24 Nisan 2021 22:42

Dimitris Paparigas: Devrimci, sınıf sendikacısı, Anadolu’da antiemperyalist asker

1949 yılında emniyet binasında hunharca katledilen ve kamuoyuna “intihar etti” denilen devrimci Miços Paparigas'ın hikayesi...

Kupür: Ethniki Antista

Paylaş

Seyit ALDOĞAN

Yıl 1896. Yunanistan’ın Volos şehrinde açlık ve yoksullukla mücadele eden bir işçi ailesi beşinci çocuklarını kucaklarına alırken tarihe not düşecek yiğit bir sınıf sendikacısının hayata merhaba dediğini bilmiyorlardı. Hayalleri vardı. Her ana-baba gibi çocuklarını okutmak, sonra “çocuklarımız ” diyerek gururlanmak… Ama gel gör ki yokluk ve yoksulluk basıyordu boyunlarına. Eve giren ekmek yetmiyor, tencere her zaman kaynamıyordu.

Küçük Dimitris Paparigas daha ilkokul ikinci sınıftayken okuldan ayrıldı. Küçücük elleri, toprakla, kazmayla, çapayla tanıştı. On dördünde ise genç bir demirci işçisi oldu. Hani derler ya çekirdekten yetişme! İlk sınıf bilincini edindi burada, ilk küfürlerini savurdu adaletsizliğe ve sömürüye.

Ülke genelinde başlayan savaş karşıtı hareketin Volos şehrindeki aktif eylemcilerinden biri oldu. 1919 yılında bir süre işsiz kalıp sonra ağaç doğrama atölyelerinden birinde işe başladığında ilk yaptığı şey sendikaya ‘yazılmak’ olmuştu. Bu süreçte sınıfının partisiyle tanışmış, ilk defa yazılı materyallerine dokunmuştu. Okudukça yangın yerine dönüyordu “delikanlı” kalbi. Daha bir sıkıyordu yumruklarını.

Bir gün postacı gelmiş kendisine celp kağıdını uzatmıştı. “Vatani göreve” çağırıyorlardı. Emperyalistlerin toplarının önüne sürülecek halk evlatlarının silah altına alındığı günlerdi. Asırlarca birlikte yaşamış olan iki halkı düşman etmek için denizci eri olarak Anadolu’ya göndermişlerdi. Anadolu halkıyla kardeşçe yaşamak varken neden düşmanlık yapsındı ki. Emperyalistlerin dünyayı paylaşmak için çıkardıkları savaşa karşı çıkan, halkların birlik ve kardeşliğini savunan herkesi göreve çağıran partisiyle ilişkisi cephedeyken bile kopmamıştı. Diğer asker yoldaşlarıyla cephede “silahları emperyalistlere çevirme” çağrısı yapan bildiriler dağıtıyordu. Tehlikeli bir başkaldırıştı bu. Kurşuna dizilmek, “hain” ilan edilmek vardı.

1922 yılında cepheden dönüp Volos şehrine geldiğinde “Eski Savaşçılar Hareketi”ni kurmuş ve genel sekreterliğini üstlenmişti. Bir yandan da aktif olarak metal işçileri içinde faaliyet sürdürüyordu. Mücadeleci kişiliği ve kararlı duruşu ile işçiler içinde büyük sempati uyandırmış ve işçilerin ezici çoğunluğunun oylarıyla sendikanın sekreterliğine seçilmişti. 1928 yılında ise Volos şehrindeki sendikaların katılımıyla oluşan federasyonun beş kişilik yönetimi içinde yer almıştı. Hep işçiden ve birliğinden yana tutumlar alıyor, sınıf dışı eğilimlere karşı taviz vermiyordu. Alçak gönüllüydü. Ne mevki ne mülkiyet hırsı yazmıyordu defterinde. “Hep birlikte güçlü” olunacağını ve kurtuluşun ancak sınıf olarak mücadele etmekten geçtiğini söylüyordu. Güveniyorlardı ona işçiler. Kendilerinden biri olduğunu lafla değil günlük yaşamıyla alçak gönüllülük ve kararlılığıyla ortaya koyuyordu.

