26 Ocak 2014 06:00

Medya nasıl bu hale geldi?

İşten çıkarılma korkusu, medya patronlarına verilen ‘söz’ler sansürü ve otosansürü doğuruyor ve ne yazık ki de gittikçe bu olay kanıksanıyor. Sonrasında propagandaya dönüşmüş manşet başlıkları, manüpüle edilmiş ya da görmezden gelinmiş haberler... Hemen yanı başımızdaki Suriye’ye dair yaşanan gelişmeler Roboski katliamı, Reyhanlı ya da Gezi’de yaşanılanlar gibi.

Medya nasıl bu hale geldi?
Paylaş

Çağrı SARI

Geçtiğimiz günlerde bir haber vardı medya sitelerinde: “Fatih’te çöken binayla ilgili haber yapan gazetecilerden ikisi işten çıkarıldı.” “Nasıl yani?​” sorusuyla beraber habere tıkladığımda, haberde şu ifadeler yer alıyordu: “Binadaki çökme Habertürk’ün bir muhabiri ile Show TV’nin bir editörünün işinden olmalarıyla sonuçlandı. İddiaya göre, Fatih’te çöken binada kurtarma çalışmalarını İSTANBUL 911 ekibi yürüttü. Ancak Habertürk sabah haberlerinde, ekibin üyesi Miraç Bayramoğlu, KJ’de AKUT üyesi olarak belirtildi. Aynı şekilde Simge Fıstıkoğlu’nun Show TV’de sunduğu haber programında Fıstıkoğlu, Miraç Bağramoğlu’nu İTFAİYE GÖREVLİSİ olarak anons etti.” Haberde yazan bu. Nihayetinde haberin bilgisini yanlış geçen iki gazeteci, arama kurtarma derneği yönetim kurulu başkanının talimatıyla  kapı önüne konuldu. İşte bu örnek medyanın bugününü anlatması açısından çarpıcı.

5 N 1 K YERİNİ ‘BAŞBAKAN NE DER’E BIRAKTI

Haber merkezlerinde bir haber yazılırken o haber hangi aşamalardan geçiyor?  5N 1K (Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden? Kim?) kuralı çoktan yerini “Başbakan ne der? Bakan, bürokrat, belediye başkanı, iş kadını/adamı buna ne der?​” sorularına bırakmış durumda. Kulaktan kulağa yayılan, bazen de bizzat şahit olduğumuz, tanıklarından dinlediğimiz olaylar. Başbakan’ın basın toplantısında, basın danışmanları tarafından sorulması istenen soruların muhabirlere dağıtıldığı ya da rahatsız olunan bir muhabirin bir dahaki toplantıya çağrılmamak üzere işaretlendiği gibi bir çok örnek verilebilir.
Gelinen noktada artık haber merkezleri, Bakanların fetih edilmiş bir alanı misali elini kolunu sallayarak gezdiği merkezlere dönüştü. Düşünün bir kere, hükümet yetkilisinin haber merkezine geldiği ve dolaştığı bir ortamda ne kadar o bakanı eleştiren haberler yapılabilir?
Birbiri ardına işten çıkarılan gazetecilerin, baskı ile istifa ettirilen haber merkezi üyelerinin,  mobbing uygulanan sunucu ya da köşeleri kapatılan yazarların haberleri gündemden bir türlü düşmüyor. Tesadüf müdür mesela, Başbakan Erdoğan’ın kürsüden  “Bu mertlik değil namertliktir” demesinin hemen ardından Nuray Mert’in Milliyet’den gönderilmesi ya da Başbakan’ın “Gazeteciliğiniz batsın” demesinin ertesinde, Hasan Cemal’in köşesinin kapatılması. Bir başbakan kürsüden bir gazeteciyi hedef aldıktan hemen sonra o gazeteciye yol veriliyor. Bunun adı müdahale değil de nedir? Milliyet gazetesinde geçtiğimiz yıl yaşanan olaylar elbette sadece Cemal ve Mert’in gönderilmesi, aynı zamanda eleştiren ya da gerçeği haber yapan diğer gazetecilere de mesaj niteliğinde değil midir? Peki ya bu otosansüre yol açar mı?
İşten çıkarılma korkusu, medya patronlarına verilen ‘söz’ler sansürü ve  otosansürü doğuruyor ve ne yazık ki de gittikçe bu olay kanıksanıyor. Sonrasında propagandaya dönüşmüş manşet başlıkları, manüpüle edilmiş ya da görmezden gelinmiş haberler... Hemen yanı başımızdaki Suriye’ye dair yaşanan gelişmeler Roboski katliamı, Reyhanlı ya da Gezi’de yaşanılanlar gibi.

