26 Ocak 2014 06:00

‘İzlediğimiz çöküş’ bize ‘çıkış’ olur mu?

Türkiye’de devlet aygıtı ve bürokrasinin el değiştirmesi, genellikle (bazıları silahlı ve kanlı da olan) hükümet darbeleriyle gerçekleşti. Bir tarafta; tarikat, cemaat gibi geleneksel toplumsal biçimlerin eşlik ettiği, küçük üretici ve esnaf, küçük toprak ve mülk sahipleri ile bazı büyük toprak ve sermaye sahiplerinin işbirliğine dayalı sağ siyaset ve çıkar grubu…

‘İzlediğimiz çöküş’ bize ‘çıkış’ olur mu?
Paylaş

Hakkı ÖZDAL

Türkiye’de devlet aygıtı ve bürokrasinin el değiştirmesi, genellikle (bazıları silahlı ve kanlı da olan) hükümet darbeleriyle gerçekleşti.
Bir tarafta; tarikat, cemaat gibi geleneksel toplumsal biçimlerin eşlik ettiği, küçük üretici ve esnaf, küçük toprak ve mülk sahipleri ile bazı büyük toprak ve sermaye sahiplerinin işbirliğine dayalı sağ siyaset ve çıkar grubu…
Diğer tarafta cumhuriyet rejiminin ordu–bürokrasi –büyük sermaye koalisyonuna dayalı, yine ‘sağ’, militer, seküler olmakla birlikte despotik ve milliyetçi çıkar grubu…
Bunların devlet aygıtını birbirinin elinden alma hamleleri, hiçbir zaman, hukuksal bir geçerliliğe / dayanağa sahip olmayı önemsemedi. İlke olarak, ‘suç olduğu bilinen’ eylemler gerçekleştirilir ve bu cürümleri aklayacak kanun ve kurallar, mevzuat değişiklikleri ardından gelir. 12 Eylül rejimi, suçlarının en azılılarını ve en kanlılarını; en kanuna-kılıfa, deftere-kitaba sığmayacak olanlarını işlediği iki koca yılın ardından, faşist darbeyi hukuken dokunulmaz hale getiren bir anayasayı, açık bir dayatma ve usulen yapılmış bir oylamayla topluma dayatmıştı. Menderes’in Tahkikat Mahkemeleri, karanlık 80’ler ve 90’ların DGM’leri ve ‘özel savaş’ örgütleri, yakın geçmişin ‘Özel Yetkili’leri ve bunun bir mutasyonu olan TMK yetkili mahkemeleri, bir gulyabani gibi tekrar tekrar zuhur eden sıkıyönetim mahkemeleri ve bunlar gibi hukuksuz başka yargılamalar… bunların hepsi esasen, yönetici güçlerin eylem ve işlemlerine hukuki dokunulmazlık kazandırırken muhalefeti ‘yargı sopası’yla dövmek üzere tasarlanmış ‘dava’ aygıtlarıydı. Hukuk alanını işgal eden soruşturma ve hüküm makamları, hükümet darbelerinin tasarlandığı değil, o darbeler tarafından tasarlanan yerler olageldiler. Hükümet ‘darbe’lerinin merkez üssü ve odağı değil, enstrümanları ve beceriksiz ‘leke çıkarıcı’ları oldular.

DUVARA SIKIŞIYOR

Bugünkü Türkiye’de ise, yordam bilmez bir açgözlülükle paylaşılmış devlet erklerini birbirlerinin kafasına vurarak dövüşen tarafların (her biri bir parça ‘itiraf’ da taşıyan) karşılıklı ifşaatlarıyla derinleşen bir siyasi-ekonomik-toplumsal kriz yaşanıyor. Bir muhafazakarlar-sağcılar koalisyonu olarak ‘Ak Parti’; ‘usulsüzlük doktrini’ne kalıtımsal sadakatini sürdürerek çözülür ve kendi muhiplerinin gözünde dahi ‘AKP’ye dönüşür, ve can havliyle, olanca gücüyle ‘dövüşür’ken; sırtını verdiği duvarla ‘düşmanları’ arasındaki bölgede kontrol ettiği alanın daralmasını engelleyemiyor ve giderek o duvara doğru ‘sıkışıyor’. Pasif bir sandık desteğinin, basit, geleneksel bir formülasyonla ‘milli irade’ adı altında paketlenip bir tür sonsuz dokunulmazlık zırhına tahvil edilmesi illüzyonu artık iş görmüyor. Bu “oydaş” desteği efsanesini umutsuzca istismar etmeyi de olanaksız hale getirecek bazı ‘yeni sandık denklemleri’nin de, artık ‘çok yakında’ olan yerel seçimlerle birlikte ortaya çıkacağı görülüyor.
Kendisini bu noktaya taşıyan, bu ‘dikey seyahat’te, balonuna sıcak havayı üfleyen belli başlı tüm mihmandarlarının hazin terk edişine, aslında aralarındaki ilişkiyi hiçbir zaman tam anlamıyla idrak edememiş birisi gibi tepki veren; baştan beri uluslararası siyasetin ‘ilke’, ‘vefa’ gibi değerlerden tamamen yoksun olmasından yararlanmış, bu ihanet döngüsü sayesinde güç kazanmış bir siyasi figür değilmiş gibi davranan ‘liderlik’, şimdi “benden sonra tufan” cesaretiyle etrafındaki kuşatmayı yarmaya çalışıyor. Sermaye sınıfının en üst örgütlerinden gazetelere, uluslararası sistemin -artık kendisine belki birer yel değirmeni gibi görünen- egemen kurumlarından yerel savcılara dek herkesle kavga eden; Meclis’te ‘döve döve’ yasa çıkartan muhafızlarıyla aynı dilden konuşup, onların yumruklarını “aileme laf edildi, sabır da bir yere kadar” diye savunan; adının etrafında oluşturulan ‘algı’nın geri dönülmez şekilde sarsıldığını öfkeyle fark eden bir ‘lider’…

ÇILGINLIKLARI DA GÖRECEĞİZ

İhanet-intikam döngüsünde algılanan ve sürdürülen bir siyasetin aşındırdığı toplum, kendi haksız güçleriyle zehirlenmiş ‘siyasi’ aktörlerin iltihap olarak saçtığı zahiri düşmanlıkların, kışkırtmaların dar ufkundan acilen kurtularak kendi bağımsız yolunu çizmezse; sadece içerideki iktidara tutunmanın çılgınlıklarını değil; ‘Haziran’daki can düşmanları CNN’le aynı anda başlattıkları ‘Suriye konulu slayt gösterisi’nden anlaşıldığı kadarıyla, ‘evin dışı’nda da çok yüksek riskleri satın almaya gönüllü (üstelik bununla aynı anda ‘zorunlu’) bir politikanın çılgınlıklarını da göreceğiz.
Sahi, Amerikan elçisinin, “biz elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık” minvalinde sözler ettikten sonra, “Şimdi kendisini imparator sananların çöküşünü izleyeceksiniz” dediğine dair bir iddia vardı... Ne oldu ona?

ÖNCEKİ HABER

Rojava\'da bir küçük nefes: Demokratik Özerk Cizre Kantonu

SONRAKİ HABER

Artık onlar çırpınsın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...