7 Mayıs 2025 04:35

İşverenlerimiz kültürel velinimetimiz

Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da sermayenin kültür endüstrisi, bu şehrin kimliğini ve hatta demokrasi kültürümüzü bile etkileyen kararları alan ve uygulayan kurumların elinde.

İşverenlerimiz kültürel velinimetimiz

Fotoğraf: Deniz Yenihayat

Deniz Yenihayat
[email protected]

19 Mart’tan bu yana olanlar hukukun, demokrasinin ve ifade özgürlüğünün önemini yeniden yüzümüze bir tokat gibi çarptı. Direnme, itiraz etme ve hakları koruma reflekslerimizi yeniden hatırladık. Tıpkı 2013 yılında Gezi direnişinde olduğu gibi.

Bugün, Gezi’den çok farklı. Bugün içinde debelendiğimiz çamur çok daha balçık, dibe daha hızlı çekiyor. Bu yüzden itirazlar daha sert.

Başlığa konu olan sergi, Türkiye’nin yaratıcı sektörlerinin halini anlatan önemli bir metafor. İşveren sergisi 20. yüzyılın özellikle ilk yarısında yaratıcılar ve banileri arasındaki iletişimi, iş birliğini ve nitelikli sonuçlarını gözler önüne seriyordu. ODTÜ binalarının ve İstanbul’un farklı yerlerindeki projelerin ilk eskizleri, mimarların mektupları, telgraflar, binaların tamamlanmış hallerinin ilk fotoğrafları, anılar, anıları anlatanlar… Oysa İstanbul çoktan neoliberal kapitalizmin muhafazakar temsilcileri tarafından talan edilmeye başlanmıştı.

Yaratıcı endüstrilerin en büyük “işverenlerinden” biri olan Doğuş Holdingin himayesindeki kültür kurumlarından biri olan Salt Galata’da 2017’de düzenlenen bu sergi İstanbul’un kent tarihinin detaylarına dalıyor, inceliyor, arşivleri didikliyor, tarihi yarımadada dolaşıyor, hatta Beşiktaş’a kadar geliyor ama bir türlü Karaköy’e gelemiyordu. Bugün Karaköy sahil hattını işgal etmiş olan Galataport’un inşası için sergiyle yakın zamanlarda yerle bir edilen kent mirası asla konu olmuyordu. Olamazdı da. Şahenk yapar, Şahenk örter. Bu sergiyi ve kültür kurumunu finanse edenlerin sebep oldukları yıkımı, şehrin tarihine bugün yaptıklarını, bu kurumla ilişkilenen ya da ileride ilişkilenme ihtimali olan mimarlar, sanatçılar, şehir plancıları kesinlikle tartışamazdı. Bu teslimiyete bir başkaldırı zaten olamaz. Bu suskunluk ibretlikti.

Elbette şehrin geçmişine, değerine ve karakterine hak ettiği saygıyı gösteren ve şehri yeni nesillere her dönemiyle anlatma çabası taşıyan bu değerli çalışmalar, şehrin bugünkü silüetinin değişimlerini derinden etkileyen şirketler ve sponsorlar altında yürütüldüğünde, bugünün dönüşümüne sessiz kalınmayı gerektiren bir otosansürü de beraberinde getirdi.

Peki yaratıcı aklın asıl sorumluluğu dönüşümü mümkün kılacak fikirlere özgürce ulaşmak değil miydi?

Zorlu PSM, Kalyon Sanat, Akbank Sanat, Yapı Kredi Sanat, Arter, Borusan, Salt Galata, İKSV, İş Sanat, İstanbul Modern, Contemporary Istanbul, Sabancı Müzesi, Saha… Bu kısır, bu çirkin, bu kötücül ülkede, beğensek de beğenmesek de kültür hayatı çoğunlukla sermayenin garantörlüğünde. Medya, reklam, sinema, müzik, edebiyat, çağdaş sanat, tiyatro… Sadece Türkiye’de değil, modern toplumların tamamında neoliberalizmin yükselişiyle birlikte, sanat ve kültür kavramları aşırı piyasalaşmış durumda. Diğer ticari işletmeler gibi kariyer fırsatları, kârlı yatırımlar ve yüceltilen tüketim nesneleri sunmaktan öteye geçemiyor.

Biz yaratıcılar, bahsi geçen sektörlerde var olabilmek ve üretim yapabilmek için canla başla çalışıyoruz. Sürdürülebilir destek mekanizmaları olarak lanse edilen iş birlikleri ise, kültür-sanat sektöründeki etkinlik ve üretimlerin tüm süreçlerine sponsoru/hami bir kurumu yerleştirerek sanatçı özerkliğini çoktandır tehdit ediyor. Sanatla ve yeşille aklama, bizde bir başka yaşanıyor.

Andan kopuk, maddi çıkar, rekabet ve prestije dayalı yaratıcı endüstrilerde bugün en önemli sorun yaratıcının özerkliği değil de nedir? Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da sermayenin kültür endüstrisi, bu şehrin kimliğini ve hatta demokrasi kültürümüzü bile etkileyen kararları alan ve uygulayan kurumların elinde. Türkiye’de bu tekelleşme ve yaratıcının özerk alanının ihlali diğer ülkelere göre daha sert.

Aydın görüşlerin, evrensel hak ve doğruların donanımlı kişiler tarafından cesurca savunulması gereken böyle bir çağda ve böylesi zorlu günlerde yaratıcı endüstri emekçilerinin eylem ve fikirlerine ihtiyaç çok büyük. Son bir haftadır şevkle sarıldığımız ve hızla kitlesel hale gelen boykot fikri, yaratıcılığın artık başat gereklerinden biri!

İhtiyacımız olan, isimlerin alt alta yazılıp paylaşıldığı çarşaf çarşaf sosyal medya postları değil elbette. Bir deklarasyon çıkmazına saplandık kaldık. Yaratıcı endüstrinin rekabetçi ortamında, azalan kaynaklar ve mecraların ortasında içimize kapandık, teorilere hapsolduk, eylemlilikten uzaklaştık, baskılara ses çıkaramayan kavramsal bir “kuru kalabalığa” dönüştük. Yaratıcı zihinlerin tek çare olduğu bir ülkede bu kadarı doğru gelmiyor.

Bu yüzden tüketici boykotunun yanına üretici boykotunu da eklemek yaratıcılığın şanından gelir. Ajanslara, yapım şirketlerine, sanat kurumlarına, müzelere, koleksiyonerlere, bankalara, zengin ailelere, kreatif direktörlere, küratörlere, yayın yönetmenlerine… Yaratıcıların üretimleriyle var olan, büyüyen tüm işverenlerimize karşı büyük bir boykot fikri…

Bugün halen yaratıcı fikirleri sansürleme geleneğini sürdüren, baskılara boyun eğen, kamusal çıkarın karşısına kurumsal çıkarlarını koyan, yaratıcıyı bir üretim bandına indirgeyen tüm işverenlere karşı işleri geri çekmek, kurumları zorlamak, ödülleri ret, etkinlikleri terk, sergileri iptal etmek… İşverenlerin suskunluğuna ve çekimserliğine, en önemlisi de yaşadıklarımızdaki sorumluluklarına sessiz kalmanın bedeli bu kez çok daha ağır olacak.

Sokakların tezahüratlarını kullanma tembelliğine girişmek yerine, bu ülkenin bir avuç yaratıcı dimağları olarak kendi sesimizi, kendi duruşumuzu, tüm işverenlerimize, velinimetlerimize inat ortaya koymak sanırım en çok da yaratıcının kendisine borcu.

Evrensel'i Takip Et