23 Eylül 2021 03:19

Prof. Dr. Hamit Bozarslan: Ulema askeriye sınıfına yeniden dahil oluyor

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, sıkça tartışılan bir isim haline geldi. Siyaset Bilimci Prof. Dr. Hamit Bozarslan, yaşanan süreci Osmanlı’da ulemanın askerileştirilmesi sürecine benzetti.

Prof. Dr. Hamit Bozarslan: Ulema askeriye sınıfına yeniden dahil oluyor

Fotoğraf: DHA

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, son aylarda sıkça tartışılan bir isim haline geldi. Ayasofya’daki ilk cuma namazında minbere kılıçla çıktı. Adli yıl açılışında dua okudu. Erdoğan ile beraber ABD’ye gitti ve bu kez New York’taki Türkevi'nin açılışında dua okudu. Peki Diyanetin bugün sistemin içinde nasıl bir pozisyonu var?

Ortadoğu Uzmanı Tarihçi, Siyasal Bilimci ve Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan, yaşanan süreci Osmanlı’da ulemanın askerleştirilmesi sürecine benzetti. Bozarslan, "Bugün Türkiye bu iki olguyu, yani ulemanın askerileşmesi ve yeni Eflatuncu felsefeye bağlı olarak iktidarı meşrulaştırması ve bunun karşılığında toplumu kontrol etme kapasitesini kazanması olgularını aynı zamanda yaşamakta” dedi.

Prof. Dr. Hamit Bozarslan | Fotoğraf: MA

Bozarslan şunları dile getirdi:

“Her şeyden önce ulemanın askerileştirilmesi olgusuyla karşı karşıyayız. Bu olgu yeni bir şey değil. Osmanlı döneminde ulema, askeriye sınıfının bir parçasıydı. Osmanlı’da bir askeriye sınıfı var bir de vergiye tabii olan reaya katmanı var. Vergi vermeyenler, iktidar erkleri ve bu iktidar erkleri arasında ulema da var. Bu ulema, devletin bir parçası çünkü devletin kendisi bir askeriye olarak ortaya çıkıyor. Bugün buna benzer bir gelişme yaşıyoruz: Ulema, iktidar erki, güvenlik sistemi ya da paramiliter bir devlet yapısı olarak tanımlayabileceğimiz askeriye sınıfına yeniden dahil oluyor.

Aynı şekilde İslam’ın varoluş felsefesinin Aristoteliyen bir felsefe, siyasi felsefesinin ise Neoeflatuncu bir felsefe olduğunu hatırlayalım. Bu Neoeflatuncu bir felsefede ulema çok önemli rol görmekte, bir yandan hangi koşullarda oluşursa oluşsun sultanı meşrulaştırmakta, diğer yandan da toplumu kontrol etmekte ve İslam’ın bekasının garantörü olmakta. Burada söz konusu olan 7’nci ve 10’uncu yüzyıllar arasında ulema ve İslam devleti arasında varılan bir mukavele. Bunun ilk dört halife döneminde yaşanan iç savaş döneminden çıkma ve imparatorlaşma sürecinin meşrulaştırılmasıyla ilgili bazı nedenleri var. Emeviliğin oluşması sahabe tarafından İslam’a bir ihanet olarak görülmekte, fakat ulema İslam’ın bekasını sağlayabilmek için bu süreci meşrulaştırmak zorunda kalmakta.

Bugün Türkiye bu iki olguyu, yani ulemanın askerileşmesi ve yeni Eflatuncu felsefeye bağlı olarak iktidarı meşrulaştırması ve bunun karşılığında toplumu kontrol etme kapasitesini kazanması olgularını aynı zamanda yaşamakta.”

"DİYANET SADECE ERDOĞAN’IN KULLANDIĞI BİR ALET DEĞİL"

Erdoğan’ın politikalarının toplumda yeterli karşılık bulmadığı için mi Diyanet İşleri Başkanını öne sürdüğü sorusuna Bozarslan şu yanıtı verdi:

“Burada önemli bir olgu var. Fakat aynı zamanda Diyanet pasif bir aktör değil, bunu kesinlikle unutmayalım. Diyanet sadece Erdoğan’ın kullandığı bir alet değil, aynı zamanda aktif bir aktör, kendi birikimine, kendi tahayyüllerine, tutkularına sahip olan bir aktör. Diyanet bütçesinin bu kadar hızlı bir şekilde büyümesi, Diyanetin kalkıp hemen hemen bütün konularda görüş bildirmesi bunu göstermekte. Diyanetin kontrol ettiği ağlar sadece cami ağları değil, sosyalizasyon ağları, medreseler, ilahiyat ağları ve Kur’an kursları. Bunlar çok büyük bir harita sunmakta. Erdoğan toplumu kontrol edebilmek için Diyaneti kullanıyor açıklamasından çıkmak gerekiyor. Erdoğan’ın böyle bir projesi olduğu kesin, fakat Diyanetin aktif bir aktör olduğunun kesinlikle akılda tutulması gerekiyor. Bu gelecek için de önemli olacak.”

