Her an ve her yerde hepimizin 'Arkadaş'ı
Büyük balığın küçük balığı kendine kul etmesine itiraz edip “birleşin” diyerek yürünecek yolu gösterdiği de oldu, korkak ve acemi bir militan olarak hüzne ve yalnızlığa yakın durduğu da.

Görsel: Emin Dersim Tanlı
Rojhat Turgut
“Şiirlerim okurlarımın tüm sorunlarına yanıt versin istiyorum. Bir delikanlı bir kızı sevdiğinde, şiirlerimi okusun. Yaşlı bir adamı ölümün kederi kapladığında, şiirlerimi okusun. İnsanlar 1 Mayıs gösterilerine giderken şiirlerimi okusunlar. Bürokratın biri size kötü bir oyun oynadığında şiirlerimi okuyun. Komünist yazar, tüm insan duygularını yanıtlamak zorundadır.”
Nâzım Hikmet’in, bütün yazarlar için çıkardığı bu ödevi belki onun kadar değil fakat -kısacık ömrünün elverdiğince- layıkıyla yerine getiren şairlerden biri olarak görmeli Arkadaş Zekâi Özger’i. Henüz 25 yaşındayken bir mayıs akşamı hayata veda ettiğinde arkasında sadece 40 kadar şiir bırakmıştı. Ama bu şiirlerde ölümün kederi de vardı, sevginin heyecanı ve o sevgiyi yitirmenin acısı da. Mücadelenin yükseldiği zamanlarda bir marşa kulak verir gibi okuduğumuz şiirlerin yanında ümitsizliğe kapıldığımız ya da bir arkadaşımızı, yoldaşımızı kaybettiğimiz günlerde mırıldandığımız dizeleri de. Dünyadaki adaletsizliğe, büyük balığın küçük balığı kendine kul etmesine itiraz edip “birleşin” diyerek yürünecek yolu gösterdiği de oldu, korkak ve acemi bir militan olarak hüzne ve yalnızlığa yakın durduğu da. Sevgiliye okunacak şiirler de meydanlarda okunacak şiirler de aynı ruhun ve bilincin ürünüydü onda. Bütün bu parçalı gibi görünen külliyatının, kendini anlattığı “bireyci” şiirler ve “toplumcu” şiirler şeklinde anlamsız bir ikilikle okunduğuna şahit oluyoruz yine de. Arkadaş’ın kendini anlattığı “bireyci” şiirlerinde bir varoluş düzleminden konuştuğunu, buna karşın “toplumcu” şiirlerindeyse bir zihin ve bilinç düzleminden konuşarak sadece fikir beyan ettiğini ifade eden bu tarz okumaların gözden kaçırdığı bazı noktalar var. İlk olarak “zihin”, “bilinç” ve “varoluş” arasındaki çarpık bir ilişkilendirmeye, idealist bir yanılsamaya dayanan bu kategorizasyonun pek de doğru olmadığını söylemek gerek. Bu “bireyci” ve “toplumcu” şiir ikiliğiyle birlikte Arkadaş’ın varoluşuyla ilişkilendirilen, böylece daha “hissî” addedilen “bireyci” şiirleri “edebî” ve “muteber” kılınırken “toplumcu” denen şiirleri ise “fikrî” alana itilerek zihin ve bilinç düzleminden konuşulan “düşünce beyan etme” girişimleri olarak okunuyor.
Arkadaş’ın şiirlerini örten ve okuru cezbeden trajik hayatı onun alımlanmasına büyük bir etkide bulunmuş görünüyor. Cinsel yönelimi ve esrarengiz ölümü başta olmak üzere onu bir ikona dönüştüren özellikleri etrafında okunan şiirinde öne çıkarılanlar “bireyci” diye etiketlenen ve eşcinselliğine dönük açık ya da örtük bir ima barındıranlardır. Bu şiirler elbette Arkadaş’ın varoluşunun çok önemli bir parçasıdır. Ancak “toplumcu” etiketli ve varoluşuna dahil edilmeden sadece zihin ve bilinç zemininde okunan şiirleri de onun varoluşunun diğer bir önemli parçasıdır. Bu anlamsız ikiliğin ve örtük kıyasın geçersizliğini görmek için Arkadaş’ın şiirlerine dönmek yeterli olacaktır. “Aşkla Sana” hem sevginin hem de kaybedilen bir yoldaşa ağıtın, öfkenin ve gelecek güzel günlere olan umudun müthiş bir bileşimidir örneğin. Tıpkı Arkadaş’ın varoluşunda olduğu gibi. Arkadaş aşkı, mücadelesi, duygusu, zihni ve bilinci arasında bir ayrım yapmanın belki de en imkânsız olduğu şairlerden biriyken şiirlerine musallat olan bu ayrımın bir başka motivasyonu da onun aslında “bireyci” kategorisine alınan şiirleri yazmak, orada kalmak istediğine ancak kendisine dönük küçümseme ve önyargılardan kaynaklı “toplumcu” şiirler yazmak zorunda kaldığına dair bazı arkadaş anlatımları. Böyle bir yargının en başta Arkadaş’ın kısacık ömrü boyunca sürdürdüğü mücadeleye, yoldaşlarının kaybı karşısında duyduğu acıya, yurt baskını sırasındaki direnişine haksızlık olacağını belirtmek gerek. Arkadaş’ın “bireyci” ve dolayısıyla “kötü”, “zayıf” şiirlerden daha “toplumcu” bir şiire “sıçrayarak” “ilerlediğini” ifade eden bazıları ile onun çevre baskısı karşısında yaşadığı bozgundan dolayı bir “geri adım” atarak “toplumcu” şiirler yazdığını ima edenler birbirlerine sandıklarından daha yakındırlar aslında.
Arkadaş’ın mirasına ve bizimle arkadaşlığına, aklımıza geldiği, dilimize dolandığı anlara baktığımızda ölümünün üzerinden geçen 52 yılın ardından tıpkı Nâzım’ın belirttiği gibi okurlarının -aslında arkadaşlarının demek gerek- bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir şiiri olduğunu görüyoruz. Meydanlarda yüksek sesle okunanları, bestelenip hep bir ağızdan söylenenleri de kendi yalnızlığını anlattığı en bireysel şiirleri de onun varoluşundan bize kalan ve aynı duygu düşünce birliğinin görüldüğü, aynı kıymette dost mektupları bizim için. Hissî ile fikrî olanın, bireyci ile toplumcu olanın, bilinçten gelen ile varoluştan gelenin arasına bir ayrım koymanın hem mümkün olmadığı hem de şairinin mirasına ve arkadaşlığına haksızlık olacağı bir şiir var karşımızda. Evet, Zeki Müren’i seviniz dedi bize. Ama o bir Zeki Müren’den daha fazlasıydı her zaman.
Evrensel'i Takip Et