28 Ağustos 2016 05:12

{Dinci Amerikancı} – {dinci Amerikancı} = {dinci Amerikancı}

Hakkı Özdal, soğuk savaş döneminde Türkiye'deki dinci Amerikancı akımı ve bugünkü Suriye'ye müdahaleyi yazdı.

Paylaş

Hakkı ÖZDAL

Nazilerin kesin yenilgisinden sonra dünyanın aldığı politik şekli ve özellikle de nükleer silahların ‘caydırıcılığı’ nedeniyle oluşan dengeli gerilimi, “soğuk savaş” kavramıyla adlandıran ilk kişi ABD’li Walter Lippman olmuştu. Lippman(1889-1974), yazar, gazeteci, sosyal bilimci… ama esasen “çift joker” gibi bir Amerikan müessesesiydi. 1. Dünya Savaşı sona ermekteyken ABD, kendi ekseninde bir dünya düzeni kurmaya dönük ilk kapsamlı girişimi, ABD Başkanı’nın bir Kongre nutkuyla ilan ettiği “14 Nokta” ile yapmıştı. Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’a atıfla “Wilson İlkeleri” adıyla bilinen ve Almanların teslim olmasına temel teşkil eden bu “14 Nokta”yı tespit etmek için bir araştırma kurulu oluşturulmuştu. O kurulun başında Walter Lippman vardı. 21 Temmuz 1921’de ilan edilen ve bazı kaynaklar tarafından, “günümüze dek gelen Amerikan derin devletinin çekirdeği” olduğu öne sürülen “Dış İlişkiler Komitesi”nin (CFR) de kurucuları arasındaydı. CFR, özellikle ABD peyki konumundaki ülkelerde, ekonomik, siyasi, askeri, psikolojik ve kültürel programlar yürüttü. ABD hükümetlerinin en önemli bakanlıklarında, ülkenin en önemli basın kuruluşlarında CFR kökenli isimler görev yaptı. Henry Kissinger, Samuel Huntington, ‘baba-oğul Bush’lar, Bill Clinton, Colin Powell, Dick Cheney, Condoleeza Rice gibi majör ABD yöneticileri CFR bağlantılıydı. Liberal aydınlar, Sovyetler Birliği’ni, düşünce dünyasına hegemonik bir Komünist Parti etkisiyle müdahale etmekle suçlarlar ve ‘Jdanov’u işaret ederler. Oysa ‘hür dünya’nın şefi ABD daha İkinci Dünya Savaşı öncesinden neoliberalist tahakkümün kurumlarını inşaya başlamışken, entelektüel yeteneklerinin gelişkinliği şüphe götürmez olan Lippmann, tiyatrodan politik psikolojiye kadar sayısız alanda “politika üretici” olarak rol oynuyordu. (Diplomasiye ve siyasi tarihe “soğuk savaş” kavramını enjekte ettiği gibi sosyal psikolojiye de halen çok yaygın olarak kullanılan “stereotip” terimini kazandırmıştır.) 

***

İşte o Walter Lippmann, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği ve Nazi enkazının Avrupa’nın üstüne çöktüğü, ama öte yandan da antifaşist zaferin görkemli ülkesi Sovyetler’in kapitalist dünyaya karşı itibarlı, moralli ve elle tutulacak kadar sahici bir alternatif oluşturduğu yıllarda da ‘görevdeydi’. Savaş yorgunu batı Avrupa ülkelerine emanet edilemeyecek kadar önemli “çevre ülkeler” için tasarlanan iki antikomünist projenin, ‘Truman Doktrini’ ve ‘Marshall Planı’nın da sergerdelerindendi. 1947 yılından itibaren, Truman Doktrini ile silah verilerek üs, Marshall Planı ile mali yardım aktarılarak imtiyaz alınacak ülkeler arasında Türkiye de vardı. Türkiye ve Yunanistan, bazı Kongre üyeleri tarafından “antidemokratik rejimleri”, “basın hürriyetine karşı tutumları” nedeniyle eleştiriliyor, “bunlara mı yardım edeceğiz” deniliyordu.

