09 Aralık 2017 23:30

Demir: İsveç’teki gelişmeler savaşın silahsız yansımaları

İsveç'te Sol Partiden milletvekili olan Hamza Demir ile İsveç ve Türkiye’deki siyasi gelişmeleri konuştuk.

Paylaş

Murat KUSEYRİ
Stockholm

İsveç’te uzun yıllar Göteborg yakınındaki Partille Belediyesinde belediye meclis üyesi olarak görev yapan Hamza Demir, bir milletvekilinin görevden ayrılması üzerine yedek listeden Sol Partiden milletveklili oldu.

1956 Adıyaman Tut doğumlu Hamza Demir 12 Eylül askeri darbesinin ardından tutuklandı ve yaşamının 3 yıl 8 ayını demir parmaklıklar ardında geçirdi. 1986 yılında İsveç’e gelerek siyasi iltica talebinde bulunan Demir, 1991 yılından bu yana Sol Parti bünyesinde aktif politika yapıyor. Demir’le İsveç ve Türkiye’deki gelişmeleri konu alan bir söyleşi gerçekleştirdik. 

İsveç’te son dönemde izlenen politikalarda belirgin değişimler olduğunu gözlemliyoruz. Bir yandan kazanılmış haklar gaspediliyor bir yandan da İsveç NATO’ya  yaklaşıyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsveç’te yaşananlar Avrupa ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşanan sorunlardan bağımsız ele alınamaz. Dünya kapitalist sistemi yeni bir aşamaya ulaştı. Önceden kurumlaşan toplum yapıları şimdiki yeni üretim ve sosyal ilişkilere cevap veremiyor. Daha önce ulus bazlı örgütlenen ekonomi ve onun üst yapıları olan devlet, hukuk ve sosyal ilişkiler iletişim çağının, küreselleşme denilen gelişmelerin yarattığı yeni ekonomik koşullara ve kültürel değişiklere cevap veremiyor.

Bu yeni sistemin mühendisliğini yine büyük kapitalistler yapıyor. Çıkış noktaları daha fazla kâr, daha fazla kazanç oluyor. İtici güç bu olunca eskiden beri var olan rekabet savaşlara yol açıyor. İsveç’te olanlar da savaşın silahsız bir biçimde -işsizlik, yoksulluk, sosyal hakların budanması ve ırkçılık olarak- yansıması. Sermaye sözcülerinden sık sık “Rekabet gücümüzü artırmamız lazım” dediklerini duyuyoruz. Böyle diyerek vergi kaçırmayı, işten atmayı, ücretleri düşürmeyi, sosyal hakları budamayı makul göstermeye çalışıyorlar. Uygulamaya konulan politikalardan toplumun alt kesimleri zarar görüyor. 

NEOLİBERALİZMİN SORUNLARINA İKİ AKIM YANIT VERİYOR

Bu politikaların siyasi sorumluları kimlerdir?

Yeni liberalizmin ekonomi politikaları bizim dışımızda ve sosyal demokratlar dahil neredeyse tüm partiler tarafından uygulanıyor ve savunuluyor. Bu politikaları benimseyenler rekabetin yol açtığı yıkımın siyasi sorumlularıdır. 

Bu politikalara karşı toplumda oluşan tepkilere iki akım cevap vermeye çalışıyor. Bir yandan ırkçılar sistem partilerine alternatif gibiymiş gibi kendilerini göstererek güç kazanmaya çalışıyor. Küreselleşmenin sebep olduğu problemlerin sorumlusu olarak sığınmacıları, göçmenleri ve misafir işçileri gösteriyor. Böylelikle kitlelerin öfkesini sermaye yerine bu kesimlere yönlendiriyor. 

Mesela, bir ulaşım şirketi 150 kron saat ücretiyle çalıştırdığı İsveçli soförün yerine 50 kron verdiği Bulgaristanlı şoförü çalıştırınca İsveçli işsiz kalıyor. Irkçılar bu İsveçliye gelip “Bak bu karakafalı senin işini aldı. Onu ülkeden atarsak işini geri alırsın” diyor. Çok sade bir problem formülasyonu ve çok sade bir çözüm önerisi! 

Ama bu aynı zamanda çok alçakça ve korkakça bir formülasyon. Çünkü problemin esas sorumlusu olan ve bundan büyük kazançlar elde eden kapitalisti sorumlu gösterip ona göre çözüm üretmiyor, tam tersine emekçileri, aynı ekmek derdindeki sınıf kardeşlerini karşı karşıya getiriyor. 

Diğer yandan da sosyalistler olarak biz, yeni liberal politikaların yıkım politikaları olduğunu, yanlış olduğunu söylüyoruz. İsveç’te görülen anlaşmazlıkların arka planında sermaye ile emek arasındaki mücadele var. Bu görülmezse sorunları tahlil edemez ve çözüm üretemeyiz.