1929 yılında Yunanistan işçi sendikaları konfederasyonunu kurma çalışmalarına katılmış ve konfederasyonun yürütme kurulu üyesi olmuştu.  Alman işgalinin son bulmasından sonra ise önce Volos İşçi Merkezinin İşçi Sendikaları Konfederasyonun Başkanlığına seçilmişti. Yıl 1946’ydı.

Dimitris Paparigas ya da yoldaşlarının çağırdığı gibi “Miços” 1922 yılında Yunanistan Komünist Partisi üyeliği ile örgütlü mücadeleye adımını atmıştı. Sonraki süreçlerde ise sınıf içindeki çalışmaları ve başarılı faaliyetleri partinin yetkili organları tarafından değerlendirilmiş, 1926 yılında merkez komitesi, 1928 yılında ise Politbüro üyesi olmuş daha çok Volos, Atina ve Pireos şehrinde görevlendirilmişti.

Bütün bu yıllar boyunca polis ve derin devlet güçlerinin hedefi olmuştu.  Sürekli baskı altındaydı. Kabarık bir dosyası vardı. İlk defa 1923 yılında savaş karşıtı bildiriler dağıttığında tanışmıştı polisle. Bu davadan iki yıl ceza almıştı. 1927 yılında ikinci defa yakalandığında ise 6 ay Amorgo Adası’na sürgüne gönderilmişti.

1930 yılında yapılan 1 Mayıs gösterilerinde yeniden yakalanmış ve yeniden iki buçuk ay yatmak zorunda kalmıştı. Ama bütün bu baskılar onu yıldırmıyor tersine daha militan ve daha kararlı yapıyordu.  

O sınıfıyla birlikte olma kararlılığı gösterdikçe daha fazla hedef oluyordu. Emniyet kayıtlarının içinde yer aldığı ve üzerinde tehlikeli yazan dosyalar kabardıkça kabarıyordu. En son aldığı cezayı yatıp çıktıktan hemen sonra yeniden gözaltına alınmış bu defa sayısız suçlamayla mahkemeye çıkarılmıştı. Sonuç üç buçuk yıl ceza evi, iki yıl sürgün.  

18 Nisan 1931 yılında cezaevinden kaçarak yeniden mücadeleye atılmıştı. Artık yasal mücadele olanakları yoktu. Onun için yeni bir süreç başlıyordu. Heryerde aranıyordu ama o çok sevdiği işçi yoldaşlarından hiç ayrılmamış Atina’daki büyük işçi eylemini örgütlemişti.

Ancak Peloponez yarımadasında ki işçi eylemlerini örgütlemek için 10 Temmuz 1936 yılında gittiği Patra şehrinde yeniden yakalanmıştı. İktidara gelen Metaksas faşizmi 8 yıl hapis cezası vererek tek başına bir hücreye atmıştı onu. Kimseyle görüştürülmüyordu. Üç buçuk yıl hücrede kaldıktan sonra önce Kerkiras, sonra Kimolo ve en son Akronafplia Adası’na gönderilmişti.

Alman işgalinin başlamasıyla beraber Yunan gericiliği bir çok devrimci mahkumla beraber Miços’u da işgalcilere teslim etmişti. Bu karar artık sona gelindiği anlamına geliyordu. Nazilerin elinden kurtulmalarının mümkün olmadığı düşünülüyordu. Ancak o Haydari kampında kaldığı sırada partinin yardımıyla bir kez daha kaçmış, yeniden mücadele etme özgürlüğüne kavuşmuştu. Bir süre Atina’da faaliyetlere katıldıktan sonra partinin kararı üzerine Volos şehrine gitmiş, 1946 martına kadar kadar bu bölgede kalarak hareketi ve faaliyetleri örgütlemişti.  

1944 yılında Alman işgalçileri yenilgiye uğratılmış Yunanistan Komünist Partisinin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) ve Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS) Yunan halkı, işçi ve emekçileri içinde ciddi bir potansiyel oluşturmuştu.

Miços Paparigas işçi sendikaları konfederasyonunun sekizinci kongresine Volos şehri işçilerinin temsilcisi olarak katılmış ve konfederasyonun başkanlığına layık görülmüştü.