SANSÜR VE OTOSANSÜR İKİ KİTAPTA TOPLANDI

Şimdilerde iki kitap çıktı işte bütün bunları ve çok daha fazlasının kaleme döküldüğü sansür ve otosansürü anlatan... Tüyleri diken diken eden olayların teşhiri. Biri 24, NTV, +1 gibi kanallarda yöneticilik yapmış, uzun yıllarını gazetecilik mesleğine vermiş bir isim, Mustafa Hoş tarafından yazıldı: “Abluka.” Bir diğeri de ATV, Cumhuriyet, Show TV, Kanal D, Yeni Yüzyıl, Hürriyet, NTV gibi medya kuruluşlarında çalışan Mustafa Alp Dağıstanlı tarafından kaleme alındı: “5NE? 1KİM?​”
Her iki kitap da medyada “Bu kadar da olamaz” dedirtecek sansür olaylarını ve okuduğumuz izlediğimiz renkli görüntülerin arkasında, aslında ne yaşandığını ortaya koyuyor.
Mustafa Hoş, 24’te çalışırken -ki 24, AKP hükümetinin bir projesi olarak doğmuş bir kanal (Mustafa Hoş kendi varlığı döneminde bunu reddediyor)- başına gelenleri ve nasıl hükümet müdahalesi ile karşılaştığını örnekleri ile anlatıyor. Sonra dayanamayıp ayrıldığından bahsediyor. Akabinde NTV süreci başlıyor Hoş için. Orada da sansüre ve baskıya uğruyor. Başına, kitaba adını veren “Abluka” olayı gelince de istifa ediyor. Son olarak +1 de çalışmaya başlıyor ve Gezi eylemlerinde kanal yönetimi Hoş’un haberlerinden rahatsız olunca kısa süreli çalışma alanı olan +1’den de ayrılıyor. Mustafa Hoş kitabında Fenerbahçe operasyonundan, AKP ve cemaat arasındaki yarılmanın medyaya yansımalarına, 17 Aralık yolsuzluk operasyonuna kadar bir çok olaya ve medyanın bu haberleri veriş biçimine de değiniyor.
Mustafa Alp Dağıstanlı ise medyanın nasıl bu hale geldiğinden bahsederken AKP hükümetinin öncesine de değiniyor. Ama yoğunluklu olarak hükümetin son dönem medya üzerindeki icraatları yer bulmuş durumda. Detaylı bir çalışma yapmış Mustafa Dağıstanlı. Tek tek muhabirlerle konuşmuş yaşadıklarını anlattırmış, kendisinin tanık olduğu/gözlemlediği olaylar da yer buluyor.
Medyanın mutfağından sansür ve otosansür hikayelerinin anlatıldığı bu kitap izlediklerimizin ve okuduklarımızın nasıl propaganda malzemesi haline geldiğini gösteriyor. Genç gazeteciler, iletişim fakültesi öğrencileri ya da bu işe merak salan, “Medyada neler oluyor?​” diyen bir çok kişi için de adeta kaynak niteliğinde.
Medyada bu yaşanan sansür  baskı ortamı değişmediği müddetçe bu kitapların sayısı artacaktır. Başkaca cesaretli gazeteciler de çıkacaktır yaşanılanları yazan. Ne diyelim; yeni çıkacak kitaplar sadece geçmiş ile yüzleşme olur umarım da medya çalışanlarının sansür baskı görmediği, gerçeğin haberinin yapıldığı günler bir an evvel gelir. Halk gerçekle buluşur. Ama belirtmekte yarar var. Bu sansürü ortadan kaldıracak kişiler yine gazetecilerin ta kendisi, cesaret ve örgütlülükle.


MUSTAFA HOŞ’UN ABLUKA  KİTABINDAN ÖRNEKLER

ÖNCELİK BAŞBAKAN’IN
Kanalın patronlarından Ethem Sancak’la,  24’ün yayın yönetmeni Mustafa Hoş arasında geçen şu dialog dikkat çekici. Hoş, siyasi partilere eşit mesafeli bir yayıncılığı savunurken, Sancak, “Öncelik tabii ki Başbakan Erdoğan’ın” diyor.

BAŞBAKAN AHMET HAKAN’I İSTEMEDİ
Mustafa Hoş NTV’de çalışırken Ahmet Hakan’a program yaptırmak istemişler. Hoş şöyle anlatıyor: “Ahmet Hakan’la  konuşuldu. Programın günü saati ücretine kadar detaylara girildi, ama program olmadı. Başbakan’ın Ahmet Hakan’dan rahatsız olacağı kanala fısıldanmıştı. NTV’de siyasetin ağırlığının artık daha çok hissedildiği bir döneme girmiştik. Ve Ahmet Hakan için başbakan ile karşı karşıya gelme riski tabi ki de göze alınmadı.

RUŞEN ÇAKIR’A AZAR
Hoş, NTV’de  çalışırken Hopa’da atılan gaz bombası nedeniyle kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Metin Lokumcu hakkında Ruşen Çakır’ın meşhur “Ama o öldü efendim” sözleri ve soruları üzerine, program sonunda kanalın sahibi Doğuş Grubu’nun Yönetim Kurulu üyesi Erman Yerdelen, Ruşen Çakır’ı Başbakan’ın önünde azarlıyor.