İSVEÇ SERMAYESİ NATO ŞEMSİYE ALTINDA DAHA GÜVENDE HİSSEDİYOR!

İsveç’in karşı karşıya kaldığı ve emekçilerin yaşamlarını etkileyen sorunlar nelerdir?

Birincisi sığınmacılar sorunu. Bu sorun hümanist ve demokrat gözünen Avrupa sermayesinin gerçek yüzünü açığa çıkardı. Ama buna karşı tabandan gelen güçlü bir dayanışma olduğunu da unutmamak gerekir.

İsveç’in NATO ile artan iş birliği de önemli bir sorun. Bu zamanımızın küresel sermayesinin rekabet ve çatışmada bir araç olan askeri güç içinde bir yer edinme çabası olarak açıklanabilir. Soğuk Savaş döneminde bağlantısızlar gurubunda aktif rol oynayan İsveç’in içinde bulunduğumuz dönemde böyle bir rolü üstlenmeye niyeti yok. Anlaşılan, İsveç sermayesi kendisini NATO şemsiyesi altında daha güvende hissediyor! Ya da özellikle ABD’den gelen tehditlere karşı duramıyor. Ama bu konuda da halkın geniş kesimi tepkisini gösteriyor. 

Özelleştirme, taşeronlaştırma ve hakların gaspedilmesi de emekçilerin en önemli sorunları arasında. 

Sol Partinin frenlemesi sayesinde yeni özelleştirmeler ve emekçi düşmanı politikaların yaşama geçmesi bir ölçüde engellenebildi. Sol Parti olarak hükümetin emekçilerin haklarını koruyan bazı reformlar yapmasını da sağladık.,

‘YARGILANMA KORKUSU HÜKÜMETİ OTORİTERLEŞTİRİYOR’

Türkiye’deki  basın ve ifade özgürlüğü, insan hakları ihlallerininin artmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünya kapitalizminin büyük krizlerinde sermaye mevcut sistemlerin çerçevesinde, burjuva demokrasisinin yasaları, hukuku ve gelenekleri çerçevesinde çözüm araken çözümsüz kalıyor ve bu durumda sermayenin en gözü kara en saldırgan kesimleri öne çıkıyor. ABD’de Trump, Rusya’da Putin, Avrupa’da sağcı-popülist-ırkçı partiler bu kesimlerin temsilcileri. Türkiye Ortadoğu’da ekonomik olarak belli bir güce ulaştı. Türkiye sermaye-sinin ‘Arap Baharı’yla birlikte Irak, Suriye ve diğer Ortadoğu ülkeleriyle ilgilenmesinin nedeni Osmanlı nostaljisi değil, Türk sermayesinin bölgeden pay kapma isteğidir. ABD ile Türk Hükümeti arasındaki anlaşmazlıkların altında bu gerçeklik yatıyor. 

Türkiye’de TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye statükocudur. Devlet denetiminde palazlandı. Daha önce MSP’nin temsil ettiği Anadolu Kaplanları denen sermaye kesimi 12 Eylül döneminde palazlanıp uluslararası sermayeyle bütünleşmesi sonucu büyüklüğü oranında iktidardan pay ve yer istedi. 28 Subat´in, ordu ve AKP’nin kapışmasının, Ergenekon ve Balyoz davalarının arkasında bu gerçeklik var. Bu kesim hükümet olmayı ve iktidara ortak olmayı  başardı. Şimdi eski devletin bir kesimiyle yeni sermayenin temsilcileri arasında bir koalisyon var. Bu dışarıya MHP-AKP iş birliği olarak yansıyor. CHP’nin bazı temel devlet politikalarında hükümeti desteklemesi de böyle açıklanabilir.

AKP’nin açığa çıkan yolsuzlukları ve Fethullah Gülen Hareketiyle iktidara hakim olma savaşı hükümet ve AKP’yi demokrasiden daha da uzaklaştırdı. Yargılanma korkusu hükümeti daha da otoriterleşiyor. 

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan Kürt sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sorunun çözümü için neler yapılmalı?

Türkiye’nin geleceği açısından bu sorun belirleyici. Her ulusun ne kadar demokratik hakları varsa Kürtlerin de o kadar hakları vardır. Ne fazla ne de az. Kendi kaderleri hakkında karar verme hakları kendilerine aittir. Dünya ve Türkiye’nin yapacağı şey, Kürt halkının kendi geleceğiyle ilgili kararlarını özgürce verebileceği bir demokratik ve barış ortamının yaratılmasına katkıda bulunmaktır. Bu aynı zamanda ahlaksal bir şeydir. Ben kendime ne hakkı tanıyorsam başkalarına da aynı hakkı tanımalıyım.

ÖNCEKİ HABER

Bir dönüşümün şiiri: Ezmira

SONRAKİ HABER

'Kristal-İş bizi yalnız bıraktığı için sendika değiştirdik'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...