11 Ocak 2016 00:57

Avukat Rezan Sarıca: Savaşı sürdürmek için Sayın Öcalan'ı toplumdan uzaklaştırıyorlar

Paylaş

Eda YILDIRIM
İstanbul

Bölge illerinde devam eden sokağa çıkma yasakları ve ölümlerin son bulması için kamuoyundan, iktidara “Müzakere dönün” çağrısı yapılırken, Çözüm Süreci’nin bir adımı olarak Abdullah Öcalan’ın, sekreterya görevini yürütmek üzere İmralı’ya gönderilen Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran’ın Silivri Cezaevine sürgün edilmesi yeni endişelere yol açtı. 

Gazetemize konuşan Asrın Hukuk Bürosu Avukatlarından Rezan Sarıca, Arkaş ve Kuran’ın sürgün edilmesinin Öcalan üzerindeki tecridin daha da derinleştiği anlamına geldiğine vurgu yaptı. İktidarın bölge illerinde var olan savaş halini sürdürmek için Abdullah Öcalan’ın toplumla temas etmesini engellediğini söyleyen Sarıca, “Sayın Öcalan’ın toplumla temas ettiği bir düzende bunu yapmalarının mümkünatı yoktur. Milyonların lideri olarak kabul ettiği sayın Öcalan’ın mesajlarının, sivil toplum örgütlerini, demokratik güçleri daha ciddi bir şekilde bir araya getirip,  büyük bir direnişin içerisine koyabileceğini, bir çatışma hali veya silahla değil, tamamen siyasi, kalıcı bir çözüme evrilecek adımların atılmasına vesile olacağını düşünüyoruz” dedi. 


Abdullah Öcalan’ın sekreteryasını yürütecek grupta yer alan Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran’ın Silivri Cezaevine sürgün edilmesi ne anlama geliyor?Sonuçta Arkaş ve Kuran, çözüm sürecinde gelinen bir aşamanın adımı olarak İmralı adasına götürüldüler. 
Bizce bu sürgünün 2 önemli sebebi var. Bunlardan birincisi, sizin de söylediğiniz gibi müvekkillerimizin İmralı Adası’na götürülüşündeki amaç; Yani hükümetin dahi demokratik bir adım, çözüm sürecinin önemli bir adımı olarak ortaya koyduğu bu adımdan devlet aygıtı 9 ay gibi kısa bir süre sonra geri döndü. 5 kişiden 2 kişinin Silivri’ye getirilmesi o adımdan ciddi bir geriye dönüştür. Çözüm sürecindeki en önemli kurucu aktör olan sayın Öcalan’ın sekretaryasını oluşturacak müvekkillerimizin bu statülerini kaybettikleri, devlet tarafından, hükümet tarafından buna son verildiğinin açık bir ifadesidir bu sürgün. Bu anlamda Çözüm Süreci üzerinde devletin ne kadar gayri ciddi olduğu yeniden ortaya çıkıyor. Zira 9 ay gibi kısa bir sürede böylesine bir amaç değişikliği, Kürt sorununun siyasi temelde çözümünü hedeflemedikleri, farklı çıkar ve amaçlar peşinde koştuklarını da net bir biçimde ortaya koyuyor. 

Peki bu sürgünün ikinci nedeni nedir? 
İmralı rejimi bir ada hapishanesinde kurulmuş. 17 yıldır kendi varlığıyla tecridi içeren bir ada hapishanesi. Çok ciddi kısıtlamaların ve sistematik hale gelen hak ihlallerinin olduğu bir cezaevi. Ve nihayetinde 10 yıl boyunca da tek kişilik bir cezaeviydi. Akabinde beş hükümlünün oraya götürülmüş olması tecrit sisteminden çıkıldığı anlamına gelmedi. Sonrasında gelen uygulamaları, tecrit sisteminin grup izolasyonuna döndüğünü göstermiştir. Nitekim 15-16 Mart tarihinde sekreterya görevi için adaya giden 5 müvekkilimizin aileleri ve avukatlarıyla görüştürülmediği 9 aylık bir süreç yaşandı. Bu açıdan İmralı sistemindeki tecridin derin ve daha kapsamlı bir işkence sistemi olduğunu ifade etmek mümkün. Müvekkillerimiz ise adaya götürüldüklerinden bu yana ciddi bir biçimde İmralı sistemine karşı çıktılar. Aileleri ve avukatlarıyla görüşme hakları, telefon ve mektup hakları yok sayıldı. 

