04 Şubat 2017 11:07

Toplu sözleşelim, güçlenelim, özgürleşelim

Sendikalaşma, grev ve TİS hakkı nasıl kazanıldı?

Paylaş

Müslime KARABATAK

Bu ay Amerikalı kadınların yürüyüşü ile ilgili bir sayfa hazırlayayım diyordum, fakat fikrimi değiştirdim. Farkındayız bu yürüyüşün, cesaretin sokaklara dökmesinin, “yapacağın tüm saldırılara ‘HAYIR’ diyoruz Trump” demenin önemini. O kadınlar ne kadar kalabalıktı, kalabalık olduğumuzu bu ay da hissettik. Böyle hissetmeye ihtiyacımız var. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada ihtiyacımız var seslerimizi birleştirmeye.

Seslerimizin birleştiği bir başka alan olan metal grevi, fikrimi değiştiren şey oldu. Takip edememiş olanlar için özetle, EMİS (Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası) ile Birleşik Metal-İş Sendikasının toplu iş sözleşmesi döneminde anlaşma sağlanamaması üzerine işçiler greve çıkmış, grev aynı gün Bakanlar Kurulu tarafından “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanmıştı.

Ancak işçiler fiili mücadele vererek kazanım elde ettiler. Kazanımları sadece ücretlerine yapılan zam olmadı; greve çıkan 2200 işçinin yasağa, OHAL’e, patronların baskısına hep birlikte ‘hayır’ diyebilmeleri ve sendikalarını da zorlayarak bu grevi gerçekleştirmeleri asıl kazanımları oldu. EMİS kapsamına girmeyen fabrikalardan işçiler de grevcilere destek verdi.

Metal işçilerinin yasaklara boyun eğmeyerek çıktıkları grevin ve patrona imzalattıkları toplu sözleşmenin biz kadınlar için ne kadar hayati olduğunu tarihten okuyalım.

KADINLAR OY HAKKINI İLK SENDİKALARDA KAZANDI

19. yüzyılda, bugünkü sendikaların ilk örneklerini oluşturan işçi gruplarına vasıflı erkek işçilerin dışındakiler giremiyordu. Erkek işçiler başta, kadın ve çocuk emeği ile makineleri, işlerini çalan hırsızlar gibi görüyorlardı. Daha sonraları işçiler, sömürünün nedeninin ne makineler ne de kadın emeği olduğunu kavramaya başladı. İlk bağımsız sınıf eylemi olarak kabul edilen Manchester’daki 1819 Peterloo Ayaklanması’nda işçiler, sadece ekonomik taleplerle sokağa çıkmamıştı. Aynı zamanda 1799’da İngiliz hükümetince çıkarılan Combinations Act’in (Birleşme Yasası) yasakladığı örgütlenme hakkını talep ediyorlardı. Bu dönemin örgütlü işçi grupları, temsilcilik sistemini kullanarak kendi demokrasilerini oluşturmuşlardı. Bu grupların parçası olarak mücadele eden kadınlar, oy hakkını ilk defa sendikalarda kazandı. Kendi ülkelerinin vatandaşları olarak oy kullanabilme hakkını ise neredeyse yüzyıl sonra elde edebildiler. Amerika’da da 1868’de kurulan Ulusal Emek Birliği (NLU) eşit işe eşit ücret, kadın işçilerin örgütlenmesi ve yönetimde yer almasını savundu.

YASAKLARA RAĞMEN TOPLU SÖZLEŞME

1800’lerin sonlarında İngiliz işçi hareketi üzerinde etkisi olmuş Fabian Topluluğundan Beatrice Webb, ‘toplu iş sözleşmesi’ terimini ilk ortaya atan kişi olarak bilinir.

İşçiler, bir araya gelmeye başladıkları tarih boyunca o ya da bu şekilde taleplerini garanti altına alacak sözleşmeler imzalamaya çalıştı. Çoğunlukla çalışma saatlerinin düşürülmesi ya da ücretlerin artırılması gibi talepleri içeren bu sözleşmeler, kimi zaman işverenle kimi zaman vali gibi yöneticilerle yapıldı.

Örneğin 1806’da Amerika Philadelphia’da Ayakkabıcı Kalfaları Federal Topluluğu üyeleri, belirli bir işe belirli bir miktar ücret ödenmesi, daha düşük ücrete kimsenin çalıştırılmaması, eğer çalıştıran olursa onunla çalışılmayacağı maddelerini içeren bir sözleşme imzalamayı başardı. Ancak mahkeme bunun bir “komplo” olduğuna karar verdi.

