31 Aralık 2021 22:29

Sokak köpeklerinden rahatsız olan ittihatçıların fikri yürürlükte

Pitbull köpeklerin saldırısından sonra, sokak köpekleri boyunlarına ip geçirilerek, karga tulumba toplandılar. Bu görüntüler 1910’larda, ittihatçıların, tarihe ‘Hayırsızada katliamı’ olarak geçti.

Resim: Hayırsızada'ya (Sivriada) sürülen sokak köpekleri, Le Petit Parisien, 1910, Pierre de Gigord Koleksiyonu

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Üstüne çullanılan, boynuna ip ya da tel geçirilen, karga tulumba götürülen köpekler… İnsanların onlara ne yaptığı, ne öğrettiği, neyle korkuttuğu üzerine düşünmeden gözden ırak bir yere atılacak sokak köpekleri... Hayır, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın talimatı üzerine başlayan köpek yakalama seferberliğinden bahsetmiyorum. Yaklaşımın birebir aynı olduğu, ittihatçıların köpek katliamından söz ediyorum.

1800’lerin sonu ve 1900’lerin başı, İstanbul’da köpeklerin oldukça tartışıldığı bir dönemdi. Tartışma dediğime bakmayın; köpekleri seven, mahallesini onlarla paylaşan, besleyenler olduğu gibi köpeklere zulmeden, hırpalayan hatta onları zehirleyenler de vardı. Şehrin genişlemesi sürerken ve köpeklerin nüfusu artarken konuya “bir çare” bulamıyorlardı. Köpeklerin sıhhatini de düşünecek bir çözüm muktedirlerin pek de umurunda değildi.

KÖPEKLERDEN ‘RAHATSIZ’ YAZARLAR

Bugün sokak köpeklerinin toplatılmasını alkışlayan yazarlar o yıllarda yok muydu? Elbette vardı. Irvin Cemil Schick, Toplumsal Tarih dergisinin ağustos 2010 sayısına yazdığı “Bir mekan üzerinde çekişme vakası” başlıklı makalede, yaşanacak katliamdan önceki dönemlerde yazılmış yazılara yer veriyordu.

Schick’in aktardığına göre, Abdullah Cevdet 1909’da, her adımda karşısına çıkan köpeklerden şikayet ediyordu. Havlama sesleri yüzünden uykusundan sıçradığını söylüyordu. Ona göre huzura erememenin sebebi köpeklerdi.

Bir başka köpek düşmanı İbrahim Şinasi’ydi. 1864 tarihli makalesinde köpeklerin azalması gerektiğini söylüyordu. Ona göre köpeksizlik, “Şehrin layık olduğu mertebe”ydi.

Dünyayı tek sahibi olarak gören bu insanlar, köpeklerin göz önünde olmaması gerektiğiyle meşgul oluyordu, köpeklerin hayatını nasıl sürdüreceğiyle değil.

ADADA ÖLÜME TERK EDİLEN BİNLERCE KÖPEK

Belirttiğim gibi, köpeklere işkence edenler, dövenler, hatta zehirleyenler vardı. Ama “kökten çözüm” belediye başkanından geldi. II. Mahmud döneminde köpekler öldürülmüştü. Sultan Abdülmecid döneminde de köpekler bir adaya gönderilmişti. Bu yöntem tekrar edilebilirdi. İttihatçıların İstanbul Belediye Başkanı Suphi Bey köpeklerden kurtulmak için devletin olanaklarını seferber etti.

Köpekler birer ikişer toplandı. İplerle, kafeslerle, tellerle yakalandı. Toplanan köpek sayısı bazı kaynaklara göre 80 bini buldu! Şehir dışında bir yere götürülürse geri gelebilirlerdi. Bunun kesin çözümü köpekleri bir adaya götürmekti. Ada bulunmuştu. Sivriada bu iş için uygun görüldü. Kayalıklardan ibaretti; onca köpeğin orada yiyecek ve su bulamayacağı ortadaydı. Köpekler bir ölüm adasına götürülüyordu.

İstanbul’da yakalanan köpekler adaya bırakıldı. Bazı balıkçıların gidip köpekleri imkanları ölçüsünde beslemeye çalışması yetersiz bir çabaydı.

Aç ve susuz kalan köpeklerin kimi hemen öldü. Kimi açlıktan birbirlerine saldırdı. Denize atlayıp boğulanlar oldu. Göz göre göre, on binlerce köpek ölüyordu.

ADAYI GÖREN FRANSIZ YAZAR: SAYILAMAYACAK KADAR ÇOKTULAR!

O dönemde İstanbul’da bulunan Fransız Robet Gillon tarafından yazılan ve ekim 1975’te Hayat Tarih mecmuasında yayımlanan notlar durumun vahametini gözler önüne seriyordu.

