03 Aralık 2020 23:13

Büyük fabrikalarda küçük hesaplar işçileri tehlikeye atıyor

HABAŞ, İDÇ, PETKİM, TÜPRAŞ gibi fabrikalarda pandemi fırsatçılığıyla işçilerin temel hakları ortadan kaldırılmak isteniyor.

Fotoğraf: Pixabay

Reklam

Turan KARA
İzmir

Koronavirüs salgını kış aylarının yaklaşmasıyla daha tehlikeli hale gelirken fabrikalarda önlemlerden neredeyse vazgeçilmiş durumda. Şirket idarecileri gerek çalışma gerekse servis, soyunma koğuşları, yemekhaneler gibi işçilerin topluca kullandıkları yerlerde yoğunluğu azaltıp, işçileri mağdur etmeden çözüm bulmak yerine işçilerin dinlenme haklarını gasbeder şekilde davranıyor. Ayrıca işçiler sağlıklı ve besleyici yemeklerden hijyenik ortamlara kadar pek çok şeyden mahrum kalıyor.

İşçilerin elinden alınmak istenen bir başka önemli olanağı ise sendikası. HABAŞ, İDÇ hatta PETKİM, TÜPRAŞ gibi işletmelerde bile patronlar sendikayı baypas ederek neredeyse ferman gibi talimatlar ve genelgeler yayımlıyor. Bu talimatlarda işçilerin en temel hakları ortadan kaldırılıyor. TÜPRAŞ bunun en yeni örneği.

PANDEMİDE BAKIRÇAY HAVZASININ DURUMU

Fabrikalarda genel durum şöyle:

- TÜPRAŞ: Aliağa tesislerinde fabrika genelinde kaç hasta ya da kaç izolasyonlu işçi var net bir sayı açıklanmıyor. Virüsün TÜPRAŞ’ta çalışan taşeronlar içinde yaygın olduğu düşünülüyor. Şirket taşeron işçileri izolasyonda geçirdikleri sürelerde ücretsiz izin uygulamasına almaya çalışıyor. İşçiler, şimdiye kadar izolasyondayken veya kronik hastalığından dolayı çalışamazken tam ücret almışlardı.

Koç Holding, TÜPRAŞ’ta da Ford Otosan, TOFAŞ, Arçelik fabrikalarında olduğu gibi kısmi çalışma hakkından, dolayısıyla İşsizlik Fonu’ndan yararlanıyor. TÜPRAŞ’ta son yayımladığı genelge ise patronların korona salgınını fırsata çevirme arzusunun en uç örneği. Bu genelge ile “yeni normal” diye ilan ettiği koşullarda iş başı saati 07.00’ye çekilerek “Bir sonraki emre kadar” 7’şer günlük ikili vardiya yapılması isteniyor. Ayrıca, giyinme, vardiyayı devralma süresini uzun bulduğu için de 15 dakika erken getiriyor işçileri. İşçiler bir haftadır açıklama yaparak patronu uyarıp dayatmalara karşı direnmeye devam ediyor.

- PETKİM-STAR: Star ve PETKİM de günde 12 saatlik ve 7’şer günlük çalışma periyoduna geçen işletmeler. Geçen dönem uygulamasından farklı olarak acil durum vardiyası oluşturulmadı ve bütün işçiler değişimli olmak üzere gece ve gündüz ekiplerine ayrıldı. Ücretlerde (bakım primleri ve vardiya primleri konusu hariç) hak kaybı olmayacağı sözü verildi. Sendika vakalar yayıldıkça dinlenme vardiyasında olan işçilerin çağrılmasının iş yükünü artırıcı ve doğru olmadığını söyleyerek itiraz etti.

- HABAŞ: HABAŞ’ta ekim ayında kimi günler günlük vaka sayısının kimi zaman 11 kimi zaman 42’yi bulduğu söyleniyor. Söylenen bir başka şey ise sadece sendikalılar arasında şimdiye kadar 400’e yakın işçinin hastalığı atlattığı. Sendikalı sayısı yaklaşık 1300. İşçiler uzun zamandır çalışma koşullarının pandemi koşulları gereğince hijyen ve mesafe kurallarına uyacak şekilde düzenlenmesi için Çalışma Bakanlığına ve Sağlık Bakanlığına şikayetlerde bulunuyor. Ancak sorunlarına çözüm bulunabilmiş değil. İş kazalarının yüksek olduğu fabrikada ekim ayında limanda ve çelikhanede olmak üzere 2 işçi hayatını kaybetti.

- İDÇ: İzmir Demir Çelik fabrikası için nisan ayından sonra en kötü ayın ekim ayı olduğu söylenebilir. Özellikle çelikhane ve bakım işçileri arasında yaygın olan kovid-19 pek çok işçinin karantinaya girmesine sebep olurken, onları yedekleyen işçiler günler boyunca 16 hatta 24 saat çalışarak ayakta durdu. Ekim ayında salgın o kadar yayılmıştı ki fabrikada çalışmaya ara verileceği söylentisi çıkmıştı, ancak işçiler gelmeyenlerin yerine çalışarak üretimi sürdürdü.