Fransa’da ise 1831’de 16 saatten fazla çalışan Lyonlu dokuma işçilerinin baskısıyla vali, asgari bir ücret tarifesi hazırladı. Ancak patronlar bu tarifeyi keyfi olarak uygulamadı.

Ekonomik, sosyal ve siyasal taleplerini ancak ve ancak örgütlü mücadele ile elde edebileceğinin farkına varan işçiler, tüm engel ve baskılara rağmen ne sendikalaşmaktan ne greve çıkmaktan vazgeçti. Bir Schneider Enerji işçisinin kendisiyle yapılan röportajda dediği gibi; “Çünkü hayat bunu dayatıyor işçiye.”

SOSYALİZMİN  ETKİSİ

Sendikalaşma, grev ve TİS hakkı, bugünkü anlamda, ancak birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra sendikaların ve Sovyetler Birliği’nin baskılarıyla yasalara yazıldı. Avrupa sendikalarının talepleri doğrultusunda 1919’da Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kuruldu, yine sendikaların çabaları sonucu, aynı zamanda Versailles Barış Anlaşması’nın giriş bölümünü oluşturan İşçi Hakları Bildirgesi benimsendi. Bu bildirgenin temel ilkeleri şöyledir;

- Emek bir meta değildir,

- Herkese sendikal örgütlenme hakkı sağlanmalı, yeterli bir yaşam düzeyini koruyabilmek için elverişli ücret ödenmelidir,

- Günlük 8, haftalık 48 saat çalışma süresi,

- Haftada en az 24 saat dinlenme süresi,

- Çocuk yaşta işçi çalıştırılması yasaktır,

- Tüm işçilere eşit davranılmalıdır,

- İşçileri koruyan yasa hükümlerinin uygulanmasını sağlayacak denetim sistemi kurulmalıdır.

1949’da ise Sovyetlerin büyük çabasıyla sendikal örgütlenme, grev ve toplusözleşme hakkı uluslararası anlamda yasalaştı. Böylece, sendika özgürlüğünü düzenleyen 87 sayılı ILO Sözleşmesi, grev ve toplu pazarlık hakkını düzenleyen 98 sayılı ILO Sözleşmesi kabul edildi.

HAYATIMIZLA DİREK BAĞI VAR

Bu, örgütlü işçi mücadele tarihi bugünkü toplu sözleşme düzeylerini belirlediği gibi, toplu sözleşme düzeyleri de ülkelerdeki eşitlik ve demokrasinin ne kadar gelişkin olduğunun göstergesi.

Örneğin İngiltere’de özelleştirme politikalarının gündeme geldiği 1980’lerden bu yana, Türkiye’de de özellikle son 10 yılda sendikalaşma oranları düşmüş ve toplu sözleşmelerin kapsamı daralmıştır. Avrupa’da gelir eşitsizliğinde Türkiye liderliği yaparken, onu İngiltere takip etmektedir. Türkiye aynı zamanda demokratik hak ve özgürlüklerin en çok gerilediği ülkedir.

Sendika üyeliği yoğunluğunun ve toplu sözleşme kapsamının birçok ülkeden daha yüksek olduğu İzlanda, Finlandiya, İsveç gibi ülkelerde örgütlü kadın sayısının da yüksek olduğunu söylemeliyiz. Buradaki kadınlar sendikaları içinde ve sendikalarıyla verdikleri mücadele ile çalışma, annelik, ücretsiz ve güvenli çocuk bakımı ve diğer demokratik haklar konusunda daha iyi durumdadır.

Sendikal örgütlülüğün ve TİS düzeyinin çok düşük olduğu Amerika’da başta kadınlar olmak üzere emekçilerin sağlık, üreme, özgürce yaşama, insanca koşullarda çalışma haklarının birer imzayla silip süpürülebilmesi de bundan.

Türkiye’de de 2000-2013 arası sendika üyeliği oranının yüzde 29’lardan yüzde 6’lara düşmesiyle, TİS kapsamındaki işçi sayısının yüzde 12’lerden yüzde 6’lara gerilemesiyle gelir eşitsizliği, anne ve çocuk ölümleri, işçi ölümleri, işyerlerinde sömürü ve tacizin artışı arasındaki bağı görmek gerek.

Eğer daha insani koşullarda çalışmak ve yaşamak istiyorsak sendikalarda örgütlenmeli ve sendikaları örgütlemeliyiz. Çünkü “hayat bunu dayatıyor” biz kadınlara...

ÖNCEKİ HABER

KESK İzmir Şubeler Platformu: Mücadele etmeye devam edeceğiz

SONRAKİ HABER

‘21 yıla çocuklarım için katlandım’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa