28 Mayıs 2020 00:43
Son Güncellenme Tarihi: 28 Mayıs 2020 05:24

Doç. Dr. Murat Birdal: Ekonomik çıkmazın sebebi ekonominin dışa bağımlı hale gelmesi

İktisatçı Doç. Dr. Murat Birdal: Uzun vadeli çözüm önerilerinin hepsi para politikası alanının dışında. Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı yapısı değiştirilmeli.

Fotoğraflar: Evrensel&Pixabay

Paylaş

Türkiye ekonomisi büyük açmaz içinde. Ekonomik krizle birleşen koronavirüs günleri krizi derinleştirirken, dövize muhtaç Türkiye ekonomisini döndürecek dövizin ülkeye girişi sağlanamıyor. IMF kapısını hükümet kapattı, ABD Merkez Bankası Fed ise Swap kapısını açmıyor. Kırılgan döviz kurunda yaşanan artışlar yüksek borçlu ekonomide dış borcu ödeme zorluğunu ise her geçen gün artırıyor. Böylesi bir tabloda gözlerin çevrildiği Merkez Bankası ve BDDK’den hemen her gün yeni hamleler geliyor.

İktisatçı Doç. Dr. Murat Birdal’a göre gelinen noktada ekonomide yapılan yanlışın temeli para politikası değil. “Her şeyi para politikası ile sınırlandırırsak büyük resmi göremeyiz” diyen Doç. Dr. Birdal, “Hükümetin yanlışı ekonomiyi üretimde dışa bağımlı hale getirmek, tarım kesimini tasfiye etmek” diyor.

Birdal, şu ifadeleri kullanıyor: “Para politikasının tek başına krizden çıkaracağını düşünmek büyük bir yanılsama. Aksine evet genişlemeci politikalarla kısa vadede yol alabiliyorsunuz ama uzun vadede daha büyük ekonomik balon yaratarak krizi ötelemiş oluyorsunuz. Ve sonrasında çok daha şiddetli bir krizle karşı karşıya gelmiş oluyorsunuz. Şu an yaşanmakta olan o.”

Doç. Dr. Murat Birdal; faiz, kur, sermaye akışı, sermaye kontrolleri uygulamaları ekseninde Türkiye ekonomisine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Öncelikli olarak ekonomi yönetimi ne yapmaya çalışıyor?

Bu sorunlar bugün karşılaşılan sorunlar değil. Uzun süredir Türkiye ekonomisini kilitleyen sorunlar. Senelerdir faiz-kur açmazını yazdık. Türkiye ekonomisi uzunca bir süredir sıcak para ile fonlanan hormonlu bir büyüme yaşıyor. Bu paranın geriye çekilmeye başladığı dönemlerde de büyük sıkıntı yaşanıyor.

Kurdaki hareketi engellemenin iki yolu var. Faizleri artırmak (Türk lirasını daha cazip hale getirmek) ya da döviz satarak piyasaya müdahale etmek. Türkiye ekonomisi açısından problem şu, Merkez Bankasının rezervleri döviz satarak müdahale etmeye müsait değil. Zaten doğru çözüm de değil. İkincisi de faiz artırmak. Bu da ekonominin ciddi anlamda daralacağı bir süreçte intihar olur.

Kuru serbest bırakmak ise üçüncü bir alternatif. Kuru serbest bıraktığınızda çok ciddi bir dış borcumuz olduğu için, buna da katlanamıyoruz. Aynı zamanda üretim yapımız da dışa bağımlı olduğu için tırmanan maliyetler enflasyonu tetikliyor. O yüzden Türkiye ekonomisi büyük bir açmazla karşı karşıya. Bu noktada yapılabilecek olanlar sınırlı. Çünkü ekonomi köşeye sıkışmış durumda. Ekonomi yönetimi ne yapmaya çalışıyor? En azından içerideki döviz talebini sınırlandırıp piyasayı biraz kontrol etmeye çalışıyor. ‘İşe yarar mı’ dersen alım satımlarda yüzde 1’lik bir verginin -özellikle panik durumunda- talebi çok sınırlandıracağını düşünmek zor. Hükümet burada bir yönelim belli ediyor. İçerideki oyuncuların spekülatif al-sat hareketlerini sınırlandırabilir kısa vadede. Ama daha problemli tarafı, alınan karar uzun vadede Türkiye’ye dönük yabancı sermaye girişini engelleyebilir. Çünkü bir kaygı yaratacaktır. Henüz kurumsal yatırımcılara bir vergilendirme olmasa bile bu kaygıyı yaratacaktır.

“‘FAİZİ YÜKSELTELİM SORUN ÇÖZÜLÜR’ DEMEK BÜYÜK HATA”

Faize ilişkin de sorun büyük...

