09 Kasım 2014 04:56

Suruç’tan insan manzaraları-2

Doktor Deniz Sevinç, gönüllü olarak gittiği Suruç’ta savaşa ve zulme karşı duran yerlisiyle göçmeniyle insanların yoldaşlığına dair tanıklığını; adlarını bilmeden akraba olduğu hatta dillerini anlamadan kendilerini anladığı insanların hikayelerini EVRENSEL PAZAR için yazdı.

Paylaş

Deniz SEVİNÇ*

Bir yerde kaldıkça alışıyor insan, sanki yavaş yavaş herkesle akraba oluyorsun. Hepsi yeni tanıştığım insanlar ama, senelerdir tanıyormuşum gibi geliyor, yüzleri ifadeleri sanki yıllardır biliyormuşum gibi. Kürtçe tek kelime bilmediğim halde o kadar alıştım ki dilin tınısına, sanki anlıyorum. İnsan ne garip varlık, hemen alışıyor.
Hastaneye gelen hasta ve yaralıların az olduğu bir gündü. Kobanê’de de çatışmalar az olmuştu. Herkesin yüzü gülmeye, konuşmalar muhabbet kıvamında olmaya başladı. Sanki savaş bitecekmiş gibi bir moral hali vardı herkeste. Fırsat bu fırsat teknisyenimizle birlikte önce bir Suruç’u gezelim dedik, göçen insanları görelim diye arabasıyla çıktık. Sokaklardaki insanları göstererek “Şunlar Kobanêli, bunlar Kobanêli” diye anlatıyordu. “Burada Suruçlu yok galiba” deyince “He valla artık Suruçludan fazla Kobanêli var” diye cevap verdi. Sonra dedik ki; “Zaten eskiden ikisi de birdi, yok ki birbirlerinden farkları.”
Suruç’un nüfusu 101 bin, göç eden nüfus ise 200-250 bin civarını bulmuş. Kobanê’nin boşaltıldığı ilk gün, sınır ile Kobanê arasındaki ana yoldan yürüyerek yaklaşık 150 bin kişi çoluk çocuk göç etmiş. O günü, Suruç sokaklarında iğne atsan yere düşmeyecek durumunu, aç susuz perişan halde geride bıraktıkları canları yanan insanlara yardım etmeye çalışırken döktükleri göz yaşlarını çok kişiden dinledim. “Hayatımda unutamayacağım günlerden biri, o günkü kadar çok ağlamamıştım” diyenler oldu. 
Göç eden insanların bir kısmı akrabalarının evlerinde, bir kısmı çadır kentlerde kalıyor. Bir kısmı ise çadır kentleri reddettikleri için bir takım hangarlarda, depolarda yaşıyor. Bu tür yerlerde yaşamak daha zor. Çünkü alt yapı, tuvalet, banyo olanakları yok. Ama ısrarla çadır kentlere gitmiyorlar. Bunun nedenini hangarlarda yaşayan insanlara sorduğumuzda aldığımız cevap şaşırtıcı yanıtlar aldık. Ürdün, Lübnan gibi ülkelerdeki göçmen kamplarında, asker kontrolü altında çok fazla taciz ve kız çocuklarının tecavüze uğramasına bağlı hamilelikler yaşandığını söylediler. Biz, buradaki kamplarda bu tür sorunların olmadığını anlatsak da sanırım çok etkili olmadı. Toplumsal hafızalar kimi zaman bireylerin tercihlerinde başat belirleyici olabiliyor. 