"DEVLETİN SÜNNİ BİR DEVLET YA DA ALEVİ BİR DEVLET OLABİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL"

Bozarslan, Türkiye’de laikliğin varlığı tartışmalarına dair de şunlari ifade etti:

"Kemalist Cumhuriyet hiçbir zaman laik olmadı. Laik ya da seküler olabilmenin ikili bir koşulu var. Birincisi devletin din alanına müdahale etmemesi ve dinin siyasi alana, kamusal alana müdahale etmemesi. Bu Kant’tan gelen bir gelenek.

Kant’ın İki Fakültenin Mücadelesi adlı çok önemli bir makalesi var. Kant şunu söylüyor; iki fakülte var, akıl fakültesi ve teoloji fakültesi. Akıl fakültesinin kalkıp teoloji fakültesini ortadan kaldırması için hiçbir neden yok. Tam aksine toplumda teoloji fakültesinin önemli bir yeri var. Fakat teoloji fakültesinin de kalkıp da rasyonellik fakültesini ortadan kaldırmasına izin verilemez. Ve toplum teoloji fakültesi tarafından yönetilemez. Kant’ın bu iki fakültenin mücadelesi yolundan çıkmayan bir sekülerizm mümkün değil.

İkincisi devletin dinlere karşı ve mezheplere karşı eşit mesafede olması. Devletin kalkıp Sünni bir devlet ya da Alevi bir devlet olabilmesi mümkün değil. Devletin dini olamaz. Halbuki Türkiye’de devletin dini var. 1928’den sonra Anayasa’da devletin dini İslam’dır cümlesinin kaldırılması devletin bir mezhebin devleti olmadığı anlamına gelmemekte. Bir Sünni devlet kurumu olarak Diyanetin var olması bile devletin bir dininin, bir mezhebinin olduğunu göstermekte.

Türkiye’de gerçek bir sekülerizmin olabilmesi için;

1- İki fakültenin mücadelesinin kabul edilmesi fakat teolojik fakültenin kalkıp toplumu, devleti yönetmemesi

2- Devletin mezhepler ve dinlere eşit mesafede olması gerekli.

Kemalizm hiçbir zaman bunu hedeflemedi.”

"ERDOĞAN’IN DIŞ SİYASETİ TÜMÜYLE ÇÖKTÜ"

Son günlerde Erdoğan’ın Rabia işareti kullanmamasını, “Dış siyasette tümüyle çöktü” ifadesiyle açıklayan Bozarslan, “Ortadoğu siyaseti tümüyle çöktü. Erdoğan, Ermenistan’da kazandı, Rojava’da zaten kazandı. Fakat bu zaferlerin Türklüğün dünyaya hakim olma misyonunu gerçekleştirmesine yettiğini söyleyebilmemiz mümkün değil. Bu zaferler her şeyden önce Ermenilerin ve Kürtlerin katledilmesi anlamına geldi. Fakat yeni bir 'cihan hakimiyeti'ni mümkün kılabilecek boyutta olmadı. Arap aleminde Erdoğan’ın şu andaki konumu son derece zayıf. Amerika’daki bağlar sanıyorum son derece zayıf, İsrail’le ilişkiler kötü” ifadelerini kullandı.

"TARİHİN DAYATTIĞI AŞILAMAYAN BAZI SINIRLAR VAR"

Dış politikada Erdoğan’a verilen desteğin azaldığını belirten Bozarslan, “Bu dış politikanın iç politikada artık bir rant olarak kullanılamaması Erdoğan açısından bir sorun. Ve bu Rabia’dan vazgeçildiğini pek sanmıyorum. Çünkü Erdoğan hayatında 10-15 kitap okudu. Bu kitaplar tümüyle komplo teorilerine dayanan Sadık Albayrak’ın, Kadir Mısırlıoğlu’nun, Mustafa Müftüoğlu’nun ya da Necip Fazıl Kısakürek’in kitapları. Erdoğan’ın kognitif dünyası bu. Bunun pek değişeceğini sanmıyorum. Ama bu işte de tarihin dayattığı aşılamayan bazı sınırlar var.”

Evrensel'i Takip Et