“Faiz sanki muhteşem bir şey, faizi artır sorun çözülsün” gibi bir algı var. Bu böyle değil. Faizi artırmamak sadece politik bir şey de değil. Bunun siyaseten kullanılması ayrı bir şey. Ama şunu da söylemek hatalı: Faizleri yükselteceğim bütün mesele çözülecek. Bizim bütün meselemiz dolar değil ki, ‘Biz niye dolara bu kadar muhtacız’, onu düşünmemiz lazım. Tersine, benim insanım daha düşük faizle kredi kullanabilsin. Ben de dolar kısmını daha az düşüneyim, “Dolar gidiyorsa gitsin” diyeyim. Onu diyemiyorum.

Şunu unutmamak lazım, dünyada bütün ekonomilerin parasını daha az değerli kılarak dış ticarette avantaj sağlamaya çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Çin ile ABD arasındaki bütün kavga bundan kaynaklanıyor. Türkiye niye böyle bir dönemde kendi parasını değerli tutmaya çalışıyor? İşte Çin ile aramızdaki fark. Çünkü o parasına değer kaybettirdiği noktada ABD ekonomisi karşısındaki dış ticaret avantajını genişletiyor. Biz Türk lirası değer kaybetmesine rağmen daha fazla açık veriyoruz. Bu tamamen dışa bağımlı üretim yapımızdan, dışa bağımlı tüketim yapımızdan kaynaklanıyor. Gıdada dahi büyük ülkelerle ikili ticarette açık vermemizden kaynaklanıyor. Bu kısmı önemli. Bu kısmı halledilmedikten sonra, ‘Faiz mi yoksa kur mu’ dememiz bir önem taşımıyor. Çünkü faiz de yeterince yıkıcı.

Ufak esnafın borçlarının Türk lirası cinsinden olduğunu görüyoruz. Sen faizleri yükselttiğin anda bu esnafı kalbinden vurman demek. Ana kaygı şu, bu insanların parayı döndürebilmesi. Ekonominin dönmesi açısından bu faizlerin belli seviyelere çekilmesi gerekiyor. Burada bunu sınırlandıran pek çok etken var, enflasyon bir tanesi. Şu anda reel faiz negatifte gözüküyor. Parayı ucuzlatman lazım, bunu dışa bağımlı olduğumuz için yapamıyoruz. Faizi düşürme kısmına takılmayalım. Faizi neden düşüremediğimiz kısmına takılalım. Bunun sorumlusu 2002’den bu yana AKP hükümetinin izlediği ekonomi politikalarıdır. 

SERMAYE KONTROLLERİ…

Altın ve döviz alımında gelen vergi zammı çok tartışıldı. Bu hamle sermaye kontrolü ya da kısmi sermaye kontrolü olarak değerlendirildi. Sermaye kontrollerinden anlamamız gereken nedir? Ve bunun düzeyine ilişkin ne söylersiniz?

Sermaye kontrolleri iki farklı şekilde yapılabilir. Bir tanesi bugün yaşandığı gibi sermayenin çıkışa geçtiği dönemlerde sermaye çıkışını daha maliyetli hale getirerek sermayeyi içeride kilitlemek şeklinde. Şu an bu uygulama tümüyle ona karşılık gelmiyor. Çünkü içerideki ufak yatırımcının alım-satımına müdahale ediliyor. Ama dönem dönem hükümetin bunu yaptığını gördük. Bu nedenle yabancı sermayede kaygı yaratabilecek bir hareket. İçeriye dönük fon girişlerini sınırlandırır.

Ama ikinci bir şekli var. Konjonktür tersi sermaye kontrolleri deniyor buna. Konjonktür tersi derken neden bahsediyorum? Ekonominin sıcak, hızlı büyüdüğü dönemlerde sermaye girişleri yaşanıyor. 2001’den sonraki dönemin önemli kısmı böyle bir dönem. Sermaye girişlerinin arttığı dönemlerde sermaye girişlerini daha maliyetli hale getiriyorsun, ek vergi uyguluyorsun. Ekonominin daralmaya başladığı dönemde de bunu serbestleştiriyorsun. Dolayısıyla sermaye giriş-çıkışlarına istikrar kazandırıyorsun. Konjonktür tersi sermaye kontrolleri bu. Özellikle 2008-2009 krizi sonrasında çok tartışıldı. İstikrar kazandırmak için ana akım iktisatçılar bile bunu kabul etmeye başladılar. Çünkü birçok ekonomi -İzlanda gibi- sert giriş-çıkışlar yüzünden çöktü. Sıcak paranın regüle edilmesi için sermaye kontrolleri uygulanabilir. Ama bizdeki ekonomi bunu istikrar kazandırmak için yapmıyor. Ekonomi genişlerken olabildiğince kapıları açıyor, ekonomi daralmaya başladığında da içeride kilitlemeye çalışıyor. Bu çok daha yıkıcı bir uygulama. Çok ısındırırsan ekonomiyi, daralma çok daha şiddetli oluyor. Dolayısıyla aslında iktisatçıların önerdiğinin tersine bir uygulama gerçekleşiyor.