HABAŞ’TA İŞÇİLERE HER ŞEY YASAKLANIRKEN ASIL YÖNETİCİLER KURALLARA UYMUYOR

HABAŞ işçisi
İzmir

HABAŞ demir çelik fabrikasında çalışıyorum. Aliağa’dan Foça’ya dönünce yol üzerinde olan büyük fabrika. Kendisi büyük, Türkiye’nin en büyüklerinden ama işçiye verdiği değer küçük, yöneticilerin insanlık değerleri küçük, en küçüklerinden; neredeyse nasibini alamamış insanlıktan.

Malum bir salgın var, koronavirüs salgını. Fabrikamızda hiçbir önlem yok. Sanıyorum fabrika yönetimine önlem aldıracak, kurallara uymasını sağlayacak bir güç de yok. Ne sendika, sendika gibi ne de devlet, devlet gibi. Ekim ayında fabrikada hastalık müthiş yayıldı. Öyle ki bizler Çalışma Bakanlığına, Sağlık Bakanlığına, CİMER’e yazdık, şikayet ettik. “Önlem alınmıyor hastalık yayılıyor, gelin kontrol edin” diye. Sadece jandarma geldi, biz turnikelerden geçerken fotoğrafımızı çekti sonra da gitti. Jandarmanın fotoğraf çektiğini görenler araya mesafe koyarak turnikeden geçiyordu zaten. Jandarma gitti daha bir ses soluk da çıkmadı. Şimdi de hayat eve sığar programında şikayet, ihbar etme yeri varmış, oradan yazıp ihbar ediyoruz; “Servisler kalabalık, soyunma yerleri, yemekhane her yer kalabalık ve tedbirler umursanmıyor” diye, bakalım çözüm olacak mı? Sonra adı işçiler kurallara uymuyor oluyor. İşçilere her şey yasaklanırken asıl yöneticiler kurallara uymuyor.

Fabrikada korona salgını o kadar vahim durumda ki fabrika doktoru koronadan öldü. İşyeri doktorumuz bizim için başka bir şikayet konusuydu. Kendisi revire giderek “Kronik rahatsızlığım var, raporlu olmam lazım” ya da “Kendimi iyi hissetmiyorum, salgın çok yayıldı, fabrikada kurallar işlemiyor” gibi şikayetler olunca işçileri fırçalar ve “Ben bile 65 yaşını geçmiş halimle her gün gelip çalışıyorsam siz de çalışacaksınız” diyerek gönderirdi. En son bir arkadaşımızı ateşler içinde olduğu halde eve göndermemişti de arkadaşımız 2 ay yoğun bakımda kaldı. Şimdi de doktorumuz 2 hafta yoğun bakımda kaldıktan sonra korona virüsten dolayı öldü. Toprağı bol olsun, Allah rahmet etsin.

GÜNDE YÜZLERCE KİŞİYLE TEMAS HALİNDEYİZ

Fabrikada çalışırken bakın kaç kişiyle yakın temas içinde kalıyorum sayayım. Evden çıkınca servis durağı hava soğuk, küçük bir dükkan var: 50-60 kişi bekleşiyoruz. Servis ikili taşıyor hâlâ, 40-45 kişi yan yana. Hele de akşam iş dönüşü yorgunluk varsa, baş başa bile olabiliyor. Bu servis işi başka bir olay zaten. Şöyle ki; geçende servis yolda bozulmuş, herkes aşağı inmiş. Geriden gelen servislere doluşmuşlar artık hangisi ne kadar alabildiyse. Ayakta, koridorda, muavin koltuğu ve merdivenler… Neresi boşsa sıkış tıkış!

Sonra işyerine varış, işletme 30-40 kişi, bir metreden az mesafede olduğum kişi sayısı. Aynı makineden çay içme falan zaten başka bir durum.

Yemekhanemiz geniş, seyreltilmiş halde yemek yiyoruz. Dolmasına izin vermiyorlar, kapıda 200-300 kişi bekliyoruz, diğer 200-300 kişinin yemek yiyip çıkmasını iyi mi? Yemekhane kapasitesini yarıya düşürmüş ama kalanlar ne yapacak dert etmiyor.

En son iş bitip de koğuşlara gittik miydi 500-600 kişi aynı anda soyunup dökünüyoruz. Dolapların arasındaki mesafe 50 santim ya var ya yok. 25 kişilik duş alma yerlerinde 500-600 kişi 20 dakikada duş alıp çıkıyoruz. Yani her gün kafadan 600 kişiyle bir metreden az mesafede temaslıyız. Fabrikada 4 bini aşkın işçi vardır. Bir vardiyada olan biteni anlattım.

