29 Ekim 2024 03:15

Kesmeşeker’den Cenk Taner: Sendikaya ve dayanışmaya ihtiyacımız var

30. yılını kutlayan rock grubu Kesmeşeker'den Cenk Taner, kültür-sanat alanında tekelleşmenin olduğunu ve sanatçıların yalnızlaştırıldığını vurguluyor ve "Dayanışma gerekiyor, sendika lazım" diyor.

Kesmeşeker’den Cenk Taner: Sendikaya ve dayanışmaya ihtiyacımız var

Kesmeşeker grubu | Fotoğraf: Atifet Gülek/Evrensel

Atifet GÜLEK
Ankara

Türk rock tarihi hafızasında önemli bir yer tutan, doksanlı yıllarda kurulmuş olan Kesmeşeker, 30. yılını 45 devirlik bir plakla kutladı. Kesmeşeker, müziğiyle ötekilerin grubu, karşı mahallenin sesi olmaya devam ediyor. Başka bir dünyanın mümkün olduğu, her şeyin sermaye için olmadığı bir dünyayı anlatan romanın ana karakteri gibi hissettiriyor müziği. 

Grup; Dipten ve Derinden (1991), Aşk ve Para (1993), Tut Beni Düşmeden (1995), İnsülin (1998), İçinde İçindekiler Vardır (1999), Kum (2004), Doğdum Ben Memlekette (2011), Kadıköy (2017), 30 EP, (2021) albümlerine imzasını atmıştı.

Kesmeşeker, her konserinde olduğu gibi bir kez daha bozkırın sonunda denize çıkacak bir sokağı varmış gibi hissettirdi Ankara ayazında. Gruptan Cenk Taner ile Ankara konseri sonrası söyleşi gerçekleştirdik. Cenk Taner’in deyimiyle, “Kesmeşeker dinleyicisidir ki ‘uçsuz bucaksız azınlık’tır; onlar ‘kaç’ değil ‘kim’dir…”

Öncelikle o meşhur soruyu bir de buradan Evrensel’e aktaralım diyorum. Kesmeşeker adı nasıl oluştu? Rivayetlere göre, ilk albüm öncesi grup prova yaparken davulcu şarkıyı en olmayacak bir yerde kesince diğerleri de 'aaa! kesme be şekerim!' diyor, Kesmeşeker’in adının da buradan geldiği söyleniyor. Bu doğru mu?

O kadar çok rivayet oldu ki bu konuda biz de gerçeğini unuttuk işin. İsim ilgi de çekiyor, yani çeşitli söylentiler olsa da özel bir nedeni yok doğalında gelişen bir şey.

‘BÜYÜK BİR TEKELLEŞME VAR, SANATÇILAR YALNIZLAŞTIRILIYOR’

Şimdi biraz geriden gelmek istiyorum. Grubun kurulduğu ilk yıllardan söz edecek olursak doksanlı yıllardaki müzik üretimi nasıldı, İstanbul burada nasıl bir rol oynadı?

'90'larda bir pop patlaması oldu aslında. Özel televizyonların açıldığı dönem popçular çıkmıştı Benzer şekilde alternatif müzik de bir patladı. Kadıköy'de birçok rock grubu oluştu, kendi müziğini yazan, kendi sözünü üreten birçok insan çıktı. Aslında ’90’lar biraz da el yordamıyla bulunan yıllardı. Yani Türkiye'nin de birçok şeye gebe olduğu yıllardı. Şimdi böyle bir nostalji var çünkü bize soruyorlar “90'lar ne güzelmiş” falan. Böyle bir şey yok yani ’90'ların iyi olmayan yönleri vardı açıkçası. Ama üretim yönünden çok verimli yıllardı tabii. Kendi sözünü, müziğini üreten insanlar bir yere gelip herkesin dayanışma içinde olduğu, sosyal medyanın olmadığı daha temiz ve naif zamanlardı. Şimdiki gençler o yıllara baktığı zaman o naif şeyi görüyor, üretimi görüyor, yardımlaşmayı görüyor. Bunlar biraz kaybolan değerler artık yani. Biz onları yaşadığımız için şanslıyız tabii.

Günümüze gelecek olursak Türkiye’de sanat hak ettiği değeri bulmuyor. Büyük bir tekelleşme var ve sanatçılar yalnızlaştırılıyor. Festivallerin, radyoların sesi kısılıyor. Böyle bir ortamda birliktelikler nasıl inşa edilebilir? Son olarak Açık Radyo’nun kapatılması da bu meselenin en güncel örneği.