Ancak 1947 yılında iç savaş sırasında yeniden tutuklanmış ve ABD’nin emriyle yunan gericiliği tarafından İkaria adasına sürgüne gönderilmişti. Miços burdanda kaçmanın bir yolunu bularak yeniden Atina’ya dönmüş ve ağır illegalite şartlarında yeniden işçi hareketi ve sendikaların faaliyetlerini örgütlemeye başlamıştı. Ne yazıkki 1948 de bir kez daha yakalanmaktan kurtulamamıştı. Cezaevine değil emniyet müdürlüğünün hücrelerinden birine atmışlardı onu. Gerekçe “kaçmasını önlemek” olarak açıklanıyordu.   

 Miços Paparigas 1949 yılının şubat ayında emniyet binasında hunharca katledilmiş kamuoyuna “intihar etti” diye açıklanmıştı.

Miços Papariga’nın işçi sınıfına adanmış yaşamı sendikacı olmanın değil sınıf sendikacısı olmanın ne anlama geldiğinin çarpıcı bir örneğidir. Varlığını işçi sınıfının sömürülmesi üzerine kuran egemen sınıflar, işçi sınıfının okulları ve sınıf örgütleri olan sendikaları etkisizleştirmek, sınıfı sorun ve taleplerine yabancılaştırarak potansiyel gücüyle ilişkisini kesmek, diğer yandan uzlaşmacı ve sistem içi kurumlara dönüştürmek için sendikal bürokrasiyi kullanır Miços’ları hep tehlike olarak görürler. Mücadele alanında işçiyle beraber yumrukları havada olsun istemezler. Bürosunda yayılıp oturan, telefon ederek “iş bitiren” ve “gaz alma” becerisini iyi kullanan bir manevra ustası olsun isterler.

Sendikacılık bir yol ayırımıdır. Ya Miços Papariga olmak ve sınıfın sömürüden kurtulması için her türlü fedakarlığı göze alıp sınıfının bir neferi olarak mücadele etmek yada “kendini temsil etme yeteneği gösteremeyen cahilleri “  temsil ettiğini söyleyerek kendini onlardan ayrıştırmak,  onlara rağmen politika yapmak, “ağa” olmayı meslek edinmek, kişisel çıkarlarını koruyup kollayarak işçiyi sekreteri aracılığıyla sendikasının kapısı önünde bekletmektir. Evet yol ayırımıdır bu. Kaybedecek bir şeyi olmayanların, kaybedecek şeyi olan temsilcilerine dönüşmek.

Bu parazitlerin mücadele alanında “ellerinin kanadığı” ve grev çadırlarında işçiyle beraber “yumuşak ekmeği” bölüştükleri görülmez. Grev ve direniş değil “tarafsızlık” gömleğini giyerek hükümeti kızdırmamaya, patronu küstürmemeye çalışırlar. Uzlaşırlar sistemle. “Bey” olurlar “başkan” olurlar. Ama Miços olamazlar. Çünkü Miços sınıfının ve onun partisinin işçisi demektir. Miços işçidir işçi gibi yaşar, işçinin kaygılarını taşır, onlarla beraber yürür, onlarla dövülür, onlarla sövülür. Aynı tencerede kaynayan kuru fasulyeyi paylaşır, kolkola yürür. Fabrikalardır onun evi. İlkesi ise farklılaşma değil aynılaşmadır.

Sendikacılık yol ayırımıdır. Biri Miços’un gittiği işçi sınıfının yolu diğeri sistem yalakalığı ve koltuk değnekliğidir.

Miços bir gerçekliktir. Ne mitoloji ne hayal ürünü nede bir istisnadır. Sömürüye karşı direniş ve başkaldırının olduğu her yerde Miços’ların olduğunu göreceksiniz. Tutun nasırlı sıcak ellerinden.

ÖNCEKİ HABER

Prof. Dr. Alpay Azap, Bilim Kurulu üyeliğinden ayrıldı

SONRAKİ HABER

Fikri Sağlar: Amatör kümede başkanlık yapamayacak adamı MB Başkanı yapmışlar  

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...