Tek iletişim kanalı, arada bir onların gönderdiği mektuplardı. Bu mektuplar, müvekkillerimizin İmralı sistemini kabul etmediklerini ifade eden mahkeme kararlarını içeren mektuplardı. Mektupların içi mahkeme red kararları ile dolu. Anayasa Mahkemesi haricinde tüm iç hukuk yollarını kullandılar. Anayasa Mahkemesi gibi mercilere başvuru yapmamız için bu maktupları bize yolladılar. Bu mektuplarda, “Şu karar gelmiş, onu gönderiyorum. Bu konu da AYM başvurusu yapabilir misiniz?” şeklinde 3-5 cümlelik ifadeler yer alıyordu. Bu ifadelerin arttığı, örneğin İmralı sistemine karşı düşüncelerini ifade ettikleri ya da buna karşı çıktıkları mektupları engellendi. Ve mektuplar içerisindeki  mahkeme kararları da gelmediğinden dolayı bazı AYM başvuruları da yapılamadı. 9 ay boyunca İmralı’daki özel rejime mevcut ulusal mevzuatın dahi izin vermediğini ortaya koymak için ellerinden geleni yaptılar. Ve bizler de bu süreçte AYM’ye telefon hakkı, aile ve avukat görüşme hakkı, işkence yasağıyla ilgili müvekkillerimiz adına birçok başvuru yaptık. Ancak İmralı sistemini yürütenler bunu kabul etmedi. Bu sürgünün bir diğer yönü de bu. 

Sürgünün, çözüm sürecindeki önemli bir adımdan geri dönmek olduğunu ifade ettiniz. Ancak sekreterya grubundan 3 kişi adada bırakıldı. Alt metinde ‘Masaya yeniden dönülebilir’ mesajını okuyabilir miyiz?
Bizce 3 kişinin adada bırakılması çözüm masasına ciddi bir biçimde dönüleceği anlamına gelmiyor. 2 müvekkilimiz en başta söylediğim 2 önemli ana başlıktan dolayı İmralı’dan Silivri’ye sürgün edildi. Bu aynı zamanda sayın Öcalan üzerinde var olan baskının ve tecrit  sisteminin daha da derinleştirildiğini ifade ediyor. 

BU İÇ SAVAŞ HALİ TECRİDİN DEVAMIDIR

5 Nisandan bu yana İmralı Heyeti, 2011 yılından bu yana da siz Abdullah Öcalan’la görüşemiyorsunuz. Bu son tecritin Türkiye’de son dönemde yaşananlarla bir ilgisi var mı?
Tam tersi. 7 hazirandan sonra başlayan bu kriz ve savaş halinin tecritle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Yani esasında Sayın Öcalan’ın alındığı tecrit sisteminin devamıdır yürütülen bu iç savaş hali. Zira sayın Öcalan’la avukat görüşü, aile görüşü, çözüm süreci içerisinde siyasi heyet görüşü söz konusu olduğunda bu savaş halinin sürdürülemeyeceğini ifade ediyoruz. Çünkü Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm, düşünceleri ve fikirleri; ufuk açıcı,  bu kriz halinden çözüme götüren ve bu işi savaş değil barışa evrilten bir dinamizm ve paradigma içerisine koyacaktır. Bu anlamda öncelikle bu gücü baskı altına alarak kapalı bir sistem içerisine koyuyorlar. Yani Sayın Öcalan’ı önce kapatıyorlar topluma karşı. Toplumdan uzaklaştırıyorlar. Bu kriz ve savaş halini yürütebilmelerinin yegane yolu öncelikle Sayın Öcalan’ı kapatmaktır. Yoksa Sayın Öcalan’ın toplumla temas ettiği bir düzende bunu yapmalarının mümkünatı yoktur. 