ABLUKA
Musatafa Hoş’un NTV’den ayrılma süreci de şöyle: “Erzincan’da Başsavcı İlhan Cihaner’e yapılan operasyon için NTV’de KJ olarak “Başsavcıya Abluka” ifadesi kullanılıyor. O andan itibaren de hükümet kanadından baskı geliyor. NTV’nin Ankara bürosundan, İstanbul Merkezine kadar epey baskı geliyor. Hükümet yetkilerinin telefonlarının karşısında duruyor Mustafa Hoş. Sonra kendisi doktor randevusu için kanaldan ayrıldıktan sonra da KJ kaldırılıyor ve Mustafa Hoş NTV’ye bir daha gitmiyor.

SİZE ZARAR VERMEM
24’te Mustafa Hoş bir telefon konuşmasına tanık oluyor. Hasan Doğan, Başbakanla telefonda şunları konuşmaktadır: “Farkındayım olanların... Ama şunu bilin ki, ben kasten size zarar verecek hiçbir şeyin içinde olmam. Bundan en ufak bir şüpheniz varsa, şu an her şeyi bitirelim.”


MUSTAFA ALP DAĞISTANLI’NIN  5NE 1KİM KİTABINDAN ÖRNEKLER

BİR DAHA BÖYLE İŞE GELME!
AA’ya personel sınavla alınırdı; yazılı sınavdan sonra adaylar, hem işveren hem de sendika temsilcilerinin olduğu bir heyetle mülakata girerdi. Bülent Arınç’ın sorumlu bakan olmasıyla bu uygulamadan da vazgeçildi. Bir “Haber Akademisi” kurdular. Bu akademiye genellikle kendi meşreplerine yakın üniversite mezunlarını kabul ediyorlar ve oradan da ajansa aktarıyorlar. O meşrebe uymayanlar da çıkabiliyor tabii. Uymayanlardan biri 2013 yazının sıcağında kolsuz, askılı bir bluz giyerken bir gün genel müdür Kemal Öztürk’ün nazar-ı dikkatini celbetti. Öztürk, derhal o genç kadın muhabirin birim müdürünü aradı, birim müdürü de muhabiri çağırıp uyardı: “Bir daha böyle işe gelme!”

PÜR PROPAGANDA...
AA’dan emekli olan gayet işinin ehli bir dış haberci, “Müdahale eskiden de olurdu, ama hizaya sokmak için yazılı emir gerekirdi” diye anlatıyor. “Mesela Körfez Savaşı zamanında Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden şöyle bir talimat gönderilirdi: “Cephedeki müttefik kuvvetlerin moralini bozacak şekilde haberler yapmayınız.” Dalga geçerdik, “Bizi mi okuyor Kuveyt’teki Amerikan askerleri” diye. Artık hiçbir talimata gerek kalmadı. Pür propaganda...”

EN AŞAĞIDA KALSIN
“İhracat ve ithalat rakamlarını düzenli olarak AA takip eder. Hep verirdik. Farkı ve ihracatın ithalatı karşılama oranını da hesaplar ve başlığa koyardık. Ama özellikle son dönemde (2011), ithalat rakamı bile girilmiyordu. Girildiğinde de “En aşağıda kalsın” deniyordu. “Karşılama oranına hiç değinme, hesaplamasını da yapma” talimatı veriliyordu.

TWEETLER KONUSUNDA UYARILDIK
Gezi sürecinde CNN Türk çalışanlarının tweetlerini içeren bir rapor hazırlamış ve CNN Türk, çalışanlarının solcu olduğuna hükmetmişti. Bu “tespit”i de Ankara bürosu ve dolayısıyla kanal yönetimiyle “paylaşmıştı.” Kanal, tweetler konusunda bütün çalışanları uyardı.

ODADAN ANLATILAN HABER
Polisin Taksim Meydanı’nı boşalttığı gün (16 Haziran) Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Kılıç (Zaman’dan gelmişti), Marmara Oteli’nin bir odasından gördüğü manzarayı canlı telefon bağlantısıyla anlatıyordu. Habertürk’teki arkadaşların söylediğine göre, Abdullah Kılıç, aslında haber merkezindeki odasından konuşuyordu!

MİZAH DERGİSİ YASAKLANDI
NTV’de Günün birinde Bülent Arınç kanala gelmişti. Haber merkezinden geçerlerken Arınç’ın gözü, bir mizah dergisini karıştıran muhabire takılıyor. Dergiye bakıyor, önemsiz bir şeyler mırıldanıyor. Arınç’ı yolcu ettikten sonra Nermin bir hışım haber merkezine dalıyor: “Bir daha böyle dergiler görmeyeceğim!”

ÖNCEKİ HABER

Gündem o kadar komik ki komedi yapamıyoruz!

SONRAKİ HABER

Mısır, devrimin hatalarından öğrenmeli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...