Ana akımdan gelen bir eleştiri, sermaye kontrolleri yapılmamalı çünkü zaten para girişi sağlanmıyor, bu da sermayeyi ürkütüyor. Uzun vadede de sermayenin ülkenin girişini engelleyecek…

Burada ana meselemiz şu, hükümetin yanlışı bugün geldiğimiz noktada uygulanan para politikası değil. Eğer bununla sınırlandırırsak büyük resmi göremeyiz. Hükümetin yanlışı tarım kesimini tasfiye etmek, ekonomiyi üretimde dışa bağımlı hale getirmek. Kağıt fabrikalarını kapatıyorsun, dışarıdan kağıt ithal ediyorsun. Şeker fabrikalarını özelleştiriyorsun. Dışarıdan şeker ithal ediyorsun. En önemli kısmı belki de Türkiye şu an en fazla beyin göçü veren ülkelerden bir tanesi. Hem katma değeri yüksek mallar üretmekten bahsediyorsun, hem de en nitelikli insanlarını dışarıya kaçırıyorsun. Böylelikle ekonomi tamamıyla dışarıdan fonlanan bir yapıya kavuşuyor. Sermaye girişlerine muhtaç hale geliyorsun.

Bu tabloda eleştiri doğru. Eğer sen sermaye üzerine bu yasakları koymaya başlarsan, sermaye çıkışlarını maliyetli hale getirirsen sermaye girişlerinin de önüne geçersin. Yani hükümet yaptığı uygulamalarla Türk lirasından kaçışı engellemeye çalışıyor ama diğer taraftan da Türk lirasına dönüş için sermaye kesimi açısından ciddi endişeler yaratıyor.

“PARA POLİTİKASI EKONOMİYİ TEK BAŞINA AYAĞA KALDIRMAZ”

İşsizlik artacak, enflasyon artacak, kriz derinleşecek. Buna karşı da hiçbir şey yapılamayan bir pozisyondayız…

Bir tek Türkiye ekonomisi için değil, dünya ekonomisi açısından da böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Bizim geçmişten gelen sorunlarımız yaşadığımız krizi şiddetlendiriyor. Şiddetlendirecek. ABD ekonomisinin 2008 krizinde gördüğü en yüksek işsizlik seviyesi, bizim normal koşullarda en başarılı dönemde gördüğümüz işsizlik seviyesi (yüzde 10’lar). Şimdi biz zaten en iyi dönemimizde çift haneli işsizlik oranları ile yaşamakta olan bir ekonomiye sahibiz. Kriz böyle bir noktada yakaladığında çok daha yıkıcı sonuçları olabiliyor. Yakın zamanda gördük, Avrupa ekonomisi 2009 krizinden bu yana negatif faizlerle bu süreçten çıkmaya çalışıyor. Başarılı olabildi mi? Hayır. Demek ki mesele sadece para politikası değil.

Para politikası sadece destekleyici bir araç. Para politikasının tek başına krizden çıkaracağını düşünmek büyük bir yanılsama. Aksine evet genişlemeci politikalarla kısa vadede yol alabiliyorsunuz ama uzun vadede daha büyük ekonomik balon yaratarak krizi ötelemiş oluyorsunuz. Ve sonrasında çok daha şiddetli bir krizle karşı karşıya gelmiş oluyorsunuz. Şu an yaşanmakta olan o. Toplumun alt kesimlerine geliri ulaştıramadığınız taktirde gelir dağılımını daha çok bozacaksınız, sermaye sahiplerinin elinde para toplanacak, belli finansal araçlara yönelecek ve varlık balonları yaratacak. Bu şekilde uygulanan para politikası bunun ötesinde bir sonuç yaratmaz, tek başına ekonomiyi ayağa kaldırmaz.  

“BORÇLANDIRARAK SORUN ÇÖZMEK BALONU BÜYÜTÜYOR”

Liberal iktisatçıların dahi söylediği bir şey var artık, servet vergisi. Bu günler için bir gelir transferi sağlamak amacıyla uygulanması nasıl sonuçlara yol açar?