Gillon, İstanbul’a geldiğinde köpeklerin akıbetini işitmişti. Seyahatinin bir sonraki ayağı Bursa’ydı ve Mudanya’ya gitmesini sağlayacak olan gemi Sivriada açıklarından geçecekti. Çevresindekiler bu yolculukta adayı uzaktan görebileceğini söylüyordu. Fakat Gillon’un fikri farklıydı. O, adayı daha yakından görmek istiyordu. Birkaç gün içinde bir istambot ayarladı ve adaya doğru yolculuğu başladı.

Gillon daha adaya varmadan köpeklerin seslerini ve o kokuyu duymaya başladı.

“Çok geçmeden Sivriada’nın burunlarından birinin açığından geçtik. O anda da köpek havlamaları duyulmaya başladı. Yüz değil, bin değil, sayılamayacak kadar çoktular! Kıyıdaki çakıllı kumsal üzerinde birbirlerini ezercesine itişip kakışarak koşuşuyorlar, etlerinden et kopartılıyormuş gibi havlıyor, uluyor, haykırıyorlardı! Az sonra rüzgarla birlikte burnumuza dayanılması imkansız pis bir koku geldi. Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu.”

Gillon adaya çıkmadı. Anılarında anlattığına göre köpeklerden biri denize atladı ve yüzmeye başladı. İstambota kadar gelmeyi başaran köpeği aldılar, su verdiler. Bunun üzerine bir köpek daha suya atladı ama akıntıya kapılarak sürüklendi, denizde gözden kayboldu…

Tüm bu yaşananların sonunda ne mi oldu?

Söylendiğine göre, bedeni çürüyen köpeklerin kokusu İstanbul’a kadar ulaştı.

Bugün köpekleri hedef alanların İttihat Terakki Fırkasını hayırla anmadıkları malum. Ama bir yaklaşım aynı kalıyor.

Öncelik dünyayı, bir şehri beraberce yaşanır hale getirmek; insanların ve hayvanların sağlığını, güvenliğini aynı anda düşünmek olmayınca fikri ortaklık kaçınılmaz oluyor.

Sokak köpekleri için ilk hareketin “ön alma” yönünde olması ister Abdullah Cevdet’in ister Suphi Bey’in ister Erdoğan’ın fikri olsun; hayvanlar için doğru koşullar sağlanmadan onları “toplamayı” getiriyor.

Ve ister sonu ölümle, ister kötü şartlara maruz bırakmakla olsun, kıyıcılığın “Dayanılması zor pis kokusu” hâlâ hissediliyor.

30 BİN KÖPEK DAHA KATLEDİLDİ

Yakalanmayı başaran köpeklerin akıbeti ne oldu dersiniz? Hayır, şanslı değillerdi, bir sonraki katliam dalgasına tam 30 bin köpek daha yakalandı. Murat Bardakçı’nın Hürriyet’te 26 Nisan 1998 tarihli yazısında aktardığı üzere, İstanbul’un sonraki belediye başkanlarından, ileride Topuzlu soyadını alacak olan Cemil Paşa, anılarında şunu yazdı:

“Meşrutiyetin ilânından sonra, İstanbul’daki köpeklerin büyük bir kısmı toplatılarak Marmara’daki Hayırsız Ada’ya gönderilmişti. Bununla beraber belediye başkanlığına tâyinim sırasında 30 bine yakın köpek buldum. Bunları yavaş yavaş imha ettirdim.”

EDMONDO DE AMICIS’İN KALEMİNDEN, İSTANBUL’DA İŞKENCE GÖREN KÖPEKLER

1910 katliamından yaklaşık 35 yıl önce İstanbul’u ziyaret eden Ünlü Yazar Edmondo de Amicis’in İstanbul hatırlarına göz atmakta fayda var. Amicis, İstanbul köpeklerini, “İstanbul’un en merak uyandırıcı tuhaflıklarından biri” diye anıyordu. Yazara göre insanlar sokaklara yatmış köpeklerle karşılaştığında onları rahatsız etmeyip çevrelerinden dolanıyordu. Yazar bunu “Sayılarının çokluğuna ve her birini kaldırmanın imkansızlığı”na bağlıyordu.

Amicis, “Sultan Abdülmecid bunların hepsini Marmara’da bir adaya sürdüğü vakit, halk sızlanıp mırıldanmış, köpekler geri dönünce de bayram etmiştir” diyordu.

Öte yandan Amicis şunu da söylüyordu: “Bilhassa Pera ve Galata’da zavallı hayvanlar o kadar hırpalanırlar ve dövülmeye o kadar alışmışlardır ki, bir değnek gördükleri, bir bastonun veya bir şemsiye ucunun kaldırım taşına vurduğunu işittikleri anda kaçarlar yahut kaçmaya hazırlanırlar.”

Yine aynı bölge için zehirli etlerin sokaklara bırakıldığını, Pera ve Galata’daki köpek sayısının bu şekilde zaman içinde azalmakta olduğunu belirtiyordu. Köpekler için hayat, katliamdan önce de pek güvenli değildi.

ÖNCEKİ HABER

Çimsataş işçisi: Onayımızı almadan imza atmayın

SONRAKİ HABER

Bakırköy işçisinin yılbaşı menüsü: Peynir, zeytin, simit

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...