Bu durumda tecridin kalkması halinde yaşanan savaş hali, çatışmalar ve ölümler sona erer mi? 
En azından bugün sürdürmeye çalıştıkları hali ile sürdüremeyeceklerini ifade edebiliriz. Tecritin kalkması, sayın Öcalan’ın yeniden toplumla temas etmeye başlaması, bu anlamda siyasi çözümün yolu, kanallarının açılması ve devletin de samimi bir şekilde bu işe girip girmemesine bağlı. 

Hükümetin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumunu değerlendirdiğinizde bu durum mümkün mü?
Şu aşamada o koşulların olmadığını görüyoruz. Heleki Kürdistan illerinde süren sokağa çıkma yasakları sonucunda yaşananlar masanın yeniden kurulması ihtimalini uzaklaştırmış durumda. Sonuç itibariyle Kürt sorununun çözümünü,  Türkiye devletinin 100 yıldır devam eden üniter devlet yapısı ve  aklını değiştirerek Kürt halkını da ikna edebilecek bir birlikteliğe evriltmesi gerekirken, aksine özellikle Kürt halkını çok daha uzak bir yere itti. Bu anlamda biran önce sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması, ölümüne sebep oldukları insanların tüm sorumlularını açığa çıkarmaları ve Kürt toplumundan açık bir şekilde özür dilemeleri gerekiyor ki Kürt halkı buna bir nebze olsun inanabilsin. Ancak devlet de bundan çok çok uzak bir yerde.

DEMOKRATİK GÜÇLERİ BİRARAYA GETİREBİLİR

Son yaşananlar nedeniyle artık Kürt halkının da çözüme ikna edilmesi gerektiğini ifade ettiniz. Ancak Abdullah Öcalan’ın toplumla temas etmesi halinde bu savaş halinin barışa evrilebileceğinden söz ettiniz. Bu durumda Öcalan’ın verebileceği bir barış mesajının şuan bölgede asker ve polis operasyonlarına direnen halkta nasıl bir yansıması olur?
Sayın Öcalan’ın vereceği mesajlar ve ortaya koyacağı çözüm yolları, mutlaka bugün yaşananlardan farklı, alternatif yollar olacaktır. Kendisinin direk topluma hitap etmesi çok etkili olacaktır. Ve toplumun demokratik güçlerini bir araya getirecek, ciddi büyük bir tepkinin ortaya konulmasına vesile olacağını ve bu anlamda iktidar ve devletin bu politikalarını yürüttüğü zemini ortadan kaldıracak bir pratik içerisine girebileceğini düşünüyoruz. Bu anlamda tabiki milyonların lideri olarak kabul ettiği sayın Öcalan’ın mesajları, sivil toplum örgütlerini, demokratik güçleri daha ciddi bir şekilde bir araya getirip,  büyük bir direnişin içerisine koyabileceğini, bir çatışma hali veya silahla değil, tamamen siyasi, kalıcı bir çözüme evrilecek adımların atılmasına vesile olacağını düşünüyoruz. 

KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ İHLAL EDİLİYOR

Sekreteryadan 2 ismin sürgün edilmesi sonrası Abdullah Öcalan dahil tüm müvekkilerinizin yaşamından endişe ettiğiniz yönünde açıklamalar yaptınız... 
Son gelişme de dahil şu an hiçbir şekilde ada cezevinden, olanlardan haberimiz yok. Somut olarak yok. İmralı Hapishanesi Cumhuriyet Başsavcılığıyla da görüştük ve sözlü olarak sevkin cezaevi tarafından istendiği, Adalet Bakanlığının da kabul ettiği 26 Aralık’ta gerçekleşen bir sevk olduğunu, adada bulunan müvekkillerimiz açısından bir sorun olmadığını ifade ettiler. Yani 26 Aralık tarihinde bu sürgünün başladığını düşünürsek bugün 2 haftanın üzerinden bir süre söz konusu. Adadan hiçbir şekilde bir haber alamıyoruz. Biz ada cezevine avukat ve aile görüşünü gerçekleştirmek için birçok yol denedik. Bu anlamda bütün merciler buna sessiz kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi de bunun bir parçası. Şuan ne Silivri’de ne olduğunu biliyoruz ne de İmralı Cezaevinde ne olduğunu biliyoruz. Bu tabiki bizi kaygıya sevketmekte. Müvekkillerimizden uzun süre haber alınamaması halinde özgürlüklerinden ve güvenliklerinden, beden ve manevi bütünlüklerinden tabiki kaygı duyuyoruz.

Peki Silivri’deki müvekkillerinizle görüştürülmemenizin yasal bir dayanağı var mı?
Kesinlikle yok. Bugün bir kara cezaevi olan Silivri’deki müvekkillerimizle görüşümüz yasal olmayan gerekçelerle engelleniyor. Cezaevi idaresi hakkında bu nedenle suç duyurusunda da bulunduk. Aynı zamanda bir muhatapsızlık söz konusu. Ne bize bir karar tebliğ ediliyor ne de bir görüş gerçekleştiriliyor. Hukuk içerdiği hak ve kuralları yeri gelir kullanılmıyor yeri gelir hukuk eliyle ciddi mağduriyetlere sebep olunur; bugün yaşanan savaşa bir destek de hukuktan geliyor. Anayasa Mahkemesi’ne tedbir talebiyle başvuru yaptık. Nasrullah Kuran ve Çetin Arkaş için AYM’nin biran önce gizleme, saklama ve görüş engeline karşı bir tedbir kararı vermesini talep ettik. Bizler pazartesi (bugün) itibaren ailelerle birlikte Silivri’ye gideceğiz. Ve yeni bir İmralı’nın oluşmasına engel olacağız. 

Yani hukukun bu savaşın nasıl bir kanadı olduğunu görüyoruz. Sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili AYM’nin verdiği kararları görüyoruz. Artık iç hukukta mağdurların, insanların başvurabileceği hiçbir mercii kalmamıştır. Tam da bu nokta da AİHM’in sokağa çıkma yasakları konusunda vereceği karar tarihi önemde olacaktır.

Tecridin kaldırılmasına ilişkin ne gibi girişimler de bulunuyorsunuz?
Yani belli mekanizmalar var; hem ulusal hem de uluslararası mekanizmalar. Bunlar en nihayetinde en dipten başlıyor. Cezaevi idaresi, savcılık, mahkemeler ve Anayasa Mahkemesine başvurular. Yine 9 ay boyunca İmralı’da kalan müvekkillerimizin hak arama girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine dosyalarını AYM’ye taşıdık. Bu müvekkillerimizin hak arama mücadelesi, İmralı rejiminde belki gedik açabilirdi. Fakat buna kısa sürede müdahale ettiler. AYM ise dosyaları zamana yayıyor. Bunun haklı bir yanı yok. 
Bir diğer başvurulacak yollardan olan uluslararası mekanizmalarda tabiki en önemli kanallardan bir tanesi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi. Ancak dediğimiz gibi bu kurumlar da siyasi nedenlerle sessiz kalabiliyorlar. Mesela Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin, varlık gerekçelerinden birisi tecrit sistemine karşı olmaları. Ancak bu konuda sunduğumuz tüm raporlara ve paylaştığımız bilgilere rağmen Komite sessizliğini koruyor ve bu sistemin devam etmesine destek oluyor. Bu nedenle bundan sonra Birleşmiş Milletler sistemini de etkin bir şekilde deneyecek yollara başvurmayı düşünüyoruz. 

 

 

 

ÖNCEKİ HABER

Özgürlük gülüşünle gelecek

SONRAKİ HABER

Gazetecilerin en büyük 3 sorunu ve çözüm önerileri: Örgütlü mücadele şart

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...