‘SENDİKAYA VE DAYANIŞMAYA İHYİYACIMIZ VAR’

Alternatif mecralar çeşitli bahanelerle susturuluyor, Açık Radyo da bunlardan biri. Konserler engelleniyor. Ama bu ülkede muhalif bir duruş sergilemek her zaman zordur. Müzisyenler için ne yapabiliriz? Yıllardır konuşuruz. Müzisyenler birliğinin olması gerektiğini, sendika gibi bir şeyin varlığını hep konuşuruz ama kimse de elini kaldırıp öyle bir şeye girmez. Herkes MESAM’dan, MÜYORBİR’den bekliyor ama onlar sendika değil tabii, telif ekipleri. Öyle bir sendika tarzı oluşmadığı sürece o işler zor. Çünkü bizde “Her koyun kendi bacağından asılır” gibi bir durum var. En fazla ne oluyor? Twitter'dan “geçmiş olsun”, “Aa iptal edilmiş konser”, “Vay şu belediyeyi protesto ediyoruz”. İki gün sonra geçip gidiyor bunlar. Yani bir dayanışma gerekir. Ama bu hep sözde kalan bir şey, işin gerçeği de bu.

Müzik emekçilerinin çoğunun sosyal güvencesi yok, kayıt dışı ve günübirlik yevmiye ile çalışıyor. Yaşam ve geçim mücadelesi sürdüren özellikle pandemi döneminde sosyal koruma ve sosyal refah politika uygulamalarının öznesi olamamış müzisyenlerle bir dayanışma söz konusu mudur?

Dediğim gibi işte müzisyenler arasındaki birlik çok zor. Bu balon zaten pandemide patladı. Pandemi döneminde anlaşıldı ki insanlar tek başına. Devlet yardımı senede 1000 lira. Bir havuz, dediğim gibi bir sendika olsaydı işler çok daha rahat olurdu. Birçok müzisyenin sigortası yok, başına bir şey gelse ne yapacağını bilmiyor. Sendikalaşmak lazım hep bunu söylüyorum, ciddi bir müzik sendikası lazım ki bu işlere yansısın. Ama bu iş alternatiflerle olacak şey değil. İşte büyük isimlerin işin içinde olması lazım ama kimse de buna yanaşmıyor. Bu biraz böyle gelmiş, böyle gider gibi. Aynı şey sporcular için de geçerli. Biz Metin Kurt'un şarkısını yaptığımız zaman Metin ağabeyle de konuşmuştuk. O da bir sporcu sendikasından bahsetmişti. Çok para alsalar da meta durumu var ortada.

‘ÇOĞU ÖĞRENCİ BİLET DENK GETİRİP GELİYOR KONSERE’

Geçim kaygısı ve ekmek davasında sanata, müziğe bütçe ayırabilmek öğrenciler için imkansızlaşırken çalışan kesim için de zorlaştı artık. Ekonomik krizle birlikte sanatın gittikçe kitlelerden uzaklaşması meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yine doksanlardan gideceğiz ama doksanlarda örneğin üniversite konserleri vardı, lise şenlikleri vardı. O şenliklerde alternatif gruplar çıkardı, rock grupları çıkardı, popçular çok çıkmazdı. Ne zaman ki bu işler değişti, üniversite yönetimleri artık paket programı yapmaya başladı. Onun için popçular olmaya başladı. Dolayısıyla da o festivaller de bitmiş oldu. Biz en son üniversitede ne zaman çaldık bilmiyorum. Bu durum sadece müzik için geçerli değil, bunun ben de farkındayım. Biz yine bir nebze bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bilet fiyatlarımızı uygun tutmaya çalışıyoruz. E tabii bizim çok önemli bir öğrenci kitlemiz var. Ben de onu düşünüyorum. Şimdi gelecek çocuk ya da arkadaşıyla gelecek, sevgilisiyle gelecek. Orada bir şey içse, gidiş dönüş falan ciddi miktar yani öğrenciler için. Onun için zaten çoğu öğrenci bilet denk düşürüp geliyor, konserde bir şey içemeden gidip geliyor. Eskisi gibi sinema konserleri de yok artık. Konser salonları da var ama yok, pahalı. Biraz mahkum ettiriyorlar insanları buna. Onun için alternatif sahnelerin çoğalması lazım. Millet de pek o işlere girmiyor açıkçası. Yine Kadıköy mesela bu konuda şanslı bir yer, alternatif mekanlar var. Türkiye genelinde eskiden bizim gittiğimiz birçok yere artık gidemiyorsun mesela. Üç büyükşehre anca gidiyoruz işte Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir belki de.

‘ANKARA, ESKİŞEHİR ÇALMAYI SEVDİĞİMİZ YERLER’

Bir röportajınızda “Yapanla dinleyen, yazanla okuyanın özlemi hep aynıdır aslında, öz aynıdır” demiştiniz. Kesmeşeker’in dinleyicisiyle kurduğu bağ da bu bakımdan özel bir yere sahip. Otuz yıllık bir tarihin tanık dağılımı çok geniş. Ankara dinleyicisi bu noktada Kadıköy’ü yalnız bırakmıyor. Bu kent ile nasıl bir bağ kurdunuz? Ankara dinleyicisi ile aranız nasıl?

Ankara, Eskişehir bizim çalmayı sevdiğimiz yerler. Buranın çok sıcak bir seyircisi var. İstanbul'daki durum biraz daha farklı. Kadıköy'de çaldığımız zaman bize diyorlar ki “Kadıköy'de farklı çalıyorsunuz”. Aslında farklı çalmıyoruz. Burada ne çalıyorsak, orada da onu çalıyoruz. Oranın seyircisi biraz da alışmışın dışında girişken bir seyirci. Ankara, Eskişehir'deki dinleyiciyi açmak biraz zor olur, bir çekingenlik olur. O da çok doğal. Ama burası başkent tabii ki. Başkent olduğu için de buradaki konserlerin de İstanbul’da olduğu kadar fazla olması lazım. Biz fırsat buldukça geliyoruz ama pandemi gibi bir durumlar geldi, yol masrafları arttı bir sürü bahane de var tabii. Ancak böyle bir gönüllülük esasıyla geliyoruz, buradayız ama burası da alternatif bir mekan tabii. Belediyenin yerinde değiliz. Biraz sorgulanması lazım. Şenliklerle uğraşıyorlar. ODTÜ şenlikleri mesela, gelen rektörde uğraşma hali var, rahat bırakmama hali var gençleri, set çekiliyor. Azgın gelen bir sel gibidir, ona bir yere kadar set çekerler sonra set çekemeyeceklerini görürler. Bu hep böyle olmuştur tarih boyunca, yine öyle olacak. Ona yapacak bir şey yok yani.

‘YENİ MALZEMELERİMİZ VAR, YAPACAĞIZ’

2021 yılında çıkan 30 adı altında bir EP vardı. Yakın zamanda bir çalışma var mıdır?  Kesmeşeker dinleyicilerine de buradan söylemiş olalım.

4 şarkılık mini bir albümdü. Pandemiden dolayı öyle oldu, şarkılar var açıkçası ama çıkarır mıyız çıkarmaz mıyız bilmiyorum. Bu memleket halleri falan insanı biraz “Çıkarsak ne olacak çıkarmasak ne olacağa” getiriyor. Ama bir yandan insanlar bekliyor biliyorum, umutlu da olmak lazım yani yapacağızdır, yapıyoruz. Ama memlekette gündem bitmiyor ki öyle bir gündem ki artık pislikten geçilmiyor. İnsanın içinden gelmesi lazım. Ama malzemelerimiz var, hazır yapacağız mutlaka.

‘EVRENSEL İLE DAYANIŞIYORUZ’

2025 yılı ile birlikte Evrensel’in 30. yılı olacak. Evrensel de tüm ‘ötekilerin’ sesini yükseltmeye çalışan bir gazete olarak tüm baskılara rağmen ayakta kalmaya çalışıyor. Nasıl bir çağrıda bulunmak istersiniz?

Evrensel ana akım bir medya olmadığı için birkaç gazeteyle kalan değerli çok önemli bir mecra. Ana medyada yer almayan birçok haber burada yer alıyor. Çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki hangisi doğru hangisi yanlış bilemiyoruz. Onun için bu tip medyalar oldukça önemli. Biliyorum, tiraj durumları falan hep böyledir. Onun için abone olmak lazım, destek olmak lazım. Televizyonların durumu da belli. Onun için Evrensel'le dayanışıyoruz, abone olabilen abone olsun.

Evrensel'i Takip Et