Servet vergisi pek çok kapitalist ülke açısından sistemin -en azından kısa vadede- rayına oturtulmasını sağlayacak bir araç. Ne yapacaksın, gelir dağılımını düzenleyeceksin, aşağıdaki talep yetersizliğini kaynak transferi ile çözeceksin. Çünkü tüketici talebi de daralıyor. Bunu engellemek için aşağıdaki sınıflara gelir aktarman lazım. Sürekli borçlandırarak çözmeye çalıştığında balonu büyütüyorsun sadece.

Şu anda Türkiye ekonomisinde yapılan sadece balonu büyütüyor…

Aynen öyle. Gelir transferi bu anlamda bir araç olabilir. Ama burada da mesele şu. Bizim gibi ülkeler sermayeyi kendi ülkesinde tutmak için bu vergilerden kaçınmak durumunda.

Orada da bir çıkmaz var…

Tabii. Vergi cennetleri var. Sen böyle bir durumda vergi cennetlerini çok daha büyük bir cazibeye kavuşturacaksın.

“TEMEL SORULARA İNİLMELİ”

Uzun vade için ne yapılabilir? Esasen en önemli soru bu olmuş oluyor…

Uzun vadeli çözüm önerilerinin hepsi para politikası alanının dışında. Para politikası sadece kısa vadede özellikle kredi piyasasındaki sıkışıklıkları ve teminat sorununu aşmak için faydalı, önemli bir araç. Ama tek başına merkez bankalarının çözebileceği bir kriz yaşamıyoruz. 2008 krizinde de meselenin o olmadığını gördük. Merkez bankaları daralma dönemlerinde genişlemeci para politikaları ile sürece müdahale ediyor. Kredi piyasasının işlemesini sağlıyor. Yapabilecekleri bu kadar. Bundan sonra daha makroekonomi politikaları devreye giriyor. Orada hükümetin yapması gerekenler var.

Türkiye ekonomisinin sorunu ne? Ciddi bir dış ticaret açığı ile dönüyor. Bu tip ekonomilerin sürekli bir sermaye girişi sağlaması gerekir ki ekonominin istikrarlı işleyişi olsun. Bu da mümkün değil. O zaman neyi değiştireceksin, Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı yapısını değiştireceksin. Türkiye’nin dünya ekonomisine sunacağı ne var? Burada ekonomi yönetimi ve siyaset mekanizması açısından daha temel sorulara inmemiz lazım. Liyakat mekanizması yok, gençlerimiz yurt dışına kaçmak için yer arıyor, giderek daha fazla öğrencimiz yurt dışında eğitim görüyor. Akademisyenlerimiz dünyanın dört bir yanına yayılıyor. En fazla akademisyen ihraç eden ülkeyiz. Eğitim üzerinde yapılan siyasi manevralar, eğitimin tümüyle siyasetin oyuncağı haline getirilmesi… İlk olarak buradan başlayacaksın. İkincisi tarım ve hayvancılık. Bu son krizde de gördük. Bir ülkenin ayakta durabilmesi için en stratejik sektör bunlar. Bunların ayakta tutulması sübvansiyonlarla desteklenmesi büyük önem taşıyor. Çünkü benzer krizlerle de göreceğiz ki Türkiye’nin gıda güvenliği yok.

Teşviklerin daha çok sanayiye transfer edildiğini görüyoruz. Buna gerekçe olarak da istihdama dönüşeceği iddiası var. Bunun da esasen gerçekleşmediğini görüyoruz.

Sanayi politikası açısından baktığın zaman Türkiye’nin uzmanlaştığı alan genelde emek yoğun sektörler. Burada da çok fazla oyuncu var. Katma değer düşük, rekabet yüksek.

Eğitim sistemini bu kadar çökertip, teknolojide şunu yapacağım dediğin zaman içinde yaşadığın gerçekle tutarlı olmuyor.

Benim önemsediğim ana mesele şu: Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı sorunu para politikası ile sınırlandırmamak lazım. Bu zamana kadar 2002’den bu yana uygulanan yanlış ekonomi politikalarının bir sonucu. Bu noktada kurdaki artışı engellemek için sermaye kontrolleriyle Türk lirasından kaçışı engellemek durumunda kalıyor. Bunun ötesinde bir noktadan sorgulamak zorundayız.

Ekonomiyi rahatlatacak tek gelişme şu an yurt dışından gelecek sermaye hareketlerinin ülkeye dönük hız kazanması. Bu da mevcut koşullarda gerçekleşebilecek gibi durmuyor. Hükümetin bu hamleleri de yurt dışı piyasalarda giderek daha fazla kaygı yaratıyor. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

CHP'li belediye başkanlarının meclis başkanı olmasını engelleyecek düzenleme gündemde

SONRAKİ HABER

Şairin ‘İhtar’ı: Kara listesinde asil üyesi olmalıyız devletin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa