çıkıverdiler işin içinden.’
Aklıma, Burak için nasıl konuştukları geldi. Bunlar, böyleleri... Kısacası öbürleri...

Farklı topluluklarda, genele uymayan herkes “öteki” olabilir; beyazların arasında kara derililer, kara derililerin arasında beyaz derililer. 8. Sınıf Öğrencisi Eray Çakar’ın Beyaz Lanet adlı öyküsü tam da bu konuyu ele almış.

“Bure doğduğunda hem ebesi hem annesi Zeynep, dillerini yutacaktı. Siyahi anne babanın saf, bembeyaz bir çocuğu olmuştu. Zeynep, çocuğunun alın yazısını aklında görmüş, kahrolmuştu.
Ebeye yalvaran gözlerle baktı. Bu sırrı ebenin kimseyle paylaşmayacağını adı gibi biliyordu.
Bure’yi doğurtan ebenin de albino bir çocuğu olmuştu; o da onu kollamak istemiş, ama ne yazık ki kaçırmışlar, büyülü sanılan vücudu yüzünden öldürmüşlerdi.” Eray Çakar, adalet konusundaki düşüncelerini şöyle belirtiyor: “Adalet yazıp adalet konuşup üç öğün adalet yemenin vakti geldi de geçmiyor mu?

Adaletsizliklerin, beyaz siyah herkesin ayrı ayrı adalet acısının sonu gelmeli. Ümitli, ruken
insanlar olup dünyaya adalet dağıtmak; boynumuzun borcu...”

Haksızlık ve adaletsizliğin kol gezdiği ortamda, baskılar, acılar ve yasaklar karanlık bir gece gibi sararken çevremizi, çocukların öykülerle ifade ettikleri sesler içimize biraz olsun umut salıyor. İşte bu, hayatın direngen ve umutlu sesidir; yaşama, insana umudumuzu yenileyen...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa