30 Kasım 2014 03:50

Geleceğin ırk savaşı ırkla ilgili olmayacak

ABD’nin Ferguson kentinde siyah bir gencin vurulmasıyla başlayan protesto ve isyan hareketleri, tetiği çeken polisin aklanmasının ardından yeniden canlandı. Efsanevi basketbol oyuncusu ve yazar Kareem Abdul-Jabbar’ın, olayların alevlendiği Ağustos ayında yazdığı makaleyi, güncelliğini koruduğunu düşünerek yayımlıyoruz.

Geleceğin ırk savaşı ırkla ilgili olmayacak

Kareem Abdul-JABBAR

Missouri, Ferguson’daki son isyan ırksal adaletsizliğe karşı mücadelede bardağı taşıran son damla mı olacak, yoksa sadece gelecekteki bazı yüksek lisans öğrencilerinin “Yirmi Birinci Yüzyıl Başındaki Halk Ayaklanmaları” konulu tezlerinde küçük bir dipnot olarak mı kalacak?
Cevap Mayıs 1970’te bulunabilir.
Muhtemelen Kent State vurulma olaylarını duymuşsunuzdur: Ohio Ulusal Muhafızları 4 Mayıs 1970’te Kent State Üniversitesi’ndeki protestocu öğrencilere ateş açtı. 13 saniye süren atışlar nedeniyle 4 öğrenci öldü, 9 öğrenci yaralandı ve yaralananlardan biri felç oldu. Şok ve haykırışlar ülke genelinde 4 milyon öğrencinin eylemine ve 450’den fazla kampusun kapanmasına yol açtı. Vurulmalardan 5 gün sonra 100 bin protestocu başkent Washington’da toplandı. Ülke gençliği Vietnam Savaşı’na, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve politik düzene olan anlamsız sadakate son vermek için harekete geçmişti.  
Muhtemelen Jackson State vurulma olaylarını duymamışsınızdır. Kent State olaylarının ülkeyi tutuşturmasından 10 gün sonra, 14 Mayıs günü, Mississippi’deki çoğunluğu siyah öğrencilerin bulunduğu Jackson State Üniversitesi’nde polis 2 öğrenciyi çifteyle öldürdü ve 12’sini yaraladı.

SINIF SAVAŞI

Ulusal çapta haykırış yoktu. Ülke genelinde bir şey yapmak için harekete geçilmemişti. “Tarih” dediğimiz o kalpsiz canavar bu olayı bütün olarak yutup ulusal hafızadan sildi.
Eğer Ferguson’daki gaddarlığın da yutulmasını ve sadece bir bağırsak rahatsızlığı gibi kalmasını istemiyorsak, bu durumu sadece başka bir sistemsel ırkçılık olayı diye değil, tam da gerçekte olduğu gibi ele almalıyız: sınıf savaşı.
Sadece ırksal açıdan odaklanırsak tartışma, Michael Brown’ın -ve ABD’de aynı ay içinde polis tarafından öldürülen diğer 3 silahsız siyah kişinin- ölümünün ayrımcılık sonucu mu, yoksa polisin haklı nedenleriyle mi olduğu üzerine yapılır. Sonra da ABD’de siyah karşıtı beyaz ırkçılık olduğu kadar, beyaz karşıtı siyah ırkçılık olup olmadığını tartışırız. (Evet, vardır. Fakat genel olarak siyah karşıtı beyaz ırkçılık, ekonomik olarak siyah toplum kesiminin geleceğini etkiler. Beyaz karşıtı siyah ırkçılığın neredeyse ölçülebilir bir etkisi yoktur.)
Daha sonraysa, Amerika’daki polisin “mavi” renkleri dolayısıyla tehlikede olan bir azınlık olup olmadığı üzerine münakaşa ederiz. (Evet, öyleler. Polisi kınamadan önce düşülmesi gereken birçok etken var; siyasi baskılar, yetersiz eğitim ve gizemli politikalar gibi.) Sonra da siyahların daha çok suç işledikleri için mi bu kadar sıkça vurulduklarını sorgularız. (Aslında araştırmalar siyahların New York gibi bazı şehirlerde daha çok hedef olduklarını gösteriyor. Ulusal çaptaki resmi göremiyoruz çünkü araştırmalar ne yazık ki yetersiz. Adalet Bakanlığı verileri gösteriyor ki ABD’de 2003-2009 arasında tutuklama olaylarındaki ölüm oranları bakımından siyahlar, beyazlar ve Latin kökenliler arasında çok az fark var. Ancak bu çalışmada ölenlerin kaçının silahsız olduğu belirtilmiyor.)
Herkes kendi ırksal gündemi üzerinden parmağını sallarken, esas büyük mesele Amerika’daki gözlerden kaçıyor; polisin aşırı güç kullanımının hedefi olmak teninin renginden çok, Ebola’dan bile beter olan bir derdi taşımakla ilgili: yoksul olmak. Tabi ki Amerika’daki pek çok kişi için renkli tene sahip olmak yoksul olmakla, yoksul olmak ise suçlu olmakla eş anlamlı gibi. İşe bakın ki bu yanlış anlama yoksullar arasında bile mevcut.
Statükonun istediği zaten bu.
ABD Nüfus Sayımı Raporu’na göre 50 milyon Amerikalı yoksul. 50 milyon seçmen, kendi ortak ekonomik hedefleri için örgütlenirlerse güçlü bir blok oluşturur. Yani, en zengin yüzde 1’lik kesim için yoksulları göçmenlik, kürtaj ve silah kontrolü gibi duygusal meselelerle oyalayarak bölünmüş halde tutmak ve nasıl bu kadar uzun süre bu kadar perişan halde kaldıklarını merak edip durmalarını sağlamak esastır.

BÖLÜNMÜŞ HALDE TUTMA

Bu 50 milyonu bölünmüş halde tutmanın bir yolu yanlış bilgilendirme, yani dezenformasyondur. PunditFact tarafından haber ağlarıyla ilgili tutulan son puantaj cetveline göre Fox ve Fox Haber Kanalı’nın iddialarının yüzde 60’ı gerçek dışı. NBC ve MSNBC’nin iddialarının yüzde 46’sı gerçek dışı kabul ediliyor. Buyurun “haberlere” seyirciler! Ferguson isyanları boyunca Fox News kanalı, Dr. Martin Luther King’in siyah beyaz bir fotoğrafıyla şu altyazıyı kalın harflerle verdi: “MLK’nin Mesajını Unuttular / Missouri’deki Protestocular Şiddete Yöneldi.” Peki ABD Başkanı Bush Irak’ı işgal ederken şöyle bir altyazı yayımladılar mı: “Hz. İsa’nın Mesajını Unuttular / ABD Yanağını Uzatmak Yerine Binlerce Kişiyi Öldürüyor.”
Bir demokraside bilgi kaynağı yozlaşmış olan izleyiciler nasıl makul seçimler yapabilir? Yapamazlar; yüzde 1’lik kesim tam da bu yolla yüzde 99’un kaderini elinde tutuyor.  
Daha kötüsü; belli politikacılar ve girişimciler, yoksulların öyle kalmaları için dolaplar çeviriyor. HBO kanalında yayımlanan

Last Week Tonight komedi programında John Oliver, ay başı için ödünç para verme işini ve yoksulların çaresizliğini duyarsızca sömürenleri gözler önüne serdi. Ödünç para vererek yüzde 1900 faiz elde eden bir iş kolunun nasıl yanına kalabilir bu? Teksas’ta eyalet milletvekili Gary Elkins bir düzenleme tasarısını bloke etti, üstelik kendisi bir ay başı için ödünç para veren işyerleri zincirinin sahibi. Bu iş çıkarı için Elkins’in yakasına yapışılmasını engelleyen politikacı milletvekili Vicki Truitt, makamını terk ettikten sadece 17 gün sonra ACE Cash Express şirketinin lobicisi oldu. İşin özünde Oliver, yoksulların nasıl böyle bir borca itildiğini ve bu borcu ödeyemeyince yeniden borç almak zorunda kaldığını gösteriyordu. Bu döngü kırılmalıdır.
Snowpiercer, The Giver (Seçilmiş), Divergent (Uyumsuz), Hunger Games (Açlık Oyunları) ve Elysium (Yeni Cennet) gibi distopyan (karşı-ütopik) kitap ve filmler son yıllarda pek revaçta. Tek sebep iktidar figürlerine karşı gençlerin kırıklığını ifade etmeleri değil. Bu genç izleyiciler arasındaki popülariteyi açıklayabilir fakat 20’lerinde ve daha üst yaşlarda olanlar arasındakini değil. Açlık Oyunları’ndaki soğuk, acımasız ABD Başkanı’nın zenginleri korurken topuklarını yoksulların boynuna dayamasının Donald Sutherland tarafından porselen betimlemesini görmek için üşüşmemizin gerçek sebebi, yüzde 1 daha zengin olurken orta sınıfın çöktüğü günümüz toplumu içinde bunun gerçeği yansıtması.  
Bu bir abartı değil; istatistikler bunun doğruluğunu gösteriyor. Pew Research Center 2012 raporuna göre, ABD hanelerinin yalnızca yarısı orta gelire sahip; bu 1970’lere göre yüzde 11’lik düşüş demek. Son 10 yılda orta gelir noktası yüzde 5 düşerken, toplam zenginlik yüzde 28 geriledi. Daha az sayıda kişi (yüzde 23) emekli omaya yetecek parası olacağını düşünüyor. Hepsinden berbatı şu ki hiç olmadığı kadar az sayıda Amerikalı, çok çalışmanın iyiye götüreceğine ilişkin Amerikan Rüyası kutsal sözüne inanıyor.
Gerçek düşmanla -kılını kıpırtatmayan politikacılar, yasa yapıcılar ve iktidardaki diğerleri- yüzleşmek için birleşeceğimize, birbirimize karşı durma tuzağına düşüyor, enerjimizi düşmanımızla değil birbirimizle kavga etmeye harcıyoruz. Bu sadece ırk ve politik partiler için değil, cinsiyet konusunda da böyle. “Unspeakable Things: Sex, Lies and Revolution” (Konuşulamaz Şeyler: Cinsellik, Yalanlar ve Devrim) adlı kitabında Laurie Penny, toplumda genç erkekler için kariyer fırsatlarının azalmasının, onların kendilerini kadınlar için daha az değerli hissetmesine yol açtığını ileri sürüyor. Sonuç olarak öfkelerinin yönünü sorunu yaratanlardan, yine sonuçlara katlanmak zorunda kalanlara yöneltiyorlar: kadınlara.  
Evet, en zenginleri böyle genel hatlarla resmetmek çok adilce değil. Toplumlarına süper-yardımcı olan bazı süper-zengin kişiler var. Kendi başarılarının yükü altında, diğerlerine yardım etmeye çabalıyorlar. Fakat yiyecek kuponlarını azaltmak için lobi yapan, gençler üzerindeki öğrencilik borcu yükünü hafifletmeye yanaşmayan ve işsizlik yardımının genişletilmesine karşı duran milyonerler ve milyarder çoğunluğu için durum böyle değil.