Fabrikalarda filyasyon kaldırıldı. Temaslılar çalışmaya devam ediyor. Çünkü temaslı izolasyonunda rapor vermiyor devlet, işyeri de para vermiyor. Herkes mecburen işe geliyor. Şimdi sorunlarımız daha da büyüyecek gibi duruyor. Fabrikada konuşulanlara göre, doğru mu bilmem, ikinci kez hasta olanlar veya hastaneye yatmadan evde geçirenler de rapor, dolayısıyla para alamayacak diye söyleniyor. Umarım böyle bir şey olmaz.

Fabrika yönetimi insanlıktan nasibini almamış dediydim. Bir örnek daha vereyim. Fabrika yönetimi mart ayında eve gönderdiği kronik hastalara ikramiyelerini ödemedi. Ödemeyeceğini söylüyor. Türk Metal Sendikası girdi devreye dinlemedi, sendika MESS’ten medet umdu. MESS devreye girdi yine ödemediler. Ödemeyeceğim diyor hakkımız olanı. Temsilcilerin her biri başka bir şey söylüyor. Birincisi diyor ki anlaşma sağlandı, ikincisi diyor ki ara bulucuda, üçüncüsü diyor ki mahkemeye verdik, dördüncüsü diyor ki ay sonunda alacağız (8 aydır her ay sonu aynı şeyi diyor). Beşincisi diyor ki şube başkanından haber bekliyoruz, alacağız. Haber falan da gelmiyor. Bizim ikramiyelerimiz yalan oldu, hayal oldu.

Biz sendikaya diyoruz ki, böyle sessiz sedasız olmaz. Topluca hareket edelim, şartları düzeltelim. Koronanın ne yapacağı belli olmaz, ateşi çıkar başı döner insanın Allah korusun kazaya da sebep olur, tehlikeli bir işletme. Neticede bir arkadaşımız öldü geçtiğimiz ay. Ama sendika durun hele, bakacağız diyor geçiştiriyor, sonra da sağır gibi kör gibi davranıyor. Genel halimiz böyledir.


DEVLET BABA ÇIKARDIĞI ÇALIŞMA MODELLERİYLE KİME BABALIK YAPIYOR?

PETKİM işçisi
İzmir

PETKİM’de pandemi bahane edilerek, esnek çalışmanın önü açıldı. Böylece daha uzun çalışma süresi, daha fazla üretim ve az ücret ödemeyi ilke edinen patronların ekmeğine yağ sürüldü. Çünkü bu sayede normal zamanda bu çalışmayı yaptırsa ödeyeceği ücretin yarısını ödüyor.

Sözüm ona bizim sağlığımızı korumak amacı gösterilerek, sömürü devam ediyor. Neden mi? Eğer amaç sağlık olsaydı fabrikalar enerji dalgalanması yüzünden durduğunda çalışma süresini tamamlamış, çalışma grubuna yeni başlayacak, evinde yedek olarak bekleyen işçiler ve yüzlerce taşeron işçiyi aynı anda çalıştırmamaları gerekirdi. Fabrikada eleman eksiği (kovid pozitif ve temaslılardan dolayı) var diye izoleye çıkan işçileri TİS’te yazan mesai ücretinin üçte biri miktarına, dinlenmeden nerdeyse 21 gün çalışacak şekilde çağırmazlardı.

Daha da önemlisi böylesi riskli bir ortamda, 7 gün 12 saat çalışma düzenine geçmişken, fabrikayı bakıma almazlar, öteleyebilirlerdi. Çünkü bakım demek çok sayıda işçinin bir arada, yakın temasla çalışması demektir.

KAZANAN HEP PATRON

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, böylesi zorlu koşullarda üretime devam etmeye çalışırken, patron her gün yeni bir planını uygulamak için bizlere sorun yaratıyor. İzoledeki arkadaşlarımızın sağlık gerekçesiyle mesaiye gelmesinin uygun olmadığını söylüyoruz, bu sefer şirketler arası geçişi gündeme getiriyorlar. Bunun da TİS ve kanuna uygun olmadığını söylüyoruz, başka bir şey getiriyorlar, sonunda bunları paket yapıp birine razı olmak zorunda bırakılıyoruz. Sonuçta kazanan yine patron, çünkü bunların tümü işine yarayan, planına uygun olan yollar.

Patron patronluğunu yapıyor da, biz üstümüze düşeni yapabiliyor muyuz? Olanları doğru bakış açısıyla okuyabiliyor muyuz önemli olan bu. Bu çalışma düzeninin ileride başımıza açacağı işlerin farkında mıyız? Yoksa üç beş fazla mesai yapıp, birkaç ay fazla para kazanmanın mı peşindeyiz? Hangisi bizim yararımıza? Devlet baba çıkardığı genelgeler, önünü açtığı çalışma modelleriyle kime babalık yapıyor?

Bence bu soruları tekrar cevaplamalı ve üzerinde düşünmeliyiz. Kim bilir doğruya giden yolu açabilir belki de bize...

Reklam