KOBANÊ’NİN GÜZEL VE GURURLU KADINI
Bu hangarlardan birinde kalan aile ısrarla bizi davet edince içeri girip sohbet edelim dedik. Ailenin en büyük annesi 60-70 arası bir yaşta, ama çok güzel bir kadın olarak oturuyordu. Örtünün altından sıyrılan kınalı saçıyla hissedilen bakımı, gözlerinin ve bütün yüzünün konuşurken bile sürekli gülen haliyle, güzelliği ortaya çıkıyordu. Yokluk ortasında kahve ya da çay ikram etmek istediler. Önce “İçmeyelim” dedim ama rehberim “Ayıp olur hocam bir şey içelim” deyince “Kahve içelim” dedik. Teyze sıkı sigara tiryakisiydi, adeta uç uca yakıyordu, ikram etti, haliyle aldık. Sohbet koyulaştı, eskiden yılbaşlarında Türkiye’ye geldiklerini anlattılar. Bir yandan da teyze sürekli kendisi yakıp hazırlayarak dumanı tüten sigara ikram etmeye devam ediyordu ve ayıp olduğu için geri çeviremediğimden üst üste 7 sigara içmek zorunda kaldım. Ama o kadar tatlıydılar ve sevgi doluydular ki, onları incitmek yerine bütün gece öksürmeme neden olan sigaraları içmeye devam ettim. Çünkü derin yokluk içinde bile bonkörce ikramın bir parçasıydı o. Ailenin küçük oğlu İstanbul’daymış, tekstil sektöründe çalışıyormuş, İbrahim Tatlıses hayranıymış ve şarkılarını söylermiş. “Hem de Türkçe biliyor” dediler mutlulukla. Aradım telefonunu, bize bir İbrahim Tatlıses parçası söyledi, annesi ve kardeşleriyle hep birlikte dinledik. Gerçekten güzel sesi vardı doğrusu. Fotoğraflar çekerek öpüşe koklaşa ayrıldık. Böylece Kobanê güzel ve gururlu bir kadınla temsil buldu zihnimde. 

SURUÇLU BABANIN ERDEMİ
Bir gece Suruçlu bir ailede kaldım.Yaşı 70‘lerde olan baba son derece sevimli, konuşkan, pozitif ve sürekli barışçıl söylemi olan bir insandı. Her gün sürekli sınıra gittiği için oldukça yorgundu. Sınırda yaşanan olayları anlatırken yüzünde kararlılığı okumamak mümkün değildi. Olayların hem içinde olup hem de bu kadar insani ve dışardan bakabiliyor olması, hala öfke söylemi geliştirmiyor olması ne kadar sağlam bir karakter olduğunu düşündürdü bana. Çocukları daha sonra babalarının 90’lı yıllarda gördüğü ağır işkencelerden ve kalan arazlarından bahsedince, insanların nefret ve kinden kendilerini uzak tutabilmelerinin bir erdem olduğuna bir daha ikna oldum. Her şeyi ama her şeyi takip ediyorlardı kısıtlı hayatları içinde. Evde sürekli televizyon açıktı, hem dünyadaki Kürt kanallarını, hem de ulusal kanalları izliyorlardı. Kadın ve erkek hepsi son derece politikti, kuvvetli durmaya çalışıyorlardı. Sohbetlerimiz sırasında birkaçının açık bir zihinle sorgulayarak, muhtemelen okuyarak ve araştırarak, politik durumu çok yakından takip ettiklerini fark ettim ve çok sevindirici idi.
Son olarak anlatılanlardan hatırladığım bir hikaye ise yüreğime acı vermişti. Bir aile Kobanê’den kaçmış ve rehber arkadaş kendi yazlık evini aileye tahsis etmiş. Aile hemen pamuk işçiliğine gitmeye başlamış. Ama tarlaya traktörle götürülürken kaza olmuş ve en küçük çocuk hayatını kaybetmiş. Aile perişan, “Biz ölümden hangi mücadelelerle kaçtık, bizi küçücük bir vesile ile buldu” diye ağlıyorlar. Ancak çocuklarını defnederlerken aile tabut ile gömmek istiyor, gerekçeleri ise; Kobanê’ye dönerken götürebilmek. İlla ki “Kendi toprağımıza götüreceğiz” diyorlar.  Sonra aile uzun çabalar sonucu ikna ediliyor, “Bu savaşın ne zaman biteceği belli olmaz, çok uzun zaman da alabilir” deniyor. “Siz usule uygun gömün dönerken yine naaşını çıkarıp götürmenize yardım edeceğiz” diye söz veriyorlar ve aile kabul ediyor.
O şehri ne arkalarında bırakmışlar, ne de terk etmeye niyetleri var. Göçmenlerden her kim ile konuştuysam, evlatları, yakınları Kobanê’de ve kendileri de kısa sürede Kobanê’ye geri dönecekmiş gibi konuşuyorlardı. Sanki yarın döneceklermiş gibi. Elbette umutları ‘hayat’ buldukları yere yeniden kavuşma arzusuydu. Hayatın onlar için yeşerdiği tek yere, Kobanê’ye. 

* Doktor
-BİTTİ- 

ÖNCEKİ HABER

250 SOMA vardı, 249 ERMENEK kaldı

SONRAKİ HABER

Dinmeyen dumanlar var. Yükseliyorlar hala…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...