24 Eylül 2016 05:57
/
Güncelleme: 07:53

Toplumun akli melekeleri sistemli bir şekilde imha ediliyor

Şerif Karataş, Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile 15 Temmuz sonrası Türkiye’deki siyasi gelişmeleri ve bu gelişmelerin Suriye’ye yansımalarını konuştu.

Toplumun akli melekeleri  sistemli bir şekilde imha ediliyor

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Ortadoğu üzerine çalışmaları bulunan Tarihçi, Siyasal Bilimci ve Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan, 15 Temmuz sonrası Türkiye’deki siyasi gelişmeleri ve bu gelişmelerin Suriye’ye yansımalarını değerlendirdi. 

Bozarslan,  “Türkiye’deki tek-adamlaşma sürecinin ve iktidar ilişkilerinin sadece Erdoğan’ın hegemonik bir blok oluşturabilmesi ve meşruiyeti plebister bir çerçeveyle tanımlamasıyla açıklanamayacağını, aynı zamanda toplumun sersemleştirilmesine dayanan bir iktidar mühendisliğiyle yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu olan sadece devletin tasfiyeler yoluyla kendi içinde yoğun bir fiziki ve sembolik şiddet üretmesi ya da büyük bir korku yaratması değil, aynı zamanda toplumun akli (kognitif) melekelerinin sistemli bir şekilde imha edilmesi” dedi. 

Bozarslan sorularımızı yanıtladı.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Fransız dergisi L’express’e verdiğiniz röportajınızda, Erdoğan’ın artık neredeyse tüm iktidara sahip olduğunu ve devleti rehin aldığını ifade ettiniz. Bu ifadenizi biraz açar mısınız?
Bu konuda ele alınması gereken ilk sorun, Türkiye’de son yıllarda ‘lider’in kurumların üstünde yer alan, milletin asaletini ve tarihini temsil eden ve kaderini belirleyen tek merci olarak görülmesi. Liderin, toplumla, kurumlara değil de biyat/aidiyet/himaye ilişkisine dayalı organik bir bağ kurmasını zorunlu kılan bu bağ, sadece devletin iç “denge ve kontrol” mekanizmalarının ortadan kalkmasına yol açmıyor, aynı zamanda da bir toplumun varolmasının koşulunu oluşturan tutanakların çökmesini de kaçınılmaz kılıyor: Şu ya da bu devlete düşman olması istenen toplum, çok kısa bir zaman içinde ve kendi hafızasını imha etme pahasına, bu devleti dost olarak görmek, iktidarın daha üç-dört yıl önce mukaddes olarak değerlendiği bir cemaatin aslında bir “terör örgütü” olduğunu kabul etmek durumunda kalıyor. Toplumun zaman ve mekan tutanaklarını imha eden lider, güvenilebilecek tek tutanak, meşruiyetin tek kaynağı, ulaşılabilecek tek ufuk haline geliyor.

Bu basit gözlemlerden yola çıkarak, Türkiye’deki tek-adamlaşma sürecinin ve iktidar ilişkilerinin sadece Erdoğan’ın hegemonik bir blok oluşturabilmesi ve meşruiyeti plebister bir çerçeveyle tanımlamasıyla açıklanamayacağını, aynı zamanda toplumun sersemleştirilmesine dayanan bir iktidar mühendisliğiyle yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu olan sadece devletin tasfiyeler yoluyla kendi içinde yoğun bir fiziki ve sembolik şiddet üretmesi ya da büyük bir korku yaratması değil, aynı zamanda toplumun akli (kognitif) melekelerinin sistemli bir şekilde imha edilmesi.

‘TÜRKİYE CİDDİ SORUNLARLA KARŞI KARŞIYA KALABİLİR’

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cerablus’un 14 saatte IŞİD’den ÖSO’ya geçmesinin ardından TSK ve ÖSO güçlerinin el Bab’a girmesi gerektiği yönünde açıklamalar yaptı. Buna karşı duranlara ya da eleştirilenlere ise tepki gösteriyor. TSK’nin ÖSO ile birlikte Suriye’nin içine doğru böyle olası bir operasyonun yapması hem Türkiye hem de bölge için ne ifade eder?
Bu soruya elimizdeki mevcut verilerle cevap verebilmek mümkün değil. Şu ana kadar IŞİD Cerablus’ta çatışmadan çekilme ya da gizlenme taktiğini benimsedi. Bununla birlikte dört tank imha ederek de ciddi bir şiddet kapasitesine sahip olduğunu göstermek istedi. Türkiye’nin çok daha büyük bir stratejik öneme sahip olan ve şehir savaşına çok daha fazla imkan sağlayan el Bab’a girmesi durumunda IŞİD’in nasıl bir tepki göstereceğini bilemiyoruz. Ama 2011’in ÖSO ile hiç bir ilişkisi olmayan ve ciddi bir askeri kapasiteye sahip olmadığı bilinen günümüz ÖSO’nun bu işe tek başına girişemeyeceği kesin. Bu nedenle de IŞİD’in ya da IŞİD’in yerini alabilecek milis kuvvetlerinin direnmesi halinde Türkiye’nin ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabileceğini söyleyebiliriz. Buna ek olarak, Cerablus’tan beri sessiz kalan Türkiye’deki IŞİD’in de ciddi bir şiddet potansiyeline sahip olduğunu hatırlatmak gerekli. Hatırladığım kadarıyla, Mayıs 2013’te George W. Bush, Irak Savaşı’nın zaferle bittiğini ilan etmekteydi. Sonrasını biliyoruz. Sahadan çekilmiş bir aktöre karşı bir ayda kazanılan “zafer”, her zaman gelecek zaferlerin garantisini oluşturmuyor.

‘SUSURLUK TİPİNDE YENİ BİRİMLERİN OLUŞMASINA ZEMİN HAZIRLANMAKTA’

15 yıldır bu ülkeyi yöneten Erdoğan-AKP Hükümetlerinin hem Kürt sorunuyla bağlantılı iç politikada hem de Suriye politikasıyla bağlantılı dış politikada kendi başarısızlıklarının üstünü askeri devreye sokarak örtmeye çalıştığı yönünde değerlendirmeler de yapılıyor. Bu değerlendirmelere katılıyor musunuz?
Bu soru birinci sorunuzla yakından alakalı: 15 Temmuz’da askeri bir darbe teşebbüsünün gerçekleştiği açık. Ama bu teşebbüs, devletin iç denge ve kontrol mekanizmalarının nasıl felç olduğunu, eldeki bilgileri değerlendirmekten bile aciz bir hale düştüğünü de gösterdi. Aynı şekilde, yakalanan generallerin bir kısmı Gülen Cemaatine yakın olsa bile, darbe teşebbüsünün çok daha geniş bir kartel ya da bir koalisyon tarafından düzenlediğini söyleyebiliriz. Olup bitenler, devlet içi fragmentasyonun son derece kanlı bir boyut kazandığını göstermekte. Darbe girişimini bir öcü gibi algılanan “FETÖ”yle açıklamak, bu felçleşme ve fragmentasyon süreçlerinin anlaşılmasını imkansız kılmakta ve dolayısıyla da yeni darbelere ya da en azından devlet içinde Susurluk tipinden yeni birimlerin oluşmasına zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramamakta.

Evrensel'i Takip Et