Walter Lippmann, “Nazileri yenmiş hür dünya” sarhoşluğunda bir naif değildi. Truman ve Marshall paketlerinin, ABD dış politikasını kesin bir Sovyet karşıtlığı ve anti-komünizm temelinde yeniden inşası için zorunlu olduğunu biliyordu. Kongre’deki birkaç romantik üyenin istediği demokratik müttefiklere değil, sağlam karakollara ihtiyaç vardı. “Basın hürriyeti” ve “demokrasi” bu karakollar için zorunlu değildi. 1 Nisan 1947’de Herald Tribune gazetesinde yayımlanan makalesinde açıkça şöyle yazdı: 

“Türkiye ve Yunanistan’ı gerçekten yardıma muhtaç oldukları ya da demokrasi modeli teşkil ettikleri için seçmedik. Bu ülkeleri, Sovyetler Birliği’nin kalbine ve Karadeniz’e açılan stratejik kapılar oldukları için seçtik.”

***

Sonrasında zaman zaman yaşanan kesintiler ve direnişlerle sağlanan geriletmeler bir yana, 1947’den sonraki Türkiye Walter Lippmann ve ABD’nin hayal ettiği, kurguladığı, yönlendirdiği bir Türkiye oldu. Çok partili ‘demokrasi’ ve ardından sökün eden sağcı iktidar(lar), cumhuriyetin en kıymetli mücevherini, laikliği yonta kese tutundular. Türk sağcılığının kendi asimetrik iktidarına halktan “rıza üretmesi” bu anti-laik, dinci temelden beslenegeldi. (İnsanların, “normalde karşı çıkacakları davranışlara olumlu bakmalarını, istemedikleri şeyleri istiyormuş gibi hissetmelerini sağlamak” anlamındaki “rıza üretimi/imalatı” kavramı da bir Walter Lippmann icadı!) Türkiye’de milliyetçi ve İslamcı sağcılık, jenerik olarak “dinci Amerikancı”dır. Güncel versiyonlarının orijini, Walter Lippman’ların tasarladığı soğuk savaş doktrinlerine dayanır. Anadolu’da okul çocuklarına dağıtılan tarihi geçmiş süt tozları ile 6. Filo’nun karşısına serilen seccadeler, onu protesto eden solcu gençlere saplanan bıçaklar ve ülkücü komando kampları ‘aynı kalem’dendir. “Sovyetler Birliği’nin kalbine ve Karadeniz’e açılan stratejik kapı”nın kapıcılarıdır bunlar.

***

60’lardan başlayarak yükselen gençlik ve halk hareketinin etkisiyle 70’ler boyunca geriletilen, hareket alanı daraltılan Amerikancı sağcılık; 12 Eylül darbesiyle ve bu kez solu kalıcı şekilde, kanla ezmek üzere geri döndü. 12 Eylül darbesinin, Türkiye’yi neoliberal kapitalist dünya düzeninin boyunduruğuna –artık hiçbir sol pürüze takılmadan– sokma stratejisi, Özal ve onu takip eden daha zayıf sağcı iktidarlarla sürerken, solcuları ezme işi orduya havale edilmişti. 12 Eylül öncesi yaygın ve güçlü olan sol ile genel olarak direnişçi emek-halk örgütleri ezildi. Ama gerek bölgesel gerekse yerel “işlevler” düzeyinde dinci-Amerikancı sağcılığa ihtiyaç bitmedi. Türkiye’nin 2000’li yılları, dinci-Amerikancıların, fonksiyonel olarak farklı iki kolunun ittifakının iktidarı altında geçti. O ittifak, malum, bozuldu. Acısını bütün ülkenin çektiği kanlı bir iktidara tutunma savaşıyla ortaklık çatladı. Şimdi kalanlar, kaçanları “Amerikan uşaklığı” ile suçluyor. Ve aynı anda, “sizin en iyi dostunuz biziz” diyen Beyaz Saray adamının geldiği gün, tanklarını nihayet “IŞİD’in üstüne” sürüyorlar. Belli ki, içlerinden bir dinci-Amerikancı kliği çıkarınca “yerli ve milli” algılanacaklarını ve böylelikle kendilerine yönelik rızayı sürekli imal edebileceklerini düşünüyorlar. Oysa o çıkarma işleminden geriye yine bir dinci-Amerikancılığın kaldığı, Suriye’de yürüttükleri tanklara bakınca net olarak görülüyor. 

ÖNCEKİ HABER

Delik deşik ve yorgun vicdanlar

SONRAKİ HABER

Düğümün çözüm noktası: Bab

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...