DAHA ÇOK PROTESTOLARA İHTİYACIMIZ VAR

Bu vurulma, boğaz düğümleyen ölüm, dava uğruna görülen zulüm olaylarının her birinin ardından polis ve yargı sistemi, adaletsiz statükonun kolluk güçleri olarak görülüyor. Öfkemiz ve adaletin tecelli etmesini isteyen isyanlarımız yükseliyor. Haber kanalları herkesle mülakat yapıyor ve uzmanlar suçu dağıtıyor.
Peki sonra?
Ferguson’daki protestoların haklı olmadığını söylemiyorum, öyleler. Aslında ülke genelinde daha çok protestolara ihtiyacımız var.
Nerede bizim Kent State hareketimiz? 4 milyon öğrencinin barışçıl protesto amacıyla harekete geçmesi için ne gerekli? Çünkü gerçek bir değişimin yolunu açmak için gereken bu. Yozlaşmış politikacıları indirmek, sömürücü iş kurumlarını boykot etmek, ekonomik eşitlik ve fırsatlar yaratacak yasalar çıkarılması ve finansal geleceğimizle kumar oynayanları cezalandırmak için kitlesel gösterilerde orta sınıf yoksullara, beyazlar Afro-Amerikalılara katılmalıdır. Yoksa, elimize tek geçecek olan Ferguson’da elimize geçen olur: öfkesini ifade eden bir avuç politikacı ve ünlü kişi. Eğer belirli bir gündemimiz olmazsa -neleri ve nasıl değiştireceğimize ilişkin bir liste- öldürülmüş çocuklarımızın, ebeveynlerimizin ve komşularımızın ölü bedenleri etrafında tekrar tekrar bir araya gelmeye devam ederiz.
Umarım, Gazap Üzümleri romanında, “Baskı sadece ezilenleri güçlendirmeye ve birbirine bağlamaya yarar” yazan John Steinbeck haklı çıkar. Ama ben Marvin Gaye’nin Ken State/Jacson State vurulmalarından 10 yıl sonra yazdıklarını yankılandırmaya daha meyilliyim:
Yolu yok ki enflasyon
Düzeltsin maliyeyi
Yığılırken faturalar gökyüzüne
Yolla o oğlanı ölüme
Haykırasım geliyor
Hayatıma yaptıklarından
Haykırasım geliyor
Hayatıma yaptıklarından

(Inflation no chance
To increase finance
Bills pile up sky high
Send that boy off to die
Make me wanna holler
The way they do my life
Make me wanna holler
The way they do my life)

(Time dergisi internet sitesindeki metni çeviren: Engin Esen)

Evrensel'i Takip Et